GÜNÜMÜZ TESETTÜRLERİ
Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
Yazın en sıcak günlerinde bulunmamız hasebiyle, bilhassa hanımlarda -kılık kıyafet yönüyle- hava durumlarına göre hâliyle bazı değişimler oluyor. Sıcaklık dolayısıyla; insanlar giyimlerinde elbette daha ince ve hafif kumaşları tercih ediyorlar. Bu gayet tabiîdir. Ancak biz, -uzun zamandır dikkat çekmek istediğimiz- hanımlara yönelik giyim kuşam tarzlarındaki rahatlıktan bahsetmek istiyoruz. Geçen ayki yazımızda, geçmişten bu yana kadının süslenme hususu ve bu konunun günümüzde gelişen ama İslâmî kaidelere uygun olmayan pek çok menfîliklerinden bahsetmiştik. Bu yazımızda da maksadından hızlıca kayan tesettür ve bozulan müslüman hanımefendi imajlarını yazmak niyetindeyiz inşâallah. Şimdiden faydalı olması temennîsiyle, başlayalım efendim.
Önce; «Tesettür nedir?» dersek; tesettür en basit tabirle; «Şer‘an örtülmesi gereken yerlerin örtülmesidir.» diyebiliriz. Bir kimsenin örtmesi gereken ve başkasının (yani helâl olmayan kişilerin) bakmasının haram olan yerlerine «avret» denir.
Örtünmenin gayesi; haram bakışlardan sakınmak, ırzı ve namusu meşrû olmayan isteklerden korumaktır. İnsanın fıtratında var olan edep ve hayâ duygusu, örtünmeyi gerektirir. Örtünmek, kadına yaraşan en nezih bir kıyafettir. Kadının; tanınıp, eziyet edilmemesine ve sarkıntılık yapılmamasına sebeptir. Örtünmek, kadının güzelliklerini muhafaza ettirir. Böylece kadın toplumda, itibarlı bir konuma yükselir.
Tesettürdeki asıl gaye, Rabbimiz’in kadın için emrettiği âyetlere (bkz. el-Ahzâb, 59; en-Nûr, 31) uyarak Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmaktır. Bu şekilde kadın, kalbini ok gibi yaralayan manzaralardan korunmuş olur. Dolayısıyla kalp; mânevî yönden kuvvetlenir, kötü şeylerle meşgul olmaz. Rûha, bedene, gönle nur dolar. Böylece kalpte firâset yani doğru hareket etme becerisi gelişir. Tesettür, şeytanın giriş yollarını kapatır.
Kadının örtülü olması; hürriyetini kısmak değil, bilâkis onun şeref ve izzetini korumak maksatlıdır ve hakikî hürriyete erişmesi içindir. Kadının sözde(!) kıyafet hürriyetine kavuşması; nefis, şehvet, moda, yabancı erkeklerin tasallutu gibi birçok esâreti de beraberinde getirir. Mukaddes Kitâbımız Kur’ân-ı Azîmüşşân’da şöyle buyurulur:
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah; bağışlayandır, esirgeyendir.” (el–Ahzâb, 59)
Cenâb-ı Hakk’ın «örtünme» emri; kadını muhafaza etmek, onun kıymetini artırmak ve hürmete lâyık, muhterem bir varlık olarak onu topluma sunmak maksatlıdır.
Dış etkilerden korumak istediğimiz her şeyi örtü ile muhafaza ettiğimiz bir gerçektir. Yine örtünmeyle ilgili şerefli kitâbımızda şu emirler vardır:
“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler.
Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.
Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü’min kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden olup da ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbî kimseler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler.
Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar. (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler.)
Ey mü’minler! Hep birden Allâh’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (en–Nûr, 31)
Âyet meâlinin açıklaması: “Yukarıdaki âyet-i kerîmede; kadınların, teşhir etmeleri yasaklanan «ziynet»ten maksadın ne olduğu konusunda farklı görüşler vardır: Bir görüşe göre bu ziynetten maksat; küpe, bilezik, yüzük ve gerdanlık gibi süs takıları ile sürme, kına gibi şeylerdir. Bu yoruma göre bu tür ziynet eşyasının bedende teşhiri kadınlar için haramdır. Elbise de ziynet olmakla beraber; gizlenmesi mümkün olmadığı için, âyette diğerlerinden istisnâ edilmiştir.
