PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.S.)’E İTTİBÂ

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

 

Diğer varlıkların hiçbirine verilmeyen akıl nimeti, insana verilmiştir. Bu önemli cevherle beraber; duygu ve his dünyası oldukça yoğun olan insan, olumlu ve olumsuz birçok davranışı sergilemektedir. Akıl ve his dünyası içinde karmakarışık bir ruh hâlini yaşayan insanı; Allah, şaşkınlık ve sapkınlık içinde bırakmamak için, peygamberlerini ve kitaplarını göndermiştir. Bu rehberliği iyi anlayıp hayatlarına geçiren toplumlar, Allâh’ın sevdiği insan kıvâmına gelmişlerdir. Bu rehberliğin tamamını veya bir kısmını kabul etmeyenler ise, dünyayı hem kendileri hem de başkaları için zindan hâline getirmişlerdir.

 

Günümüzde Peygamber Efendimiz’in rehberliğine olan ihtiyacı; «Hadislere gerek yoktur!» diyerek bertaraf etmek isteyenler, şu âyet-i kerîmeyi hiç okumamış gibi davranmaktadırlar:

 

“Ey îmân edenler! Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin, işittiğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin.” (elEnfâl, 20)

 

Peygamber’e itaatin gerekli olduğunu; Kur’ân-ı Kerim âyetleri bize söylemektedir. Peygamber Efendimiz’e muhalefet etmek, O’ndan yüz çevirmek, insanı hayvandan aşağı derekeye düşürmektedir. Kişiyi yücelerin yücesine çıkaracak olan ise şunlardır:

 

Rasûlullâh’a muhabbet ve bu muhabbetin bütün hayatına yansıması.

 

•Bütün emir ve yasaklarıyla Rasûlullâh’a uymak ve O’nunla münesabeti kuvvetli tutmaktır.

 

Rasûlullâh’ın yapılmasını arzu ettiği şeylerde bir hikmet olduğu gibi, yapılmamasını arzu ettiği şeylerde de bir hikmet bulunmaktadır. Çünkü Efendimiz, kâinâtın bütün sır ve hikmetlerine vâkıf idi. Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz; hadis ve sünneti dışlayanların zuhûr edeceğini, daha evvel bildirerek şöyle buyurmuşlardır:

 

“Şunu iyi biliniz ki bana Kur’ân-ı Kerim ile birlikte (onun bir) benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun; koltu­ğuna kurulan karnı tok bir adamın;

 

«–Siz sadece şu Kur’ân’a sarılın! Onda bulduğunuz helâli helâl, haramı da haram kabul ediniz yeter!» diyeceği (günler) yakındır…” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 5/4604; Ahmed, IV, 131)

 

Efendimiz’i yok sayarak, bu dîni yaşamak mümkün değildir. Çünkü Efendimiz her ânında ve her hâlinde Kur’ân-ı Kerim âyetlerine uygun olarak yaşıyor ve sözleriyle de bize nasıl yaşanılacağını anlatıyordu. Bu hâli ile Kur’ân-ı Kerîm’i bize tefsir ediyordu. Kur’ân-ı Kerim’de ibâdetler bildiriliyor, fakat îfâsının nasıl olacağı Efendimiz’in tatbikatından öğreniliyordu. İşte bu hikmet sebebiyle Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki:

 

“Namazı benden gördüğünüz gibi kılın!” (Buhârî, Ezân, 18)

 

“Haccın ibâdet tafsilâtını, benden öğrenin!” (Ahmed, III, 318, 366)

 

Bu yüzden Peygamber Efendimiz’in izini takibe mecburuz. Yoksa âyet-i kerîmede şöyle de buyurulmaktadır:

 

“Ey îmân edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icâbet edin.” (elEnfâl, 24)

 

Demek ki Efendimiz’in bizi çağırdığı davranış şekillerinde, hayat bulunmaktadır. Efendimiz’in bizi ilk çağırdığı hayat da dînî hayatımızdır. Dînî hayatımızın yeşermesi için, kalbin diri olması ve diri kalması gereklidir. Bu da ilimle mümkündür. Cehâletin olduğu yerde, diri bir kalpten bahsetmek mümkün değildir. Allah ölü toprağı yağmurla dirilttiği gibi, Efendimiz’in öğrettiği ilim ile de kalplerimizi diriltecektir. Allah Rasûlü’nün davet ettiği dîne ve kendisine tam ittibâ ettiğimiz zaman; bizi ihyâ edecek, diriltecektir. Bu yüzden; «Kur’ân bize yeter!» diyerek Peygamber Efendimiz’i ve hadîs-i şerifleri yok sayanlar, insanın dirilmesini istemeyenlerdir. Tâbiîn neslinin büyük âlimlerinden Abdullah bin Deylemîrahmetullâhi aleyh- şöyle demiştir:

