LOKOMOTİFİ GEÇEN / ÇEKEN VAGON

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

 

Tren, hayatımıza gireli tam iki asır olmuş.1 Hayatımıza giren her şey gibi, tren de lisanımızda bir teşbih unsuru oldu. Malûm dizi dizi vagonlar bir lokomotife bağlanır, en önde o güçlü lokomotifte güçlü bir motor vardır. Eskiden kömür yakılarak çalıştırılan bir buhar kazanı olurdu. Artık elektrikli. O güçlü lokomotif katar katar vagonu çeker götürür.

 

Lokomotif sevk eden, vagon sevk edilen…

 

Necip Fazıl, İslâmî sosyalizm tarzı arayışlara sahip olduğunu düşündüğü birine şöyle dediğini yazmıştır:

 

“Cihanda hangi mezhep varsa, isteklisi olduğu cennet hayâlinin hakikatini İslâm’da bulsun, kötü taraflarının ilâcını da yine onda arasın; kendinden, sisteminden, adından da vazgeçerek ve nefsinde hiçbir istiklâl tanımayarak İslâm’a sığınsın! Sizse öyle yapmıyorsunuz! Esası ve istiklâli (Sosyalizm)de görüyor ve İslâm’ı bu esasa uydurabildiğiniz için benimsiyorsunuz. Yani siz, İslâm’a değil (Sosyalizm)e inanıyorsunuz! Sizin için lokomotif (Sosyalizm), vagon da İslâm… Asla! İslâm topyekûn fezâyı kuşatan bir ray manzûmesi üzerinde tek lokomotif ve geride ne varsa hep ona bağlı vagon… Bu nokta din usûlünün ana maddesi…” (Bâbıâli)

 

Güçlü şahsiyet, çekip götüren yapı: Lokomotif adam… Kitleleri harekete geçirebilen, başkasına tâbî olmak yerine, öncü bir şahsiyet arz eden kişileri anlatır. Fakat vagon/lokomotif nisbeti gibidir toplumda böyle öncü şahsiyetler. Yani herkes lokomotiflik taslarsa, bu iş demir yollarında pek işe yaramaz.2 Bu da tren yolunun ekonomisini anlatır. Lâkin şahsî ihtiyaçları da tren ile görmek zordur. Ev taşıyorsanız, trenle taşıyamazsınız.

 

Kara yollarında; her bir otobüs, her bir kamyon, her bir araç ayrı bir motora, ayrı bir kaptana sahiptir. Ferdiyetçilik hâkimdir kara yollarında.

 

Onuncu yıl marşının yazıldığı yıllara kadar; gelişmişliğin, ilerlemenin sembolü olan demir ağlar, daha sonra fazlaca toplumcu görülen geri kalmış bir ulaşım vasıtası oldu. Otobüs ve kamyonların yanında yavaş kaldı. 80’li yıllara kadar yüzüne bakılmaz oldu.

 

Fakat sonra zannederim toplumculuğun daha güçlü olduğu Uzak Doğu’dan bir hamle geldi: Hızlı tren. Böylece tren tekrar tercih edilen ve geliştirilen bir ulaşım vasıtası olarak aramıza döndü.

 

Trenin uzunluğu, diğer taşıma vasıtalarına göre hayli etkileyicidir. O kadar gerideki bir vagon da, en öndeki lokomotife bağlıdır. Bu sebeple çok büyük ve geniş teşkilâtlarda güzel bir teşbih olmuştur. Kenarda, köşede bir abd-i âciz de, koca bir tarîkata (kelime mânâsı yol) intisâb ederek, o yola girmiş demektir. Ona derler ki:

 

“–Merak etme, sen de bu katara bağlısın. Lokomotif nereye, son vagon da oraya!..”

 

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.”3 hadîs-i şerîfinin bir temsili sanki. Trenden önce kervan katarlarıyla da bu teşbih işlenmiştir. Ümmî Sinan diyor:

 

Zât-ı Hakk’a doğru varan, kârbân ehlinden ol!

 

Tabiî bunda, tasavvuftaki himmet ve tevâzu anlayışını da görmek mümkün. Vagonda oturanlar bir enerji sarf etmezler. Yol alışta (seyr u sülûkte) sarf edilen tek kuvvet, lokomotife hamledilir. Elbette tasavvuf katarında, vagonlarında oturanlar boş durmaz, vazifelerini yaparlar!.. Ama hiçbir şeyi kendilerinden bilmezler, himmet evliyâullahtan, rahmet Allah’tandır.

