İSLÂM Şahsiyet ve Karakteri…
M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com
Yanıyor!
Cennet gibi yerler peş peşe çıkan / çıkarılan yangınlarla ateşler içinde!
Ciğerlerimiz yanıyor!
Güzelim ormanlar, bahçeler, evler yandı, yanıyor!
Bağrımız yanıyor!
Eski Nemrutların yenileri türeyip dağ gibi alevler tutuşturuyor her yanda!
Aynı kafada firavunlarla birlikte, sadece ağaçlar, evler, şehirler değil, insanları da insanlığı da yakıyorlar! Yıllardır İslâm dünyasından alevler eksik olmuyor. Mâbedler alev içinde, kundaklar alev içinde, kütüphâneler alev içinde, hastahâneler alev içinde.
Bir Afganistan yanıyor, bir Irak yanıyor, bir Suriye yanıyor, Afrika yanıyor, Doğu Türkistan yanıyor!
Filistin yanıyor!
Gazze hiç durmadan yanıyor!
Müslümanlar yanıyor!
Azerbaycan’ın rahmetli millî şairi Memmed ASLAN’ın dediği gibi:
Her taraf, her yan yanır,
Yer ve âsuman yanır.
Kımıldanmır bu dünya,
Çünki müslüman yanır.
Vahşet, dehşet her yerde,
Îman yok cânîlerde,
Top değen câmilerde
Mukaddes Kur’ân yanır.
Ehl-i salib kudurmuş,
İslâm’a pusu kurmuş.
Yok mu şerden kurtuluş?
Göç yanır, kervan yanır.
Hakikati duyup biz,
Hedef neymiş biliriz.
Kalmasın diye bir iz,
Tohum ve harman yanır.
Dünya azlar elinde,
Çoklar sızlar elinde,
Îmansızlar elinde
Ne kadar îman yanır.
Tutuşan alevden kork!
Öz kanında olma gark!
Duymaz mısın, koca şark,
Canda her ezan yanır?..
Kalk, yumruk ol azimle!
Dön mâzîne tâzimle!
Biz yanırık, bizimle
Can veren cihan yanır.
Yanır bu cihan yanır,
Vermeden aman yanır…
Nerde tütsü görseniz,
Orda müslüman yanır.
Asırlık sancıların cevabı bir doğru.
Tarih hep tekerrür ediyor. Ehl-i îman yangınlarla mücadeleyi kazanmadıkça bu tekerrür bitmeyecek. Bu mücadeleyi kazandığımız şanlı devirlerimiz, aslında bu gerçeği yıllardır haykırıyor:
Cennet gerçeğinin şartı, ateşlerden korunmak ve korumak.
Bir bakıma hayat;
Gece gündüz her türlü yangınla mücadele sahnesi.
Bu yüzden vazife;
Bir yanda dünyanın ciğeri olan yeşil âlemde o zümrüt güzelliğin kül olmaması için mücadele.
Bir yanda;
Mazlumları ve masumları yakıp kavuran zulüm ateşleriyle mücadele.
Bir yanda;
İnsanın iki dünyasını cehenneme dönüştüren kötülük yangınlarıyla mücadele.
Bir yanda;
Nesilleri nefsâniyet girdaplarında cirit attırarak ipini koparmış azgın hayvanat gibi gaflet ve isyan tuzaklarında özgürlük kandırmacalarıyla perişan eden, özellikle onların saf ve toy dimağlarını, îmanlarını, ahlâklarını, vicdanlarını, iradelerini önce köleleştiren sonra da yakıp kül eden yangınlarla mücadele.
Özellikle;
İslâm tevhîdini putperestlikle harman etmek isteyen, insanlığın kurtuluşu olan İslâm karakter ve şahsiyetini ve onun âbidevî timsâli olan İbrahimleri ve Muhammedleri yakmak isteyen Nemrutlarla ve Ebûcehillerle mücadele.
Bunun en güçlü adımı;
Ateşleri gülistana çevirecek bir kulluk gayreti ve mükemmelliği. İslâm şahsiyet ve karakteri.
Tıpkı Hazret-i İbrahim gibi.
Hazret-i İbrahim, putperestlerin puthânesindeki bütün putları kırmıştı. Nemrut, onu huzûruna getirtti. Herkes zâlim Nemrut’a secde ederdi, fakat Hazret-i İbrahim;
‒Ben Rabbimden başkasına secde etmem. Rabbim ki, seni de beni de yaratandır! dedi.
Nemrut sordu:
‒Senin Rabbin kim?
‒Dirilten ve öldüren Allah!
‒Ben de diriltir ve öldürürüm.
‒Rabbim güneşi doğudan getirmektedir, gücün yetiyorsa onu batıdan getirsene!