Ancak, daha kuvvetli bir görüşe göre; âyetteki «ziynet» tabiri, kadının vücudunu ifade eder ki, buna göre yasaklanan, süs eşyalarının teşhiri değil, vücudun teşhiridir. Bu yasaklamadan istisnâ edilen «görünen kısım» ise; kadının yüzü, elleri ve -bir görüşe göre- ayaklarıdır.”
Bu âyet-i kerîmelerden, kadınlar için incelenecek ve üzerinde durulacak birçok husus ortaya çıkmaktadır. Meselâ; kadınların örtülmesi gerekli yerleri neresidir? Sokağa çıktığında kıyafet ölçüsü nedir? Kadının; süslü-püslü, makyajlı, câzip kıyafetlerle dışarıda bulunmasının hükmü nedir? Kadının tokalaşması helâl mi? Erkekler gibi pantolon giymesi uygun mu? Bunlara girmeden önce yine müslümanların hakikat ölçüsü olan Aziz Kur’ân’daki şu âyete bakmak lâzım:
“Ey âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi… İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allâh’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdik.)” (el–A‘râf, 26)
Âyet meâlinin açıklaması: “Takvâ elbisesi, bazı âlimler tarafından; hayâ, sâlih amel, yüzdeki hoş çehre, tevâzu belirtisi olan sert ve yün elbise, harpte giyilen zırh ve miğfer, Allah korkusu, emrettiği ve yasakladığı konularda Allah’tan sakınmayı şiâr edinme şekillerinde yorumlanmıştır. Buna, takvâyı hatırlatan ve takvânın gereği olan elbisedir, yorumunu da ekleyebiliriz.”
“Ey âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz Biz; şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” (el–A‘râf, 26-27)
Belirtilen âyet-i kerîmeler örtünme hakkında bize şu hususları bildirmektedir: 26. âyet-i kerîmede; vücudun avret yerlerinin örtülmesi, bedenin korunması ve süslenmemesine öncelik verilmesi gerçeği; örtünmede fizîkî fonksiyondan ziyade ahlâkî fonksiyona daha büyük önem verildiğinin açık delilidir. Böylece insan tabiatının, hayvanın tabiatından tümüyle farklı olduğu açıktır. Allah Teâlâ Hazretleri; hayvanları doğuştan örtülü olarak yaratmış, onlara utanma ve hayâ duygusu vermemiştir. Günümüzde şeytanın tuzağına düşen insanlar, örtünmenin önemini anlamamış kimselerdir. Şeytan, İslâm öncesi Arapları; örtünmenin, sadece süslenmek ve vücudu sert hava şartlarından korumak mânâsına geldiği inancını onlara empoze ederek baştan çıkarmıştı. Bu sebepten, onlar örtünmenin gayesini önemsemediler ve avret yerlerini örtme kaygısında bulunmadılar. Üstelik Araplar, hac mevsiminde Kâbe’yi çırılçıplak tavaf ediyorlardı. Gece kadınlar, gündüz erkekler bu vazifelerini çıplak bir şekilde yaparlardı. Üzerlerindeki elbiselerin günah kiri taşıdığı inancıyla; Hakk’ın huzûruna güyâ (!) tertemiz gitmek maksadıyla, böylesi sapkın ve çarpık bir zihniyet taşıyorlardı.