 

Demir yollarının bir hususiyeti, aslında yolun sabit olmasıdır. Lokomotif kaptanı ne şerit değiştirir, ne güzergâh… Yola döşenmiş demir raylar üzerinden götürür trenini. Sabit yol, yukarıdaki teşbihleri güçlendiriyor. Ehl-i sünnet ve’l-cemaat üzere, asırlarca menzil-i maksûda ulaştıracağı te’yid ve tescil edilmiş bir yol üzerinden gitmek. Yolun ilk mürşidi Rasûl-i Ekrem –sallâllâhu aleyhi ve sellemdahî ne buyuruyor:

 

“Ben ancak bana vahyolunana tâbî oluyorum.”4

 

Şimendiferin îcâdının da sembollerinden olduğu Sanayi İnkılâbı gibi batıda yaşanan maddî ve teknik ilerlemeler sonunda, bizler bir dizi mağlûbiyet ve toprak kaybı yaşayınca, o güne kadar tuttuğumuz yoldan şüphe eder hâle geldik. İşte o günden beri:

 

Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyâmete!

 

Şimendifer (tren) üzerine 16 beyitlik bir şiir yazan Ali Emîrî Efendi; cihanda her yere demir ağlar serilirken, biz hâlâ deveye binme sefaletindeyiz, diye yakınıyor:

 

Yazık ki nâkasüvârsefâletiz hâlâ,

Şimendifer yapılırken cihānda her cihete!

 

Toplumların lokomotiflerine yani liderlerine bağlı olduğu âşikâr. Bazen bu liderler, kendileri de bir vagon olup başka lokomotiflere bağlanıyor ve mes’ûlü oldukları toplumu da o kararlarının peşinde sürüklüyorlar. Ziya Paşa, zaman zaman koca bir katarın bir başına, bir topal eşeğin geçebileceğinden şöyle yakınır:

 

Sârbânvakt isen hazm eyle zîrâ vakt olur,

Bir topal merkep belâsıyle katar elden gider.

 

O trenden inmek, o vagonu o bağdan kurtarmak da kolay olmuyor. Bizim II. Mahmud’dan itibaren başlayan batılılaşma, modernleşme maceramız da böyle… Zaman zaman bundan şikâyet edenler iktidara gelseler de, aslında bir lokomotif idare etmiyorlar. Sadece bir katarın ilk vagonundalar. Bir makas denk getirip;

 

“–Bize eyvallah! Biz burada ayrılıyoruz!” diyebilmek kolay değil.

 

Tezkere, çuval, fetö, Brunson, Pensilvanya, S400, F35, Dedeağaç, PYD kelimelerini sıraladığımızda; ülkemizin ABD lokomotifinden son yıllarda aslında bir hayli kopma noktasına geldiğini anlayabiliriz. Fakat kolay değil. Ülkemizde sağ ve sol hareketin uç grupları sürekli; “NATO’dan çıkalım, Kürecik’i kapatalım vs.” derler. Lâkin bu büyük karar, büyük bir vak‘a istiyor herhâlde.

 

Lâkin büsbütün, kompartımanımızın camından bakan uslu çocuk da değiliz. 80’li yıllarda ülkemizi yönetenler, Amerikan başkanıyla «bir telefonla» görüşebiliyor olmakla filân övünürdü. Şimdi o günlerden -hamdolsun- çok iyi durumdayız. Alternatif görüşmeler, farklı yardımlar, destekler, kendi inisiyatifimizde organizasyonlar içinde olabiliyoruz. Buna da «vagon / kompartıman siyaseti» demişler.

 

Yani bir vagonda Rusya ile konuşup ondan S400 alıp, ona nükleer santral siparişi verebilirsin.

 

Lâkin bir başka vagonda da Ukrayna’ya SİHA satabilirsin. Bir kompartımanda Libya ile Mavi Vatan’ı güçlendirecek bir anlaşma yaparken, diğer kompartımanda Avrupa Birliği’yle görüşmelerini sürdürebilirsin.

 

Bir de sosyal gidişat var. Tanzîmat, asıl eşraf / elit kesimde bir Avrupâîleşme rüzgârı estirmişti. Avrupa şimendiferine; toplumumuzun, şahsiyetimizin, eğitim-öğretim düzenimizin, her şeyimizin bağlanması o zaman başladı. Dilimize Fransızca kelimeler, salonlara piyanolar doldu.

 

Bir taraftan da içimizde arka vagon, ön vagon farkına dair mânâsız bir özgüven vardı:

 

Biz her ne kadar Avrupa katarına kapılmış gidiyorsak da, biz arkadayız. Onlar kadar da bozulmayız. Seçici davranabiliriz. (Tekniği alıp ahlâkı almayız.)

