RÂYETE MEYLEDERİZ -5-

Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@gmail.com

 

 

Bir buçuk yıldır tarihin en vahşî saldırılarına göğüs geren Hamas ve diğer direnişçilerle medenî (!)
dünyanın gözü önünde iğrenç bir soykırıma tâbî tutulan Gazze’nin asil insanlarına…

 

 

SEKİZİNCİ SAHNE

 

(Macaristan’da Peçuy şehri, 1602-1603 kışı.

 

Gāzî Giray, Avusturya’ya karşı açılan sefere katılmak üzere geldiği Peçuy’da hududu beklemek üzere kışlayarak vaktini şiir ve mûsıkî ile değerlendirir.

 

Sahnedekiler: Gāzî Giray ve tarihçi Peçevî/Peçûyî İbrahim Efendi. Zaman zaman Peçevî’nin anlattığı hâdiseler, sahnenin önüne yansıtılan lokal ışıkta canlandırılır. Bu canlandırmalarda tarihçi Hoca Sâdeddin Efendi, Koca Sinan Paşa, Ferhat Paşa, Sultan III. Mehmed, Tiryaki Hasan Paşa, Kara Ömer Bey gibi devrin önde gelen aktörlerinin ve asker vb. kimselerin diyalogları verilir.)

 

ŞAHISLAR:

 

Gāzî Giray (961-2/1554-1016/1607): Osmanlılara gönülden bağlı Kırım hanı. Onlarla birlikte birçok savaşa girmiş bir cengâver olup aynı zamanda şair, münşî, mûsıkîşinas ve hattat bir hükümdardır.

 

Peçevî/Peçûyî İbrahim Efendi (982/1574-1059/1649): Nemçelilerle yapılan savaşlara katılıp, birçok hâdiseye bizzat şâhit olmuş Osmanlı tarihçisi. Memleketi olan Macaristan sınırları içerisindeki Peçuy şehrinde, Gāzî Giray’ın Osmanlılara yardım etmek üzere gelip hududu beklemek için kaldığı 1602-3 kışında onunla görüşüp dostluk etmiştir.

 

Gāzî Giray ve Peçevî İbrahim Efendi sahnenin dip tarafında karşılıklı iki sedire oturmuşlardır. Sahne Gāzî Giray’ın, kendine ait Mâhur Peşrevi tanburla icrâ etmesiyle açılır.

 

bit.ly/4ma6hqp

 

PEÇEVÎ:

 

Hârikulâde Han’ım gerçekten!

Kapılıp gittim inan dinlerken!

 

Sanki bozkırda koşan bir atlı!

O ne at amma, nasıl sür’atli!

 

Bir mücâhid kesin üstünde giden,

Allah uğrundaki gāzîlerden!

 

GĀZÎ GİRAY: (Gülerek)

 

Sen ne sandın Peçevî İbrâhim?

Hem sazım cenktedir, hem şiirim!

 

PEÇEVÎ:

 

Bilmeyen var mı Han’ım şi‘rinizi?

Coşturur duyduğumuz anda bizi!

 

Bir gazel yazmışınız, neydi, geçen

Erdel üstünde gazâ eylerken?

 

Hani Hünkâr’a hitâb etmişiniz…

 

GĀZÎ GİRAY:

 

Doğru, Hünkâr’a hitâb ettik biz.

 

Sefer ahvâlini tasvîr ederek,

Cümleten şöylece tâbîr ederek…

 

Bir mücâhid kulunuz bezl ederiz cân u seri,

Padişâhım ne diyem sonra duyarsız haberi.

 

Kaçmayız tîr ü teberden çalışub din yoluna,

Ol benim boynuma ger var ise ânın zararı.

 

Biz de ikdâm ederiz varmaya bir gün ileri,

Geri kalmaz anı bil, her kim ola cenk eri.

 

Mâcerâ-yı seferin derdini şerh eyler isem,

İstimâ idene te’sîr eder ol gam haberi.

 

Azmeder oldu Gazâyî sefere sultânım,

Kıl ana hayr duâ, işte kulundur iş eri.

 

 

(ser: Baş; tîr u teber: Ok-balta; ikdâm etmek: Kalkışmak; istimâ etmek: Dinlemek)

 

PEÇEVÎ:

 

Çok güzel doğrusu, pek mânîdâr!

Hâli tasvîr, olur ancak bu kadar!

 

GĀZÎ GİRAY:

 

Böyleyiz kış boyu İbrâhim biz,

Sâz u söz olmasa şâyet n’ideriz?

 

Bekliyorsak Macaristan’da bu yıl,

Saz ve söz hep yanımızdaysa nasıl;

 

Kışladık -üç sene var- Sombur’da,

Yanımızdaydı şükür tanbur da.

 

Âl-i Osmân için ettik hizmet,

Bekledik Sırp hudûdunda nöbet!