Bu zihniyet sadece Araplara ait değil, günümüz insanları da maalesef örtünmeyi kavrayamıyorlar. Çıplaklık, açıklık-saçıklık, şeytanın insanı sürüklediği çıkmazın görünen yüzüdür. İnsan; günah işlemeye ısrarla devam edince, şeytan, zamanla insandan utanma hissini ve hayâyı kaldırıyor. Elbise ve örtünme; bedeni koruyan ve süsleyen, ayıp yerleri örten bir araç olarak görülmemelidir. O aynı zamanda insanı takvâ sahibi yapar. Ancak ne yazık ki; bugünkü müslümanlar, takvâ boyutuyla değil, fetvâ ile hareket ediyorlar. Yaşadığımız devirde insanımıza, âhiret gerçeği ve takvâ hususu unutturulmuştur. Örtünme, Allah Teâlâ’nın âyetlerinden bir âyettir. Tesettür âyetlerinin bugün yanlış anlaşılmasının temelinde; onların ihtivâ ettiği, lügavî, nahvî ve tarihî gerçeklerin görülmeden, âyetlerin sathî olarak ele alınması yatmaktadır. Her şeyin geliştiği, yaşadığımız şu asırda, her mükellef müslüman; kendisine Cenâb-ı Hak tarafından ne emredildiyse, onu hakkıyla yerine getirmek için her türlü bilgiye erişebilecek durumdadır ve emredilenleri de yapabilecek iradede yaratılmıştır elhamdülillâh.
GÖZLERİ HARAMDAN KORUMAK
Kadınların kıyafet dikkatinin olmadığı asrımızda, müslümanların gözlerini haramdan korumaya özen göstermesi gerekir. Bu zordur; ama insan, iradesiyle pek çok zorun üstesinden gelebilir. Bunun için sarf edilen çabanın mânevî mükâfâtı büyüktür:
“Bir müslüman erkeğin gözü, mahremi olmayan bir kadının güzelliğine takılır da, sonra Allah’tan korkarak gözünü ondan sakınırsa; Allah Teâlâ, ona ibâdet ecri verir. Ve o kimse, kalbinde ibâdet tadını bulur.” (Ahmed bin Hanbel, V, 24)
Ehli hikmet; müslümanlara, dışarıda gözlerini muhafaza etmelerini ve yolda yürürken tasavvuf terbiyesindeki Abdulhâlik Gucdüvânî Hazretleri’nin; «Nazar ber kadem (bakışları ayakucuna çevirmek)» prensibini uygulamalarını tavsiye ederlerdi. Bilindiği gibi göz, kalbin penceresidir. Gözün gördükleri; kalbi meşgul eder, kişi günaha girer. Gözü harama çarptığında; hemen gözünü başka tarafa çevirip günahta ısrar etmeyen mü’min, kendini günahtan kurtarmış olur. Nitekim Rasûlullah –aleyhissalâtü vesselâm- Hazret-i Ali –radıyallâhu anh-’a;
“–Yâ Ali! Bakış bakışı izlemesin! İlk bakış sana ait yani mubahtır. Sonraki ise sana ait değildir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 43) buyurmuştur. Buradaki ilk bakıştan maksat, elde olmadan meydana gelen göze çarpmalardır. Ayrıca Mevlâ Teâlâ;
“(Allah) gözlerin hâin bakışını, göğüslerin (kalplerin) gizleyecekleri her şeyi bilir.” (el–Mü’min, 19)
buyurur.
Başka bir âyette de;
“Kulak, göz, kalp; bunlardan (yaptıklarından) mes’uldür.” (el–İsrâ, 36) buyurulur.
GÖZ NEREYE BAKARSA, GÖNÜL ORAYA AKAR!
Şu gerçeği hatırda tutmakta yarar var; bakışmayı selâmlaşma, selâmlaşmayı da buluşma takip eder. Bunların hepsi de kişiyi günaha götürür. Bu sebeple İslâmî prensipleri sıkı sıkıya uygulamak şarttır. Erkeğin yabancı kadına, kadının da yabancı erkeğe bakması haramdır. (İslâm’da Tesettür ve Hayâ, Hüseyin ERDOĞAN, s. 357) Erkek, erkeklik haysiyetini; kadın da, kadınlık meziyetini korumalıdır.