 

Hâlbuki söyledik, demir raylarda şerit değiştirme şansı yok!..

 

Şöyle lâflarımız çok olurdu:

 

Avrupa’da aile çökmüş! Avrupa’nın nüfusu hızla eriyor! Onlarda Hıristiyanlık da tabelâdan ibaret artık!..

 

Oysa son sürat, aynı yolda gidiyorduk biz de…

 

Şimdi lügatlere yeni bir tabir kazandırıyoruz:

 

Biz lokomotifini de geçmiş bir vagon olduk!..

 

Fizik kanunlarına, rayların mantığına aykırı, evet! Ama sosyal bir teşbihte bu mübalâğa çok güzel anlatıyor gelinen durumu:

 

Peşine düştüğümüz lokomotifi bile geride bıraktık!.. Kraldan çok kralcı olmak gibi, batıdan çok gâvurlaşma, “evrensel değerler” denen şeyleri, onlardan daha fazla benimsemeye kalkma…

 

İşte bu ifadeyi destekleyen müşahhas neticeler:

 

•İçimizde bir kesimin lâiklik anlayışı, birçok batı ülkesindekinden daha katı…

 

•Doğurganlık hızında, birçok Avrupa ülkesinden geriye düştük…

 

•En tepeden iftiharla dile getirildiği üzere, akademideki kadın sayımız erkek sayısını geçmiş. Bu nisbete Avrupa henüz ulaşamamış…

 

•Evliliklerin azalması ve boşanmaların çoğalmasında da öyleyiz…

 

•Sokaklarımız; iki tarafı da müşâhede edenlerin ifadelerine göre, batıdan çok daha açık saçık!..

 

•Bize aslında zorla kabullendirilmiş birçok ideolojiyi, sahiplerinden daha fazla benimseyenlerimiz var…

 

•Gündüz kuşağı programları; dış görünüşün de aldatmaması gerektiğini, çürümenin içeriden ilerlediğini gösteriyor…

 

•Amerika’da birçok eyalette idam cezası, İngiltere gibi birçok Avrupa ülkesinde saltanat mevcut iken, biz bunları çoktan kaldırdık…

 

Bir vagon lokomotifini geçemez, lâkin teşbih bu ya, âdeta onu yıkıp, yarıp geçercesine onu aşabilir.

 

Yine lokomotif; «Yanlış gidiyorum galiba!» diye durup bir makasta kenara çıktığı hâlde, vagon; «Hayır, ben bu yoldan dönmem!» diyerek yoluna devam edebilir. Vagonluktan lokomotifliğe terfî edebilir!..

 

Hâlbuki tren yollarının güzel bir özelliği daha vardır. Yine nazarî olarak yolun yönüne sen karar verebilirsin.

 

Yani aslında en son vagon bir lokomotif hâline gelse, katarı çekip diğer istikamete götürebilir. Zaman zaman demir yollarının bu özelliğinden istifade edilir.

 

Kıyâmet alâmetlerinden biri; Hazret-i İsa’nın gelmesi, hıristiyanların haçını kırıp, hınzırını katledip onları aslî hüviyet olan İslâm’a döndürmesidir. Yani bugüne kadar şarkı bâtıla sevk etmeye çalışan batı, sonunda ıslah olup hayra yönelebilir. Güneşin batıdan doğması şeklindeki kıyâmet alâmetini de böyle tevil edenler olmuştur.

 

Evet, artık lokomotifimiz olan batıda bile bazıları, hız kesip; «Doğru yolda mıyız?» diye tereddütler yaşarken, bâtıla doğru giden bu katarı, hakka çevirmemiz lâzım. Bunun için ne muazzam bir kuvvet gerektiğini söylemeye gerek yok. Lâkin bâtıl lokomotifi, sarp yokuşlarda tükenişlerde iken, bir fırsatımız var.

 

Değerlendirebilirsek, hem kendimizi kurtarırız, hem insanlık katarını…

 

_________________

1 İlk insan yolculu tren yolculuğu İngiltere’de 1825’te yapılmış. https://tr.wikipedia.org/wiki/Tren

2 Metin KARABAŞOĞLU şöyle demiş: “Lokomotif olduğumuzu düşünüyorsak hakkını vermek, vagon isek haddimizi bilmek gerekiyor. Vagon gibi çekilmeyi bekleyip lokomotif gibi muamele görmeyi istemek haksızlık!”

3 Buhârî, Edeb, 96.

4 Bkz. el-En‘âm, 50; Yûnus, 15; el-Ahkāf, 9.