YOLCULUK NEREYE?

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

 

 

 

Hazret-i Peygamber’in uğradığı yerler ve gönüller nasıl bir kıvam kazandı?

 

Göz kesildi O sallâllâhu aleyhi ve sellem, gördü. İhmal etmedi hiçbir noktayı, tertemiz ve pırıl pırıl etti. Îmanları, ahlâkları, gayretleri, aşkları, iştiyakları, rotaları ve âkıbetleri hayr eyledi.

 

O sallâllâhu aleyhi ve sellem, zulümle dolu bir dünyaya geldi, bütün zâlimleri bertaraf edip her yeri adâletle ve hidâyetle doldurdu.

 

Mazlumların kucağı ve kurtarıcısı oldu.

 

Tarih O’nunla anladı, bu cihâna;

 

‒Kim geldi?

 

‒Kim uğradı?

 

‒Kim geçti?

 

‒Nasıl?

 

‒Ne ile?

 

‒Ne oldu O gelince, uğrayınca, geçince, gidince…

 

O sallâllâhu aleyhi ve sellem; her yere ve her gönle, muhabbetle ve rahmetle uğradı. Hidâyetle geldi ve îmanla yoğurdu. Aşk ile doldurdu, şevk ile coşturdu. Kul eyledi. Mükemmel ve muhteşem âbideler yetiştirdi. Islah eyledi her yeri ve her gönlü, irşâd eyledi. Tebliğ eyledi. Tezkiye eyledi. Tasfiye eyledi. Mutmain eyledi. Muhterem ve mübârek eyledi. Müstesnâ eyledi. Ashâb eyledi. Yıldızlar misâli eyledi. Pervâne eyledi. Cihan çapında erbâb-ı fetih eyledi. Erbâb-ı hak ve adâlet eyledi. Ehl-i Kur’ân eyledi. Ehl-i Peygamber eyledi. Ehl-i cennet eyledi.

 

Çünkü O sallâllâhu aleyhi ve sellem;

 

“‒Yolculuk nereye?” suâline;

 

“‒Allâh’a ve cennete…” cevabını yaşadı ve yaşattı.

 

Ardından gelen O’na sevdâlı mü’minler de O’nunla aynı cevabı nakşettiler cihâna.

 

Devran, daima şunu seyrettirdi:

 

BURADAN KİM, NASIL GEÇTİ? NEREYE?

 

Hep bu deveran etti âlemde.

 

Dünya üzerinden geçenlerin hâline ve farkına göre şekillendi.

 

Bu fânîde;

 

Yolcuğu cehenneme olanlar, dünyayı cehenneme çevirdiler.

 

Yolculuğu cennete olanlar da bu cihânın rotasını cennete döndürdüler.

 

Bu hakikat ışığında;

 

Bugünkü devrana bakıp sormalı:

 

‒Kimler, nerede, nasıl, ne yapıyor? Gönüller ve yeryüzü ne hâlde? Kimler, nereye, nasıl uğruyorlar, ne eyliyorlar?

 

Sonra ehl-i İslâm olarak kendimize sormalı:

 

‒Nerelere uğruyoruz?

 

‒Nasıl gelip geçiyoruz yeryüzünden?

 

Nereye?

 

Mânidar bir şekilde tekrar sormalı:

 

‒Geldiğimiz, geçtiğimiz, uğradığımız, gördüğümüz yerler ve gönüller nasıl? Bizler nasılız?

 

‒Bugün dünya ve insanlık nasıl?

 

Zâlimler karşısında adâletler nasıl?

 

‒Mazlumlar karşısında şefkat ve merhametler nasıl?

 

‒Yolculuğumuz nereye?

 

Müslümanların hepsine sormalı:

 

‒Ey müslümanlar!

 

‒Oturduğunuz evler nasıl?

 

‒Bulunduğunuz sokaklar, mahalleler, şehirler nasıl?

 

‒Yaşadığınız devirde ağır soykırımlar, cefâlar, yokluklar, perişanlıklar ve enkazlar içinde çırpınan müslümanlara karşı vicdanlarınız nasıl?