Câhiliyye devrinde; kadınların, başörtülerini iki omuz arasından arkaya doğru sarkıtarak, göğüslerini açıkta bırakacak vaziyette süslenip, iyi-kötü ayırt etmeksizin yabancı erkeklerle bir arada bulunarak onlarla görüşüp, konuşma gibi âdetleri vardı. Kadınlar bu davranışlarında bir sakınca görmezlerdi. İslâmiyet’in ilk devirlerinde Peygamberimiz’in zevceleri de, aynı Arap âdetlerini uygulardı. Hazret-i Ömer –radıyallâhu anh– Efendimiz; dışarıdan ziyarete gelen kimselerin, mü’mine annelerimizin yanında o şekilde bulunmalarından son derece rahatsız olurlardı. Peygamber –aleyhissalâtü vesselâm- da kadınların örtünmelerinin, yabancı erkeklerle bir arada bulunmamasının faydalarını bilmesine rağmen, bu hususta Allah Teâlâ’dan herhangi bir emir gelmediği için sesini çıkarmıyordu. Bu durum hicretin 4. yılına kadar devam etti. Nihayet o sene Zilkāde ayında tesettür âyeti geldi. Bundan sonra müslüman kadınlar; avret yerlerini göstermekten, yabancı erkeklerle bir arada bulunmaktan şiddetle kaçındılar.
İSLÂM DÎNİ ve İSLÂM’A BAĞLILIK, ÂDET ve ALIŞKANLIKLARLA ÖLÇÜLEMEZ
Yüce kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de;
“Ey îmân edenler! …Peygamber’in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır…” (el-Ahzâb, 53) buyurulur. Bu âyet, eski tabirle, «haremlik-selâmlık» olarak ifadesini bulan, kadın ve erkeğin karışık bir şekilde bir arada bulunmamasının ehemmiyetini bize göstermektedir. Aynı zamanda kadının erkeğe görünmemeye âzamî sûrette dikkat edilmesini, hattâ bugün dahî kapıya gelen erkeğe, kapı ardından muamele edilmesi isteniyor. Yine İslâm ahlâkında; mahrem olan iki cinsin, yalnız olarak yani yanlarında kimse bulunmadan birlikte oturmalarına müsaade edilmez. Üçüncü şahsın bulunmadığı yerde; üçüncü şeytandır, prensibi esastır. (Tâc, c. II, s. 239)
TOKALAŞMA KONUSU
Mahrem olmayan kadın ve erkeğin birbirine dokunması, musâfaha etmesi, tokalaşması helâl değildir. Hadîs-i şerifte belirtildiği üzere bu konu, o uzvun zinâsı durumundadır:
“Gözlerin zinâsı bakmaktır. Kulakların zinâsı dinlemektir. Dilin zinâsı konuşmaktır. Elin zinâsı yapışmaktır ve tutmaktır. Ayağın zinâsı gitmektir. Nefis ise (bu kötü işleri) sever, temennî ve arzu eder.” (Buhârî, c. VII, s. 130)
Hazret-i Âişe –radıyallâhu anhâ– yemin ederek anlatıyor:
“Rasûlullâh’ın eli asla yabancı bir kadına değmedi.” (Buhârî, Ahkâm, 49)
Peygamberimiz –aleyhisselâm– şöyle buyuruyorlar:
“Bir kimse, meşrû bir yol olmadığı hâlde (zarûret durumlarında, ameliyat gibi hâller hâriç) kadına dokunursa, kıyâmet günü avucunun içine kor bir ateş konur.” (Fethu’l-Kadîr, c. 8, 460; Damâd, c. 2, 540)
Peygamber –aleyhisselâm– yine buyurur:
“Elbette ben kadınlarla musâfaha etmem. Ancak benim yüz kadına olan sözüm, bir tek kadına olan sözüm gibidir.” (İbn-i Mâce, Cihâd, 43)
PANTOLON GİYME HUSUSU
Hazret-i Peygamber –aleyhissalâtü vesselâm-; giyim kuşamıyla, beden ve davranışlarıyla erkeğe benzemeye çalışan kadına ve kadına benzeyen erkeğe lânet etmiştir:
“Kadınlardan erkeklere benzeyenlerle, erkeklerden kadınlara benzeyenler bizden değildir.” (Buhârî, Libâs, 61)
Yine diğer bir hadîs-i şerifte;
“Nebî –aleyhisselâm-; erkekleşen kadınlarla, kadınlaşan erkekleri lânetledi. Ve; «Onları evlerinizden çıkarınız!» buyurdular.” (Buhârî, Libâs, 62)
Abdullah bin Ömer –radıyallâhu anhümâ-’dan gelen bir başka hadîs-i şerifte şöyle buyurulur:
“Üç kimse vardır ki, onlar cennete giremez ve kıyâmet günü Allah Teâlâ onlara rahmet nazarıyla bakmaz:
