2025 AİLE YILI

Melek E. AKTEMUR aktemurmelek@gmail.com

 

 

Her canlı doğar, yetişir ve vakti geldiğinde ölür. Bu Allâh’ın bir kanunu yani «Sünnetullâh»ıdır. İnsan da dünya sahnesinde kendine biçilen rolü, iyi ya da kötü oynar ve hayat sahnesinden çekilir. Sahne ve rol derken: Sahnede kukla mesâbesinde değildir elbet.

 

Yaradan; -eşref-i mahlûkat- olarak tanımladığı insanı, akıl ve irade ile tezyin etmiştir.

 

İlk insanın dünyaya gönderilmesi ile beraber; ona sorumluluklarını bildirecek, doğru ve yanlışı gösterecek peygamberler ve ilâhî kitapları da göndermiştir. Bir âyet-i kerîmede;

 

“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (ezZâriyât, 56) buyurulmaktadır.

 

Bir başka âyet-i kerîmede ise;

 

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (elKıyâmet, 36) hitâb
ilâhîsi ile uyarıldığını görmekteyiz. Bu
âyet-i kerîmeler bize başıboş bir hayat yaşayamayacağımızı bildiriyor. Tabiî bu, inananlar için geçerli olan îkazlardır. Günümüz insanının dilinde pelesenk olmuş şu cümle düşündürücüdür:

 

•Herkes inancında ve yaşantısında özgürdür, kimse kimseye karışamaz!..

 

Lâkin toplumun da genelgeçer kuralları, örf ve değerleri vardır. Bütün bunlar hiçe sayılarak; saygıdan, edepten ve haktan yoksun bir özgürlük, ancak kendini bilmezliktir.

 

İnsan hayatını, inancı ve içinde yaşadığı toplumun ahlâkî kaideleri şekillendirir. Müslüman-Türk toplumu asırlar boyunca edindiği; zengin mânevî ve kültürel değerleri sayesinde, aileye son derecede önem vermiş ve günümüze gelmiştir. Toplumun en küçük yapı taşı ailedir. Milletleri millet yapan da yine ailedir.

 

Kadîm Türk kültüründe büyük aile yapısı mevcut idi. Aile büyükleri, evlât ve torunlar aynı evde yaşardı. Bunun sosyolojik açıdan değerlendirmesini yapmak elbette sosyologların işidir. Ben gözlem ve tecrübelerime dayanarak şunu söylemek isterim ki:

 

•Saygı ve sevginin olduğu yerde zorluklar kolay olur.

 

•Edep ve hayâ insanın süsüdür, kişiyi insan kılar.

 

Hamd ve şükrün olduğu evde, bereket zuhûr eder.

 

•Sabır ve tevekkül, insanı huzur ve mutluluğa ulaştırır.

 

Eski aile yapısında bu vasıfların varlığını görmek mümkün. Dolayısıyla birbirine destek olan, arka çıkan sağlam bir aile yapısı var.

 

İşte bu unsurların; sosyo-psikolojik açıdan tetkik edildiğinde, insana muazzam güven ve güç verdiği düşüncesindeyim..

 

Günümüzün çekirdek ailesinde; fertlerin yaşayışını gözlemlerken, aslında ne kadar yalnızlaştığımızı fark ediyoruz… Kadının çalışma hayatına atılması ile yalnızlaşan çocuklar… İhmal edilen büyüklerimiz… Artık aile büyüklerinin bizimle yaşamasına müsaade etmeyen büyük binaların küçük dairelerinde yaşıyor olmamız hasebiyle, insanı yalnızlaştırmak için her şey kol kola girmiş gibi âdeta. Komşuluk ilişkilerinin zayıflaması, beraberinde toplumun yapısının da değişmesine sebep olmuştur. İnsanlar daha yalnız, bağımsız bir hayatı tercih ederken, gençlerin evliliğe karşı bir tutum içinde olduğunu görüyoruz.

 

Yeni nesil evliliklerde, çocuk sayısının azlığı da dikkat çeken bir durum. Dolayısıyla ülkemizin genç nüfus oranı azalırken, yaşlı nüfusun arttığı gerçeğiyle yüz yüzeyiz.

 

TÜİK verilerine göre 2023 yılında evlenen çift sayısı, 567 bin 11 iken; 2024 yılında 568 bin 395 oldu.

 

Boşanan çift sayısı, 2023 yılında 173 bin 343 iken; 2024 yılında 187 bin 343 oldu.

 

Boşanma sayısının en çok olduğu illerin başında; İzmir, Antalya, Eskişehir gibi büyük şehirler geliyor. Doğu illerinde ise bu sayı oldukça düşük. Bu istatistikî bilgiler, doğu illerimizde gelenekli aile yapısının hâlâ sağlam olduğunu göstermektedir.