 

PEÇEVÎ:

 

Duydum elbette Han’ım, var haberim,

Şi‘riniz var hani, pek hazzederim,

 

Okuyup ezbere aldık ancak,

Şâirinden daha hoştur duymak!

 

GĀZÎ GİRAY:

 

 

Okuruz bir de seninçün elbet

İşimiz şimdi ne, saz-söz-sohbet:

 

Telh-kâm olsak aceb mi hâlimizni bir görün,

Burnumuzdan geldi billâh acı suyı Sombur’un.

 

Ehl-i İslâm illerin kâfir hasâret eyledi,

Ey Hudâ-tersler siz rüşvet alun oturun.

 

Arsa-i rezm içre biz kanlar döküp kan ağlaruz,

Vâdi-i işretde siz câmsafâ zevkin sürün.

 

Hayli bî-âhengdür kānûn-ı devlet nağmesi,

Ey müdebbirler anun bârî kulağını burun.

 

Sanmanuz dâru’l-emân olan mekân kalur size,

Böyle kalsa bir-iki gün dahi sabr idün görün.

 

Bir tedârük olmaz ise gitdi elden memleket,

Îtimâd itmezsenüz etrâf-ı âlemden sorun.

 

Ey vatandan ayru her dem ceng iden bî-çâreler,

Rast eylen tîr-i mihnetde belâ yayın kurun.

 

İrtişâ birle mevâlî cem-i dünyâ itmede,

Ellezîne yeknizûne âyetini eytgürün.

 

Hân-ı Gâzî sıdk idüp bu nazmı kılmışdur revân,

Ger yaman söylerler ise anı Sombor’dan sorun!

 

(telh-kâm: Mutsuz; hasâret eylemek: Yıkıp vîrân etmek; Hudâ-ters: Allah’tan korkmaz; arsa-i rezm: Savaş meydanı; vâdî-i işret: Şarap meclisi, zevk u safâ edilen yer; câm-i safâ: Zevk u safâ kadehi; bî-âhenk: Âhenksiz, düzensiz; kānûn-ı devlet: Devlet kanunu; müdebbir: Tedbir eden, işleri yürüten, karar merciinde olan; dâru’l-emân: Emniyetli, güvenli yer; tedârük: Tedbir; tîr-i mihnet: Belâ oku; irtişâ birle: Rüşvet almak sûretiyle; mevâlî: Âzatlı köleler. Şiirin tarihî bağlamı düşünüldüğünde bu kelimenin devşirmelere işaret ettiği ortadadır. Cem‘-i dünyâ: Mal toplamak, servet yığmak; ellezîne yeknizûne: «Mal biriktirip yığanlar» mânâsında et-Tevbe 9/34’e telmihtir. Eytgürün: Okuyun)

 

PEÇEVÎ:

 

Bunların hepsi açık gerçekler!

Kişi kördür bunu görmezse eğer!

 

Göz alan devr-i Süleyman bitti,

Sanki kānun ve şerîat yitti!

 

Çeri tâyînini ifsâd ettik,

Düştü bahriyyemiz ilk def‘a yenik.

 

İşimiz gitgide müşkil görünür,

Gâvurun topları her gün daha gür!

 

Şimdi yok ilme dahî pek asılan;

Bak, Rasathâne dahî oldu talan!

 

Nerde evvelki riyâziyye, felek?

Bitti nerdeyse o fenler giderek…

 

Tıp, heyet, hendese, hikmet, kimyâ,

Vermiyor önceki kuvvette ziyâ!

 

İlk asırlarda bir özgeydi ilim,

Ehl-i İslâm’da başkaydı azim…

 

O zamanlardaki ilmî hareket,

Kâğıt îmâline vermişti sürat!

 

Az-biraz şimdi de olsaydı o aşk,

Baskı teknikleri eylerdik meşk,

 

Farklı olmazdı kitap nüshaları,

İlmi yaymakta tutardık katarı…

 

Fâtih’in yılları canlıydı epey!

Hoştu zâten o zaman her bir şey!

 

Âl-i Osmân’ın o Me’mûn’u idi,

Ehl-i İslâm’ın o medyûnu idi!

 

Atarak ortaya birçok mesele,

Derdi “tekrâr ulemâ alsın ele!”

 

Daha evvel de Fenârî gibiler,

Verdiler çok değişik fende eser!

 

Yok değil, sonra da elbet ulemâ,

Meselâ İbn-i Kemal az mı dehâ?

 

Ama gittikçe o tür son buldu,

Sonra pek öylesi gelmez oldu!

 

Eski mîrasta ilim ehli iyi;

Ama iş, ondan üretmek yeniyi!

 

Buna pek rağbetimiz yok gibidir…

Şimdi kim öyle merak sâhibidir?