1. Ana-babasını dinlemeyen evlât.
2. Erkeklere benzemeye çalışan kadın.
3. Eşini kıskanmayan koca.” (Ahmed bin Hanbel, c. II, s. 134)
Netice olarak diyebiliriz ki; müslüman hanımlar, kendi cinsine ait olmayan giyim ve davranışlara özenmemeli, erkeklere yönelik kıyafetlere meyletmemelidir. Zira her cins, kendi özellikleri içinde bir değer ifade eder. Günümüz insanları; maalesef uzun süredir, bize ait olmayan kılık kıyafet ve davranış bozukluklarını taklit etmekte birbirleriyle yarışır hâle geldiler. Çirkinlik ve ahlâksızlık yoluna düşmüş olanlar; önder edindikleri şeytanların ve dinsiz gürûhun teşviklerine kapılmış, en kötü sapkınlık misallerini vermişlerdir. Bu gayr-i ahlâkî, hiçbir değer tanımayan pespaye yolun kılavuzluğunu yapanlar, kesinlikle müslüman hanımların iyiliğini ve huzurunu isteyen kişiler değildir.
Tuzakçı zihniyetler her gün biraz daha enteresan, gayr-i İslâmî kıyafetler îcat ederek; müslüman kız ve kadınlarımızı sefih arzularının peşinde sürüklemişlerdir. Bu hususta senelerdir, yok «tesettür defileleri», yok «müslüman kadının da imajı olmalı» gibi sloganları maharetle tezgâhlayıp, elbiseleri, pardösüleri, etekleri santim santim kısaltarak, daraltarak, süsleyerek onların tesettür şuurlarını yok ettiler. Bu işi modaya uydurmak adına sulandırdılar. Başörtülerde değişik model îcatları yaparak önceleri; «sıkma baş», peşinden «türban», sonraları «Mekke’nin çatısı», şimdilerde arkadan bağlamalı şallar çıkararak tesettürü gayesinden saptırdılar. Önceden «rızâ hedefli» yaşayan müslüman kadınları ve kızları, «süs hedefli» tercihe yönlendirdiler. Pek tabiî nefis taşıyan çoğunluk müslüman hanımlar, süslü püslü yeni çıkarılan tesettür şekillerini tercih eder oldular. Moda denen esâretin istekli kölesi hâline gelen müslüman hanımlar; ne yazık ki şu devirde, tesettür adına pek çok yanlışa saparak hattâ olmayacak giyim şekillerine yönelerek, bu değerli işi çığırından çıkardılar.
Amerikalı bir profesörün şu sözü bir hakikattir:
“Moda alanında yapılan değişiklikler, insanlar için bir dert ve sıkıntıdan başka bir şey değildir. Hele modanın şu veya bu kaprisine itaat etmek gülünçtür. Giyim, hayatla güzelliğin kalitesini yükseltmek için kullanılsaydı, iş değişirdi.”
Bir gazeteci, Türk ve Arap modası diye benimsenen elbiseleri, aslında öze dönüşün müjdesi ve özlemi olarak nitelendirirken, şunları söylüyor:
“Hanımlar bu yıl esrarlı bir havaya bürünecekler. Yaşadığımız çağın çılgınlıklarını bir kenara iten modacılar, 45 yıl geriye bakıp o devrin hayatını, kıyafetlerle karşımıza çıkardılar.”
Buradan çıkan mesajı iyi kavramak lâzım, çağın çılgınlıklarını moda diye sunanlar, aslında onlar da işin farkında. Bu çirkinliklere tâbî olanlar; ne yaptıklarının, kendilerini nasıl komik durumlara soktuklarının idrâkinde değillerse, doğrusu kendilerine hayret ederiz. Anadolu kadınının şalvarını moda yaptılar; tesettürlü kızları, rujlu, makyajlı resimlerle reklâm panolarına asarak, reklâm aracı yaptılar. Âdeta; «Böyle olun!» der hâle getirdiler.
Oscar Wilde’in bir ünlü tespiti var, diyor ki:
“Moda denen şey o kadar çirkindir ki, onu her altı ayda bir değiştirirler.”