 

‒Yolculuğunuz nereye?

 

‒Bu dünyadan nasıl gelip geçiyorsunuz?

 

‒Uğradığınız yerlerde neler değişiyor ya da değişmiyor?

 

‒Sizin yaşadığınız şu âhirzaman devrinde dünya ve insanlık;

 

Îman ve hidâyet itibarıyla nasıl?

 

Fazîletler ve rezîletler itibarıyla nasıl?

 

Kulluklar ve isyanlar itibarıyla nasıl?

 

İyilikler ve kötülükler itibarıyla nasıl?

 

Sevaplar ve günahlar itibarıyla nasıl?

 

Helâller ve haramlar itibarıyla nasıl?

 

•Yolculuklar nereye?

 

‒Her ahvalde gönülleriniz;

 

•Şuur ve takvâ itibarıyla nasıl?

 

Fedâkârlık ve gayret itibarıyla nasıl?

 

•Dirilik ve canlılık itibarıyla nasıl?

 

•Muhabbet itibarıyla nasıl?

 

Liyâkat ve mükemmellik itibarıyla nasıl?

 

•Rüzgâr ve aşk itibarıyla nasıl?

 

•Ne yapacağını bilmek ve yapmak itibarıyla nasıl?

 

•Müjdeler ve zaferler itibarıyla nasıl?

 

•Başarı itibarıyla nasıl?

 

•Kalbî temizlik itibarıyla nasıl?

 

•İhlâs ve kulluk itibarıyla nasıl?

 

Velhâsıl;

 

•İslâm ve Müslümanlık itibarıyla nasıl?

 

Nihayet;

 

•Yolculuk itibarıyla nereye?

 

•Son yolculuk nereye?

 

Bölük pörçük bir tabloda;

 

‒Aklınızın yolculuğu nereye?

 

‒Kalbinizin yolculuğu nereye?

 

‒Nefsinizin yolculuğu nereye?

 

Neslinizin / neslimizin yolculuğu nereye?

 

Şu cihanda;

 

Sizin olduğunuz, sizin uğradığınız, sizin îmanlarınız ve hidâyetleriniz belli mi, belirsiz mi?

 

Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem, yüce Allâh’ın fermanı etrafında her hususta tüm vazife ve mes’ûliyetlerine dair;

 

Gördüm, duydum,

 

Bildim, uydum…

 

düsturuyla sayısız yürekleri yoğurmuş ve bir gönülden sayısız gönüller doğurmuş olmasına rağmen bugün nicemiz;

 

Görmedim, duymadım,

 

Bilmedim, uymadım…

düsturuyla köreliyor ve insanlığı çorak hâlde mi bırakıyor acaba?

 

Oysa İslâm’ı;

 

Niyetlere dert yakıştırmakla değil dertlere derman olacak gayretlere kurban olarak yaşamalı değil mi?

 

Ne buyurmakta Peygamberimiz Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:

 

“Namaz dînin direğidir.” (Tirmizî, Îmân, 8; Ahmed, V, 231)

 

O direk ayakta mı, yıkıldı mı? Camilere bakmalı, eğitim harmanlarına bakmalı. Sokaklara bakmalı.

 

O direği ayakta tutabiliyor muyuz bütün mü’min gönüllerde ve müslüman nesillerde?

 

Tutmalı değil miyiz?

 

Yolculuk nereye?

 

Eyvah;

 

İslâm’ın mazlum coğrafyaları târumar. Evler yıkılıyor, mâbedler yıkılıyor, hastahâneler yıkılıyor, beşikler yıkılıyor, insanlık yıkılıyor. Ülkeler yıkılıyor. Gönüller yıkılıyor. Îmanlar yıkılıyor. Merhametler yıkılıyor.

 

Yolculuk nereye?

 

Açlıktan ölenler karşısında sofralarımız nasıl?

 

Üstü başı paramparça olanlar karşısında elbiselerimiz nasıl?

 

Ayakları kopanlar karşısında araçlarımız nasıl?