Nemrut sustu kaldı. Cevap veremedi. (bkz. el-Bakara, 258)
Lâkin öfkesinden deliye döndü. Hazret-i İbrahim’i yakmaya karar verdi. Çok büyük bir ateşte yakacaktı onu. Günlerce odun toplattı. Dağ gibi odun yığınları yanmaya başlayınca alevler yeri göğü kapladı. Zâlim Nemrut, kocaman bir mancınıkla Hazret-i İbrahim’i o alevlerin ortasına fırlattı. Sadece Allâh’a teslîmiyeti ile meşhur olan Hazret-i İbrahim’in kalbinde de dilinde şu ilticâ ve şuur vardı:
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ
‒Allah bize yeter,
‒O, ne güzel vekîl!
Yüce Allah, O’nun bu güzel tevekkül ve azmini methetti:
وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ى وَفّٰى
‒Sözünün eri İbrahim!
‒Çok vefâkâr İbrahim! (en–Necm, 37)
Sadece Allâh’a olan teslîmiyeti bilhassa Allâh’ı çok hoşnut ve râzı etti:
اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُۤ اَسْلِمْ
قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
“Rabbi O’na;
‒(Sadece Allâh’a) teslîm ol! dediğinde o;
‒(Bütün varlığımla) Âlemlerin Rabbine teslîm oldum! dedi.” (el-Bakara, 131)
Hazret-i İbrahim’in,
İşte böylesine müstesnâ ve âbide bir İslâm şahsiyet ve karakteri sergilemesi, azgın Nemrut’a ve dev yangına rağmen destanî bir îman dirâyeti göstermesi üzerine Hazret-i Allah ateşe emretti:
يَا نَارُ كُون۪ي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلٰىۤ اِبْرٰه۪يمَ
‒Ey ateş!
‒İbrahim’e serin ve selâmet ol! (el–Enbiyâ, 69)
Çünkü ateşi de yaratan Allah’tı. Her varlık gibi Allah’tan ferman geldiği anda dağ gibi alevler bu emre derhâl boyun büktü. Hazret-i İbrahim’in düştüğü yer, bir anda zümrüt kesildi, çok güzel bir gülistan hâlini alıverdi. İçerisinden tatlı bir pınar fışkırdı.
Buna rağmen îmân etmeyenleri, Hazret-i İbrahim açıkça îkaz etti:
Dedi ki:
‒Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allâh’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. (Lâkin bundan) sonra kıyâmet günü (gelip çattığında) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız.
Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur! (el–Ankebût, 25)
Bu gerçeğin her devirde olduğu gibi zamanımızda da o kadar fotoğrafları var ki.
Her daim;
Dünya sahnesinde her türlü fotoğraf mevcut.
Kâğıtlardaki fotoğraflar başka, gerçeklerin tabloları bambaşka ibretler sergisi. Onlara bakınca:
Kimler nemrut namzedi?
Kimler İbrahim ahlâkında ve dirâyetinde?
Zâlimler kendi tablolarını ve fotoğraflarını ne kadar süslü, sanatlı ve güzel gösterseler de zulüm, her zaman zulüm ve âkıbeti de ebedî bir hüsran. İnsanlık tarihinde Allah katında hiçbir zaman zâlimlerin kazandığı görülmemiştir. Onlar bir müddet dünyayı zulüm karanlıklarıyla doldursalar da kader plânındaki zarûrî imtihanlar tamam olduğunda yüce Allah hepsini kahr u perişan etmiştir daima. Şiirin diliyle;
Şer fısıldar sana Nemrûd, ama ey kanlı güruh,
Ebedî kaybediyorsun, iki gün uğruna, yuh!
Bâri ey kahpe, Ebû Cehl’e bakıp anla bunu:
Zulme dâir Firavunlar deneyip gördü sonu,
Mutlu bir son ve huzur yok o mezâlim hünere,
Tuttuğun yol, iki dünyâda da çıkmaz zafere!
Zulmünün mikrobu, milyarları öldürse dahi,
Bekle, bir gün, yedi gökten bir ilâç, vallâhi,
En nihâyet yok eder zulme dalan her virüsü,
Bir cehennem yemidir onların iğrenç ölüsü.
Yüce takdir bu, zulüm ehlinin er-geç başına,
Öyle tûfan, ya da lâv var, bak ebâbil taşına!
O küçük taşla bütün Ebreheler devrildi,
Bir alev taş ki o, Lût kavmini toptan sildi.
Sabrı çok, Rabbimiz’in kahrı fakat taştığı gün,
Sâde bir fırtına, Âd kavmini kahretti bütün.
Hakk’a nankör kesilen her göze ihtar bu gazap,
Sâde bir sayha ve sarsıntı, Semûd kavmi harap!