 

Son yıllarda; «Evliliğin azalması, evli çiftlerin ise boşanmasının sebepleri nelerdir?» diye araştırdığımızda, karşımıza şunlar çıkıyor:

 

Evliliğin azalması (Her iki taraf için):

 

•Meslek ve kariyer sahibi olmak,

 

•Bir süre bekâr yaşama isteği,

 

•Güven duygusunun azalması,

 

•Ekonomik sebepler,

 

•Her şeyin tam olmasının hedeflenmesi, evlenmeyi geciktiren sebepler arasında sayılabilir.

 

Boşanma sebepleri olarak da şunları sıralayabiliriz:

 

•Aldatma,

 

•Sözlü ve fizîkî şiddet,

 

•Sabrın ve şükrün olmaması,

 

•Kötü alışkanlıklar (içki, kumar vb.)

 

•Ailelerin müdâhil olması gibi sebepler.

 

Ne yazık ki günümüzde evlilikler uzun sürmüyor, sürdürülemiyor. İki-üç ay önce nikâh törenine gittiğiniz bir yakınınızın veya arkadaşınızın evliliğini sonlandırdığını duyuyorsunuz. Bu üzücü haber karşısında; «Neden?» diyorsunuz.

 

Cevap: Geçinememişler!..

 

Evlenmek kolaydır, zor olan ise evliliği sürdürmek… Evlilik; sabır ister, emek ister, olgunluk, hoşgörü, müsamaha ister. Saygının olmadığı yerde sevgiden bahsedilemez. Sevgi çiçeğinin açmadığı ortamda, mutluluk ve huzur elbette olmaz. Ufak problemler ise konuşularak çözüme kavuşturulur. Önemli olan; istişâre ederek, eşlerin karşılıklı güven ortamını oluşturmalarıdır.

 

Burada zamanı biraz geri sararak, evvelki evlilikleri tetkik ettiğimizde;

 

Daha uzun süren evlilikleri görüyoruz. Pazara kadar değil mezara kadar süren evlilikler. 50 yıllık, 60 yıllık evlilikler bunlar!..

 

«Nasıl olmuş da bu kadar uzun sürmüş?!.» diye düşünüyor insan. Peki şimdi niye sürdürülemiyor evlilikler? Ne oldu, neler değişti de, aile kurumu çözülmeye başladı?

 

Bu sorunun cevabı ise çok kapsamlı. Sosyo-ekonomik sebepler, psiko-sosyal ve kültürel ahlâkî yozlaşma, yabancı kültürlerin etkisinde kalma gibi sebepler sayılabilir.

 

Dünyayı etkisi altına almış olan kapitalist sistemin getirilerinden birisi de tüketim çılgınlığıdır. Elinde var olanla yetinmeyip -moda rüzgârına- kapılan fertler, tüketerek mutlu olacağına inandırılmıştır. Medya yoluyla kitlelere ulaşan bu sistem, hedefine fazlasıyla ulaşmıştır. Tüketici; daha çok çalışmalı, çok kazanmalıdır. Bu ise seküler hayatın ta kendisidir.

 

Oysa bizim inanç ve kültürümüzde âhiret odaklı bir hayat vardı. İsraf haram, infak helâldi. Varlığa şükür, yokluğa sabır edilirdi hani?

 

Ne yazık ki; eskimeden atılıp yenisi alınan eşyalar, mobilyalar mutlu edemedi insanımızı, yuvalarımızı!..

 

Yediği önünde, yemediği arkasında, her istediğini hemen elde eden çocuklarımız; sabır denen o güzel mefhumu bilemediler. Zoru, yokluğu göstermenin -kötü anne babalık- olduğu vehmine kapılarak çocuklarına iyilik yaptığı düşüncesiyle avundu ebeveynler. Kültürünü, değerlerini yavrusuna öğretmekten bîgâne kaldı.

 

Oysa Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

 

“Hiçbir baba, evlâdına güzel ahlâktan daha değerli bir terbiye bırakmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33) buyuruyor.

 

Ailede annenin çalışıyor olması, çocukları yalnızlaştırıyor, demiştik. Dijital dünyanın sanal ortamındaki oyun ve arkadaşlıkların, çocuklarımızı etkisi altına aldığını biliyoruz. Sanal ortam, sanal oyunlarla körpe zihinleri dumûra uğratıyor maalesef. Gerçek mutluluk ve hazzın ne olduğunu bilemiyorlar.

 

Aile içinde nine ve dedeyle beraber yaşayan çocuk, zengin bir çocuktur. Zira onlardan da öğreneceği çok şey vardır. Karşılıksız sevgi alışverişi iki taraf için de çok değerlidir.

 

Yaşlılar bizim duâ kapımızdı önceden. Onların hayat tecrübeleri, yolumuza ışık olurdu. Varlıkları bereket, duâlarıysa paha biçilmez bir nimet.