 

Müslümanları yok edenler karşısında var oluşumuz nasıl?

 

Yolculuk nereye?

 

Gündemlerimiz nelerle dolu?

 

Kimin Gündemi Ne?

 

Malûm;

 

Bir hayvanın gündemi, tüm gündemleri karpuz kabuğunda toplamaktır.

 

Bir ineğin gündemi, ot etrafındadır.

 

Bir çakalın gündemi leş yemek etrafındadır.

 

Hayvanat böyle.

 

Bir de dâvâsız, gamsız, ruhsuz ve şuursuz kimseler böyle.

 

Çok yazık;

 

Bir insanın gündemi; karpuz kabuğu gibi şeylerse, ot gibi şeylerse, hattâ leş gibi şeylerse, onun dünyası da, kendisi de, kalitesi de kan ağlatır. Dâvâsı büyük olmayana bütün dâvâlar yük, ancak yem etrafındaki şeyler düdük gibi gelir. Üfler durur o düdüğe, başka şey bilmez. Mescide koysan da sinsi sinsi o düdüğe üfler, kitaplara gömsen de o düdüğe üfler.

 

Dâvâsı olan gönüller ise, daima büyük meseleler etrafında gündem oluştururlar. Çareler etrafında, hikmetler etrafında, ufuklar etrafında, gerçek doğruluklar ve olgunluklar etrafında yaşarlar. Kulluğu daha mükemmel hâle getirebilmenin çırpınışları ve gayretleri içinde olurlar. Nesil endişesi içinde koştururlar.

 

Çünkü;

 

Dünyanın geldiği noktada tarihte olduğu gibi yine büyük savaşlar meselesi var. Amansız saldırganlıklar ortasında kalan mazlumlar meselesi var. Haraplar ve harâbeler meselesi var. Hür bir vatan meselesi var. Hür bir memleket meselesi var. Tarih ve medeniyet meselesi var. Îman ve toplum meselesi var. İslâm ve insanlık meselesi var. Mikrop ve şifâ meselesi var. Şeytan ve Rahman meselesi var. Dost ve düşman meselesi var. Aldanmak ve aldanmamak meselesi var. İyilik ve kötülük meselesi var. Hak ve bâtıl meselesi var. Kazanmak ve kaybetmek meselesi var. İşgaller ve fetihler meselesi var. Geçmiş ve gelecek meselesi var. Nefis ve rûhun kavgası meselesi var. Helâl ve haram meselesi var. Zulüm ve adâlet meselesi var. Fert ve toplum meselesi var. Mü’min ve münafık meselesi var. Yalanlar ve doğrular meselesi var. Hidâyet ve sapkınlık meselesi var. Hesap ve mizan meselesi var. Dünya ve âhiret meselesi var. Cennet ve cehennem meselesi var. Azap ve rahmet meselesi var.

 

Yolculuk nereye meselesi var?

 

Bütün bunların hepsine muhatap olan insanın bîgâne yaşaması ne kadar gerçekçi, ne kadar mümkün?

 

Hayvanat emânete muhatap olmadığı için onların bütün gündemleri nefislerine ve midelerine yönelik. Çünkü mes’ul değiller. Buna özenip de insanın da böyle bir tercih yapmayı bir şey zannetmesi ne acı bir aldanış, ne çaresiz bir ahmaklık, ne kötü bir hüsrandır!

 

Herkes, kendisine sansürsüz bir şekilde sorup sansürsüz bir şekilde cevap vermeli:

 

Bugün en baskın gündemin ne?

 

Dünya mı, âhiret mi?

 

Karpuz kabuğu mu, davar eti mi?

 

Gaflet mi, takvâ mı?

 

Keyif ve zevk mi, dert ve dâvâ mı?

 

Sapmak mı, hidâyet mi?

 

Zulüm mü, merhamet mi?

 

•Seyretmek mi, çare olmak mı?

 

Yolculuk nereye?

 

Gündemler her gün ve her an bu suâli sorabiliyor mu?