Yani modayı çıkaranlar; seneler önce modayı, çirkin bir değişken olarak görüyorlar.
Günümüzde tesettür ve moda kavramlarını yan yana getirmeye çalışıyorlar. Oysa ikisinin bir arada olması imkânsızdır. Çünkü tesettür, değişmeyen kaidelerin ürünüdür. Moda ise, sürekli değişimin adıdır. Tesettür, dünyacı olmayan bir yapının habercisidir. Moda ise tümüyle dünyacı «kefen modası» demek kadar da acıdır. Sahi neden olmasın değil mi? Yaz modası, kış modası, bahar modası, erkek modası, kadın modası, genç kız modası, çocuk modası, Fransız modası, İngiliz modası oluyor da «kefen modası» neden olmasın? Son günlerde, billboardlardaki «Gassal» dizisini hatırlayın…
Şurası bir hakikat, moda; doğru ve kalıcı olan değil, geçici heveslerin adıdır. Modanın da modası geçiyor. Moda kelimesinde, «ihtiyaç» diye bir kavram olmadığından, akıl ve mantıkla modayı îzah etmek mümkün değildir. Müslümanların önceleri, temel ihtiyaçlarla sınırlı bir hayat felsefeleri vardı. Zenginleşme ölçüsünde, hayat felsefesi değişti. Artık bugün dindarların da «moda»ları var, «İslâmî moda». Biliniz ki; moda insanı kendi hâline bırakmaz, köleliğe yönlendirir. Yine moda; tek boyutlu bir atmosfer değildir, hemen her boyutta ve her alanda insanın yakasına yapışıp insana hükmetmeye kalkar. Aynı zamanda modanın en büyük zararı; çeşitliliği ortadan kaldırarak, insanları, sadece giyim kuşamla değil, düşünce ve yaşantı biçimiyle de tek tipleştirir.
Hâlbuki müslümanların fikir ve davranış biçimlerinden, giyim kuşamlarına kadar hayatlarının merkezinde, İslâmî prensipler hâkimdir ya da olmalıdır. Kâinâtın Mutlak Sahibi olan Allah Teâlâ’ya yakınlık «takvâ» iledir. Koca Yavuz Sultan Selim, sıradan bir yeniçeri gibi giyinirdi. Bu sadeliğinin sebebi sorulduğunda;
“–Vezirlerin süslü giyinmesi, padişaha şirin görünmek içindir. Ben ise padişahım. Cenâb-ı Hak; insanların kılığına kıyafetine değil, yüreğine bakar. Bu yüzden süslü giyinmeme gerek yok.” diyor.
Günümüzde toplumun değişik kesimlerinde, -farklı olmak adına- bir gösteriş merakı aldı başını gidiyor. Âhiret inancı zayıflayanlarda, gösteriş ve lüks merakı olur. Onlar her nimeti bu fânî dünyada tatmak, her lezzete bu geçici dünyada erişmek istiyorlar. Modernite ve çağdaş yaşama isteği, bizden temel değerlerimizi alıp götürdü.
Farklılıklarımız zenginliklerimizdi, oysa moda bunu tekdüzeliğe indirgiyor. Aynı şeyleri yiyip içen, aynı renkte aynı elbiseleri giyen, aynı müziği dinleyip aynı filmi seyreden hangi millet olursa olsun, gitgide bütün insanlık aynı şekilde düşünür oldu. Bu durum, insanlık adına ciddî bir tehlikedir. Amerika’da, Rusya’da, Japonya’da; hamburger yiyip, kola içerken aynı müziği dinleyen, aynı bayramı kutlayan bir nesil yetişti. Ülkemiz anaokullarında -düşünsenize- Amerika’daki, «cadılar bayramı» kutlandı. Konuşma tarzları, şakalaşma, tepkiler, markalar hattâ saç kesim şekilleri bile aynılaştı. Eskiden top tüfekle kazanılan savaşlar vardı. Şimdi moda tuzağıyla, reklâmlarla insanların beyinleri yıkanıyor ve insanda şuur bırakmıyorlar. Aman dikkat! Oyuna gelmeyelim! Kendimiz uyanık olalım ve etrafımızı da uyandıralım inşâallah.