 

“Bana ulaştığına göre; dînin yok olup gitmesi, sünnetin terkiyle başlayacaktır. Halatın tel tel çözülüp nihayetinde tamamen kopması gibi, din de sünnetlerin bir bir terk edilmesiyle elden gidecektir.” (Dârimî, Mukaddime, 16/98)

 

Halatın tek tek çözülmesi ise, âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

 

Rasûlullâh’ın emrine aykırı hareket edenler, artık başlarına büyük bir belânın gelmesinden veya pek elemli bir azâbın tepelerine inmesinden korkup çekinsinler.” (enNûr, 63)

 

Kişiye ebedî saâdeti sağlayacak olan, Allah ve Rasûlü’ne itaattir. Yoksa Rabbimiz, bizi elemli bir azap ile uyarmaktadır. Buna uymayanlar; bugün virüs, savaşlar, zâlim idarecilerin hükmü altında zulüm gibi pek çok sıkıntıyı yaşamaktadır. Bunların içinde en fecîsi ise kalbin mühürlenmesi olacaktır. Çünkü; Peygamber Efendimiz’in Allah katında ve insanlar nezdinde çok şerefli bir makamı bulunmaktadır. O’nun sünnet-i seniyyesini, sıradan bir insanın sözleri gibi düşünemeyiz. Efendimiz’in daveti, Allâh’ın çağrısıdır. Efendimiz’in bu davetine; «İşittik ve itaat ettik!» diyerek uymalıyız. Yoksa farkında olmadan helâk olanlardan oluruz. Âyet-i kerîmede buyurulur:

 

“Peygamber’e itaat eden, Allâh’a itaat etmiş olur.” (en-Nisâ, 80)

 

Efendimiz yeryüzünde Allâh’ın iradesini ve rızâsını tecellî ettirmektedir. Bizim yegâne rehberimizdir. Bu yüzden; O’nun sünnetini ihyâ etmemek ve yüz çevirmek, Allâh’a itaatten yüz çevirmektir. Bu yüzden hak dostları, tüm gayretleri ile sünnet-i seniyyeyi ihyâ etmeye gayret etmişlerdir.

 

Hadis âlimi İbn-i Avn şöyle der:

 

“Üç şey vardır ki, ben onları hem kendim hem de kardeşlerim için istiyorum:

 

Sünneti öğrenip, tatbikatına gayret etmek,

 

Kur’ân’ı anlamak, üzerinde tefekkür edip araştırmak,

 

•İnsanları ancak hayır üzere bırakmak, hayırla muamele etmek veya insanları yalnızca hayra davet etmek.” (Buhârî, İ‘tisâm, 2)

 

Bugün bizler de sünnet-i seniyyeyi bertaraf etmeye çalışanlarla azimle mücadele etmeli ve ashâbın Efendimiz’e ittibâ ettiği gibi ittibâ etmeliyiz. Bu mânevî lezzet ile dînî hayatımıza yön vermeliyiz. Efendimiz bize emânetlerini hadîs-i şerifte şöyle bildirmektedir:

 

“Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emânetler, Allâh’ın kitâbı Kur’ân-ı Kerim ve O’nun Peygamberi’nin sünnetidir.” (Hâkim, I, 171/318; Muvattâ, Kader, 3)

 

Efendimiz’in emânetlerine sahip çıkarak yaşayacağımız bir îman diriliği olması, istikamet ehli mü’minler olmamız duâ ve niyâzıyla yazımıza Mevlânâ Hazretleri’nin sözleri ile son verelim:

 

“Ben yaşadığım sürece Kur’ân’ın kölesiyim. Muhammed Mustafâsallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yolunun tozuyum. Kim benden bunun dışında bir şey naklederse o sözden de o sözü söyleyenden de şikâyetçiyim.”