 

Onlar, yerli mi yersiz mi?

 

Neyi neye bağladın?

 

Bu mühim.

 

Zira gündemler, usta bir terzi gibi, elinde uzun uzun ipler, her şeyi birbirine bağlamakta ve yeni şeyler üretmekte. Ancak birbirine bağladığı şeyler, kumaş ve bezler değil. Onlar fikirleri, düşünceleri, inançları, bakış açılarını, duruşları ve yaşayışları bağlayıp durmakta. Ama nereye bağlamakta?

 

Gündemlerin bu terziliği;

 

Güzel ve yüce şeyler etrafında normaldir, üretimdir, canlılıktır. Çirkin şeyleri bile güzelleştirir.

 

Fakat,

 

Asla denilecek kötü şeyler etrafında gündemlerin yaptığı terzilik, acı bir tuzaktır. Yanlış dikişler, yanlış bağlantılar ile üretim değil tüketim, düzeltme değil bozma meydana getirir. Canlılık değil ölmüşlük oluşturur. En güzel şeyleri bile çirkinleştirir.

 

Dolayısıyla şu kısacık ve cefâlar dolu hayatta;

 

Kum gibi gündemlerin fırtınasında boğulmamak, mum gibi gündemlerin tüketiminde erimemek gibi güçlü bir irade, dirâyet, liyâkat ve şuur içinde, ancak yüce gündemlerin kanatlarında yücelmek, mîrac etmek, yegâne çaredir.

 

Bir de;

 

Bu gerçeği berrak bir örnek, meselâ namaz etrafında tefekkür edelim:

 

•Namazı nefse bağladığımızda karşılığı;

 

«‒Yazıklar olsun!» hitâbıdır.

 

•Namazı akla bağladığımızda karşılığı;

 

«‒Dosdoğru kıl!» îkazıdır.

 

•Namazı kalbe ve Rabbe bağladığımızda karşılığı;

 

«‒Müjdeler olsun!» selâmıdır.

 

Namaz aynı, fakat bağlantısına göre ortada üç farklı şey. Aralarında da dağlar kadar fark var.

 

Öyleyse;

 

Ne yaptığımız mühim, fakat onun gündemini neye bağladığımız daha mühim.

 

Demek ki;

 

Gündem itibarıyla, her bakımdan;

 

•Kim âhireti dünyaya bağlarsa, yuh!

 

•Kim mânâyı maddeye bağlarsa, eyvah!

 

•Kim hakkı bâtıla bağlarsa, lânet!

 

•Kim îmânını hevâsına bağlarsa, âfet!

 

•Kim takvâ keyfine bağlarsa, berbat!

 

•Kim doğruyu yalana bağlarsa, ziyan!

 

•Kim gerçeği hayale bağlarsa, musîbet!

 

•Kim cenneti cehenneme bağlarsa, hüsran!

 

Hâsılı;

 

•Kim Rabbini -hâşâ- kendi kalbine, kalbini de aklına, aklını da nefsine, nefsini de şeytana bağlarsa, felâket, felâket, felâket!

 

Sonsuz yazıklar olsun!

 

Ancak;

 

•Kim dünyayı âhirete bağlarsa ne mutlu!

 

•Kim maddeyi mânâya bağlarsa ne saâdet!

 

•Kim hevâları îmâna bağlarsa ne isabet!

 

•Kim îmânını takvâya bağlarsa ne kadar makbul!

 

•Kim kendini inkâra, bâtıla ve yalanlara değil; hak dîne ve doğrulara bağlarsa, ne güzel!

 

•Kim hayalleri alt edip ömrü hakikatlere bağlarsa, ne mükemmel!

 

Hâsılı;

 

•Kim nefsini aklına, aklını da kalbine, kalbini de Rabbine bağlarsa, ne muhteşem!

 

Ebedî müjdeler olsun!

 

•Ne güzel bir yolculuk bu!

 

O hâlde ey gönül, mutlaka;

 

Îmânını lâ ve illâ şuuruyla sadece Allâh’a bağla!