İntikam sillesi, gökten yere dünden beri iz,
Firavun kibrini bir anda nasıl boğdu deniz!
Vakti var, her kuduran zulme ilâhî tokadın,
Âkıbet, bir sineğin yendiği Nemrûd’a bakın!
Deviren koskoca Câlût’u küçük bir taştı,
Bir çocuk, bir devi alt etti, görenler şaştı!
Ey nesil, işte budur bizdeki güç, bayrakta,
Yüce takdir ve tecellî, şunu anlatmakta:
İmtihan sonrası, her devr-i zulüm battı yere,
Müjde var sabrederek Arş’a çıkan kimselere!
İmdi, zâlim kazanır sanma sakın, ey mazlum,
Der ki Seyrî: Ebedî kudrete her şey mahkûm!
Değişmez bir hakikat bu.
Ancak;
Mü’min gönüllere düşen İbrahim gibi bir dirâyet ve şahsiyet sergilemek. Her ahvalde hiç bozulmadan ve yamulmadan sabır ve sebat ederek;
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ
‒Allâh bize yeter,
‒O, ne güzel vekîl! şuuru içinde olmak.
O zaman tüm yangınlarda göklerden;
يَا نَارُ كُون۪ي بَرْدًا وَسَلَامًا
‒Ey ateş!
‒Serin ve selâmet ol! nidâsı devreye girecektir.
Tüm mesele;
Ehl-i îmânın dirâyeti, İslâm şahsiyet ve karakteri tüm ateşleri gülistana çevirecek bir vasıfta olması.
Hepimiz için elzem olan;
Gerçek şahsiyet ve karakter işte bu!
Dilinde aynı, elinde aynı, hâlinde aynı, içinde aynı, dışında aynı, aklında aynı, nefsinde aynı, kalbinde aynı, rûhunda aynı, ufkunda aynı, nasibinde ve rotasında aynı îman, hidâyet, merhamet, dirâyet ve gayret.
Şu âhirzamanda kıyâmetin son virajında herkes bakmalı:
-Dilinde ne var?
-Elinde ne var?
-Aklında ne var?
-Nefsinde ne var?
-Kalbinde ne var?
-İçinde-dışında ne var?
-Vicdanında ne var?
-İlminde ne var?
–İrfânında ne var?
–Rûhunda ne var?
-Ufkunda ne var?
Hidâyet ve merhamet var mı? İki dünyayı ihyâ edecek bir ilâhî dâvâ var mı? Zâlimler elinde perişan olan nice mazlumlara çareler var mı? Yeryüzünü ve insanlığı kül eden gaflet ve isyan yangınlarını söndürecek rahmet dolu bir dirâyet var mı?
Feth-i mübînler var mı?
Müjdeler var mı?
Cennetler var mı?
Yoksa;
Başka şeyler mi var?
Hâsılı;
Mü’minlerin îman harmanında İslâm şahsiyet ve karakteri var mı yoksa başka karakterler mi cirit atıyor? Devranda nelere tuş oluyor, neleri tuş ediyoruz?
Unutmamalı:
Yapmacık, yalancı, numaracı, düzenbaz, sahtekâr, hileci, münafık, kâfir ve nankör olmak üzere yığınla çeşidi var şahsiyetlerin, hepsi de sahte. Üstelik, hepsi de ciddiyet ve doğruluk maskesine bürünmüş. Fark etmek zor. Bazen o sahteliğe karşı mücadele etmek bile âdeta tuhaf kaçıyor. Doğruluk maskesindeki yalana tepki verince âdeta sen suçlu oluyorsun!
Maalesef;
Birileri yalan üzerine örttükleri doğruluk maskesinin kavgasını canhıraş bir şekilde verirlerken birileri de gerçek doğruluğu savunamaz bir vaziyet içinde âtıl duruyor. Birileri şahsiyetleri kül edecek yangınlar çıkarırken birileri onları söndürmek hususunda azıcık kıpırdasa eleştiri okları peş peşe.
İşte böyle bir hengâmda;
Hayal peşinde değil hakikat peşinde koşan ve bundan hiç vazgeçmeyen bir dirâyet, şuur, aşk ve gayret hâlinde olabilmek İslâm şahsiyet ve karakteri.
Tarihimizdeki zaferlere biz, bu şahsiyet ve karakter ile ulaştık.
Yeni zaferlere gebe olan yarınlar da aynı fedâkârlık ve gayretlerin destanı olacaktır.
Bu da;
Herkesin menfaat ve nimet bencilliğine kapılarak ilâhî mes’ûliyetler ve emânetler etrafında gece gündüz gayret ve fedâkârlığa düşmanca baktığı bir dünyada hidâyet ve merhamet kervanı olabilmekten geçiyor.
Yâ Rab,
Nasîb et!
Âmîn!