DERDİMİZ ve DERMANIMIZ: AİLE

Mehmet MENCET

 

Aile; toplumun temel taşı, en küçük parçası, göz bebeği âdeta. İnsan sosyal bir varlık olduğundan, yüce Yaradan belli kaideler koymuştur. Ailenin gelecek nesillerinin; sağlıklı, vatana-millete faydalı, barış içinde, geçici dünya hayatını kullanmasını emretmiştir.

 

Bu kaidelerin dışına çıkıldığında, insan fıtratına uymayan davranışlar ortaya çıkar. Yaratan bilmez mi insanın neye zaafı, meyli var? «Yalnızlık Allâh’a mahsustur.» derler. İstediğin kadar malın, mülkün, rütben, şöhretin olsun, insansın. Yalnızsan bunların bir anlamı yok, önemi yok. İnsanın; omzuna yaslanacağı, iyi günde sevincini paylaşacağı, kötü günde destek alacağı bir ailesi olsun.

 

Elbette güzel dostların olabilir, ama seni her şeyinle en yakından tanıyan bir ailen varsa, dünyanın en zengin insanı sensin. Aile; anne, baba ve çocuklardan meydana gelir, diye tanımlanır. Bir yuva kurulurken; herkes sorumluluğunu iyi bilmeli. Birkaç göz alıcı hevese kapılmayıp, dünya ve âhiretini kazanacağı bir ömür geçirebileceğini tahmin ederek eş seçmeli.

 

Hiçbir kadın bir evliyâ ya da bir prensle evlendiğini düşünmesin. Hiçbir erkek de bir hûrî ile evlendiğini zannetmesin. İnsan daima hataya meyillidir. Bilerek veya bilmeyerek; gençlik, enerji, çevre derken, kendini başka yerlerde bulabiliyor. Hiç kimse dört dörtlük değil. Belki dışarıya aksetmiyor ama insanın yaşı ilerledikçe; neler görüyor, yaşıyor, duyuyor.

 

Hiç yok yere yıkılan yuvalar, enkazın altında da kalan ne yazık ki çocuklar oluyor. Mutluluk parada pulda değil, huzurda. Ama maalesef evlilikler; lüks yarışı, sayısız ve çok gereksiz teferruat artık olmazsa olmazmış gibi. Daha sonra borç batağı ve kavgalar… İnsanın değeri; eşyayla, yapacağı düğünle ölçülüyor âdeta. Sınıfların yarıdan fazlasının anne-babası ayrı. Başka çocukları; annesi ve babası elinden tutup okula getirince, kin ve nefret duyuyor onlara. Akran zorbalığı biraz da böyle çocuklarda oluşuyor.

 

Bir tanıdığın kızı eşinden ayrılmıştı. Baba çocuğunu görmeye geliyor, kucaklıyor. O arada bahçedeki köpek geliyor. Çocuk babasını bırakıp hemen köpeğe sarılıyor. Baba soruyor:

 

“–Beni bırakıp ona sarılıyorsun, onu daha mı çok seviyorsun?” Çocuk;

 

“–Evet; çünkü o beni hiç bırakıp gitmiyor.” diyor.

 

Sadece yedirip içirip gezdirmekle olmuyor. Ruhları aç çocukların bu açlığını anne-babanın yerine hiçbir konfor kapatamaz. Toprakla buluşmadan önce gönüllerle buluşmak lâzım, kalp kırmadan önce gönül almayı bilmek lâzım.

 

Bir başka tanıdığımız;

 

“–İlkokul 4. sınıftayken; öğretmen karneme yıldız koydu, bana kurdele taktı. İlk anneme göstermek istedim, koşa koşa eve geldim sevincimi paylaşmak için. «Anne!.. Anne!..» diye bağırdım. Her tarafı aradım, taradım ama annem gitmişti. O ânı ömür boyu unutamadım. Evin hanımı ben oldum; yemek yapmayı, çamaşır yıkamayı öğrendim.” diyor.

 

Yanlışa düşmeden önce doğru olmayı bilmek lâzım. Sevilmeyi istemeden önce sevmeyi bilmek lâzım. Kuş yuvada öğrenir her şeyi; çocuklar dinlemez takip ederler. Onlara her konuda örnek olacak davranışlarımız olmalı, sözde kalmamalı. Önce kendimize çekidüzen vermeliyiz ki çocuklarımız takdir etsinler. Çocuklar anne-babalara hem nimet hem emânet hem de bir imtihan olarak Rabbimiz tarafından verilmiştir. Onlar bize fıtraten temiz bir emânet olarak verilmiş bir hamur gibidir. Anne-babanın davranışları, ses tonu, hattâ mimikleri, kelimeleri telâffuzu çocuğun şahsiyetini oluşturur. Nasihatten ziyade, davranışları taklit eder. Annelerin sînesi, evlâtları için ilk «mektep»tir.

 

Sevgi için bir dile ihtiyaç yoktur, o kendi dilini bilir. «Ne oldum!» demeden önce; «Ne olacağım!» demeli. Yanlışa düşmeden önce, doğru olmayı bilmek lâzım.

 

Hayatımız bir gün sona erecek. Ebedî bir hayatın şekilleneceği; hesap, sorgu ve hayalimize gelmeyecek sorgu ve suallerin olacağı, hiçbir söz ve hâdisenin unutulmadığı, yazılan defterlerin ortaya konduğu bir ortamın içinde kendimizi bulacağız.

 

Kulun bütün haysiyeti müslüman oluşundan gelir. Her önemli bir iş besmele, sağlam ve dürüst bir malzeme ile başlar. Bizde maalesef belediye başkanından alınan bir yetki ile başlanan bir nikâh töreni var. Aldığımız, kendimize giydirilen kaidelerin olduğu batıda, nikâh kilisede bir papazın duâ ve iyi dilekleri ile başlar ve biter. Bizde bu mâneviyatı yaşatacak, gelenleri ve nikâha vesile olan çiftleri etkileyecek ciddî ne söz ne ortam var. Neden kaçıyoruz? Yüce Allâh’ım!

 

Son yıllarda artık müftülüklerin de nikâh kıyması esası getirildi. Acaba ne kadar uygulanabiliyor? Rağbet ne kadar?

 

Peygamberimiz’in bu konudaki hayatını, emir ve sorumluluklarını bildirecek, tebliğ edecek mekân ve bilgilere çok ihtiyacımız var. Tehlikeleri yaşıyoruz, problemleri biliyoruz. Sebep ve çareleri rahatça kimseye aldırmadan, kınanmaya aldırmadan, söyleyip güzel örnek olacak şahsiyetlere ihtiyacımız var.

 

Mutlu bir ailede; sevgi, saygı, sadâkat, sorumluluk ve sabırla cenneti kazanma önemli. Kul hakkı gibi ağır bir vebâli nasıl vereceğiz? Her sözü, her hâdiseye örnek hayatı önümüzdeyken, neden hazinelerimiz kapalı bir hâlde gizli kalıyor?

 

Hani derler ya; «Allah iki cihan saâdeti versin.» diye; o saâdeti, o mutlu yuvayı burada kuramazsak, âhirette ne yaparız?

 

Rabbim, hepimize; akıl, fikir, firâset, gönül zenginliği içinde; hayırlı, göz aydınlığı evlâtların olduğu yuvalar nasip etsin inşâallah