 

•Namazını Allâh’a bağla!

 

•Hayatını Allâh’a bağla!

 

•Kulluğunu Allâh’a bağla!

 

•Fikirlerini ve heveslerini Allâh’a bağla!

 

•Teşekkür ve şükürlerini Allâh’a bağla!

 

•Ahlâkını Allâh’a bağla!

 

•İşlerini ve ibâdetlerini Allâh’a bağla!

 

•Gayretlerini ve fedâkârlıklarını Allâh’a bağla!

 

•Bedenini ve rûhunu Allâh’a bağla!

 

•Dünyanı ve âhiretini Allâh’a bağla!

 

Hâsılı;

 

•Her şeyini Allâh’a bağla!

 

Sadece;

 

Allâh’a yolculuk et!

 

Yoksa kendini bozarsın. Sendeki tüm güzellikler bozulur. Hani abdesti bozan şeyler var ya, bu bağlılığı da illâ Allah’tan başka her şey «lâ»dır, bozar.

 

Yani,

 

Parantezsiz, bahanesiz, mazeretsiz bağla!

 

Neyi neye bağladın?

 

İşte bundan dolayı çok mühim.

 

Unutma ki;

 

Allah insana tabir yerindeyse varlıkta emsali bulunmayan bir arslan çapında ve üstelik hiç ölmeyecek yüce bir ruh vermiştir. Fakat kişi onu nefsine bağladığı takdirde nefsi, nasılsa görünmüyor diye böyle muazzam bir rûha gözleri tamamen kör ederek kişiyi tavuk psikolojisi içinde yaşatır, küçültür, cüceleştirir ve ziyan eder. Oysa arslan tabiatlı olan o ölümsüz ve yüce ruh, kişiyi yüceltecek, yücelerin yücesine ulaştıracak güçlü bir yapıya, müthiş imkânlara, engin bir kapasiteye ve sonsuzluk kanatlarına sahiptir.

 

Şimdi böyle değişmez bir ilâhî hakikat var iken, buna karşı sırf imtihandan dolayı izin verilmiş bir şeytanın savurduğu bomboş vesveselere, yani lânetlenmiş iblisin ya tutarsa diye attığı hayâlî yalanlara inanıp da tavuk gibi yaşamak nedir? Bu gafletin cehennemde kızarmaktan başka bir neticesi var mıdır?

 

Şiirin diliyle;

 

Sonsuzluk arslanıdır, ölümsüz ve yüce ruh,

Onu tavuk zanneden nefse de akla da yuh! (Seyrî)

 

İdrâk etmeli;

 

Hazret-i Allâh’ın bizzat kendi rûhundan ve sadece insana üflediği o muazzam rûhun, acaba niye verildiği ve mes’ûliyetleri etrafında sonsuz hikmetlere dalmak ve ebediyet âleminde yücelmek yerine, tutup da sırf nefsin işkembesi etrafında bir hayat sürmek ve bütün gündemleri karpuz kabuklarına odaklamak niye? İnanç ve ibâdetten heveslere, doğrudan yanlışa, fedâkârlık ve gayretten tembelliğe, âhiretten dünyaya her şeyi rahatlık ve keyfin gündemleri çerçevesinde yığmak ve kıskaca almak, niye?

 

Yolculuk nereye?

 

Cehenneme mi cennete mi?

 

Hazret-i Ebûbekirler gibi, Hazret-i Ömerler gibi, Hazret-i Osmanlar gibi, Hazret-i Aliler gibi, İmam-ı Âzamlar gibi, Edebâlîler gibi, Hazret-i Yûnuslar gibi, Hazret-i Akşemseddinler gibi, Hazret-i Fatihler gibi, Hazret-i Hüdâyîler gibi, Şâh-ı Nakşibendler gibi, Hâce Musalar gibi, ashab misâli yaşayan ârifler, sıddıklar, sâdıklar, şehidler ve gaziler gibi;

 

Şehâdet şehâdet cennet yolcularına ne mutlu!

 

Rab,

 

Nasîb et!

 

Âmîn