 

Vardı bahriyyede bir Pîrî’miz,

O yaman pîre dahî kıydık biz!

 

Hem de devr-i Süleyman’da iken…

İlmi takdîr az imiş evvelden!

 

Kesilir miydi o nâdir âlim?

Lânet, îdâmına âmil ise kim!

 

Neredir, bizlere vermişti haber,

Hind-i Garbî denilen meçhul yer!

 

Şimdi mâlûmumuz ancak tütünü,

Çekmiyor bizleri hiç başka yönü!

 

Düştü vaktâki ilim rağbetten,

Kaldı câhillere meydan hepten!

Kol gezer oldu zulüm-yolsuzluk

Adım atsak ona toslar olduk!

 

GĀZÎ GİRAY:

 

Peçevî, amma da derdin varmış!

Sanki bağrında yanan bir nârmış!

 

Bir haber ver şu savaştan da hele!

Cenk bitmez mi Avusturya ile?

 

Sürer on yıldır, uzun sürmedi mi?

Çok deriz, Nemçeli çok görmedi mi?

 

Etmeden cengi biz on yılda tamâm

Hind-i Garbî kime olmuştur râm?

 

Eskiden böyle sürer miydi sefer?

Bize âşık, bize meftundu zafer!

 

Şimdi bilmem ki neden naz ediyor?

Onu râm etmesi artık çok zor!

 

PEÇEVÎ:

 

Dediniz işte demin nazm ile siz,

Doğrudan hakkı beyân eylediniz!

 

Ehliyetsiz kişiler geçse başa,

Olsa rüşvetle kişî bey ve paşa,

 

Kendi ikbâlini yeğ tutsa her an,

Hak nedir bilmese hiç hırsından…

 

Yapsa her şerri rakip sandığına,

Verse her mansıbı aldandığına.

 

Böyl’olur elbet işin âkıbeti,

Çünkü yok başta temiz bir niyeti!

 

GĀZÎ GİRAY: (Gülerek)

 

Peçevî, doğru diyorsun, lâkin,

Bakarım; örneği yok sözlerinin!

 

Kim bu rüşvetçi, liyâkatsizler?

Kimler ikbâlini her dem yeğler?

 

Sen müverrihsin, açıktan söyle!

Kaldırıp örtüyü îzâh eyle!

 

PEÇEVÎ: (Güler)

 

Size mâlûm bu hususlar, ancak

Kastınız bunları benden duymak!

 

Diyeyim bir iki örnek o zaman

Vak‘a duymak diliyor mâdem Han:

 

Hani rahmetli olan sadrâzam,

«Koca» ünvanlı Sinan yok mu?

 

GĀZÎ GİRAY:

 

Tamam!

 

PEÇEVÎ:

 

O Sinan açtı bu bitmez savaşı,

Hırstan etmedi men yaş ve başı!

 

Bosna Beylerbeyi menfûruydu,

Onu bir cenge itip tek koydu,

 

ki küffâra o mağlûb olsun,

Bu da harb açmaya hüccet bulsun!

 

Harbe dâir nice fetvâ alarak,

Dedi: “İnkârı küfürdür ancak!”

 

Bir de kin bağladı Ferhat Paşa’ya,

Oldu düşman hasedinden gûyâ!

 

Şarka serdardı ya mâlûm Ferhat…

 

GĀZÎ GİRAY:

 

Şarka serdarsa ne yapmış? Heyhât!

 

Yedi mîrâsını Osman Paşa’mın,

 

PEÇEVÎ:

 

Onu görmez gözü aslā adamın!

 

Ama Ferhâd’a; “Acem fâtihi” der,

Kendi Beç fâtihi olmak ister!

 

GĀZÎ GİRAY: (İkisi birden ölçülü bir sesle kahkaha atarken)

 

Şarkı fetheyledi mâdem ki biri,

Garbı fethetmeli elbet diğeri!

 

ki bir hâl ile denk olsunlar!

PEÇEVÎ: (Ciddîleşmiştir)

 

Allah’ımdan -dilerim- bulsunlar!

 

Neyse, tahmîne dayanmaz bu sözüm!

Vâkıâ görmedi lâkin şu gözüm,

 

Bana nakleyledi bir şâhit olan,

Savaş ister, diretirmiş bu Sinan!

 

Hoca Sâdeddin alıp söz o vakit,

Ne demiş bak ona Dîvan’da, işit!

 

Ve ne lâf etmiş o densiz, Hoca’ya;

Koyup İblîs’i tekebbürde yaya:

 

(Sahne kararıp lokal ışık yalnızca Gâzî Giray’la Peçevî’nin oturdukları sedirlerin önünde karşılıklı dikilen Hoca Sâdeddin Efendi ile Koca Sinan Paşa’yı gösterir)

 

(8. sahne gelecek sayıda devam edecek…)