 

Biz ise onları; «Günümüz şartları böyle gerektiriyor.» diyerek yalnızlaştırdık. Evlâtlar da koca şehrin kalabalığında yalnız ve mutsuz bir yaşantıya uymak durumunda kaldı.

 

Televizyon dizileri, filmler, oyunlar zamanla kültürümüze yabancılaşarak, aile ve toplum yapımızın hızla çöküşüne zemin hazırlamıştır. Buna bağlı olarak, gençler evliliğe karşı bir tutum içine girmişlerdir. Bu; evlilik dışı beraberliğin meşrûlaştırılması demektir. Bahis konusu beraberlikler ise; çocuk sahibi olsalar bile bir aile olamaz. Nikâh akdi ile bir araya gelmemiş çiftlerin, yuva kurmak ve aile olmak gibi bir beklentisi de yoktur.

 

Maalesef bugün Türk aile yapısı hızla dejenere olmakta, çöküşe doğru gitmektedir. İnsan fıtratına uygun olmayan bu gidişâtın, gün geçtikçe farklı boyutlara döndüğü görülmektedir.

 

Feminist akımın öncülüğünde -cinsiyet özgürlüğü- çığırtkanlığı yapanlar, kadını başka mecrâlara çekerek, aslından ve aslî vazifesinden uzaklaştırma derdindedir. Kadını bir süs, eğlence ve zevk aracı olarak gösteren bu düşünce, kadına yapılan bir saygısızlıktır.

 

Allah, kadını ve erkeği farklı fıtratlarda yaratmıştır. Bu, değiştirilemez bir gerçektir. Kadın-erkek için, erkek de kadın için tamamlayıcıdır ve her ikisi diğerine muhtaçtır. Birbirlerinin ihtiyaçlarını ve yalnızlığını giderirler, sonu ebediyete giden hayat yolculuğunda birbirlerine destek ve şenlik olurlar.

 

Kadının erkek, erkeğin de kadının rolüne meyletmesi muvâzeneyi bozan bir unsurdur. Evlilikte erkek kavvamdır; yuvanın sorumlusu, muhafaza edip koruyanı ve gözetenidir. Kadın ise yaratılış itibarı ile daha hassas ve müşfiktir. Eskilerin; “Yuvayı yapan dişi kuştur.” sözü, evlilikte kadının rolünü ne güzel özetler. Kadın ana, kadın yuva, kadın yârdır.

 

“Cennet anaların ayağı altındadır.” (Nesâî, Cihâd, 6) hadîs-i şerîfiyle Efendimiz; cenneti kazanmaya anneyi vesile kılmış, dînimizin kadına verdiği değeri göstermiştir.

 

Kadının aslî vazifesi nesil yetiştirmektir. Lâkin çalışan kadın bundan imtinâ etmekte, tek çocukla hayatını idâme ettirmektedir.

 

TÜİK verilerine göre; Türkiye’de 2024 yılında toplam doğum hızı 1,48 olarak gerçekleşti. Canlı doğan bebek sayısı 937 bin 559 olurken nüfusun kendini yenileyebilmesi için gerekli olan 2,10 seviyesinin altında kalış, sekizinci yıla girdi. En yüksek doğum oranı; Şanlıurfa’da olurken, bunu Mardin, Van ve Şırnak izledi.

 

Sonuç olarak Türk aile yapısının korunması için ivedilikle çalışmalar başlatılmalıdır

 

Devletin yetkili kurumları; kadîm Türk aile yapısını yeniden gündeme getirmeli, konuyla ilgili adımlar geç kalmadan atılmalıdır.

 

Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığının ivedilikle, okullarda; aile olmak, millî ve mânevî değerlerimiz ve tarih konularına önem vermesi elzemdir.

 

“Ağaç yaş iken eğilir.” atasözü bunu te’yîd etmektedir.

 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, yetkili bir mercî olarak konuyu ele almalı ve çözüm odaklı çalışmalıdır. Burada en büyük rol, yayın ve basın organlarına düşmektedir. Topluma, aileye dair kültürel değerler ve örnek şahsiyetlere yönelik yapımlarla -biz bize- yeniden hatırlatılmalıdır.

 

Ahlâkî değerler ve ailenin çöküşünde önemli rol oynayan televizyon dizi ve gündüz kuşağı programları, insanımız ve toplumun ahlâkını yozlaştırmış âdeta kendine karşı yabancılaşmıştır.

 

RTÜK konuyla ilgili gereken kararları alarak, Türk aile yapısına karşı hassâsiyetini topluma göstermelidir.

 

Unutulmamalıdır ki, huzurlu güçlü bir toplumun temelinde sağlam aile yapısı vardır.

 

Umarız sağlıklı bir aile ve toplum olarak mutlu yarınları inşâ edebiliriz.