SÛ-İ MİSALDEN EMSÂLE SERENCÂMIMIZ
Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com
Dil; bir milletin kültürünü, inancını ve tarihini en iyi yansıtan araçlardan biridir. Kelimeler sadece anlamlarıyla değil, taşıdıkları derin mânâlar ve kültürel izlerle de bir cemiyeti şekillendirir. Bu bağlamda, Arapçadan Türkçeye geçen birçok kavram, İslâm medeniyetinin etkisiyle dilimize yerleşmiştir. Bunlardan biri de «sû-i misal» ifadesidir.
«Sû-i misal» terimi, Arapça kökenli olup «kötü örnek» anlamına gelir. «Sû-i»
kötülük, olumsuzluk anlamını taşırken; «misal» ise örnek, model anlamında kullanılır. Buna karşılık «emsal», daha geniş bir anlam yelpazesine sahip olup «benzer», «eşdeğer» veya «örnek alınabilecek şey» anlamlarına gelir. Bu iki kavramın arasındaki fark, sadece dil ile alâkalı bir ayrımdan ibaret olmayıp; aynı zamanda ahlâkî bir derinlik de taşır.
Başka kültürlerden dilimize geçen kelimeler ve atasözlerimiz; öylesine, gelişigüzel söylenmiş sözler değildir. Her biri ya bir âyete ya bir hadîse veya İslâmî bir kaideye dayanarak söylenmiş hikmetli sözlerdir. Bunlardan bir tanesi de; «Sû-i misal emsal olmaz.» sözüdür. Meâlen; cemiyetin içerisinde hata yapan veya yanlış yapan insanların, sözleri ve hareketlerinin diğer insanlar tarafından normal karşılanıp örnek alınmamasını tembih eder.
Cemiyetler, fertlerin bir araya gelerek oluşturduğu karmaşık yapılar olup; kültürel, ahlâkî ve mânevî değerlerle şekillenir. Ancak zamanla bu değerlerde meydana gelen zayıflamalar, cemiyetlerin yozlaşmasına ve bazı olumsuz örneklerin normalleşmesine yol açabilir.
Olumsuz örneklerin yayılma sürecine baktığımız zaman karşımıza şu üç faktör çıkabilir:
1. İnsan, yaratılışı gereği çevresinden etkilenmeye açık bir varlıktır. İnsan; doğumundan itibaren hayatının her ânında kendisine lâzım olan melekeleri, çevresinden gördüğü örneklerle kazanır. Şahsiyet ve karakteri, ailesi ile çevresinden gördüğü kişiler tarafından şekillendirilir. Ahlâkî yapısı, kendini yetiştiren ailesi veya bu iş için vazifelendirilen insanlar tarafından inşâ edilir. Kur’ân-ı Kerim’de bu etkileşime/tesire dair birçok âyet-i kerîme yer almaktadır. Meselâ; En‘âm Sûresi 116. âyette;
“Eğer yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allâh’ın yolundan saptırırlar.” buyurularak, cemiyetteki yaygın olumsuz eğilimlere karşı dikkatli olunması gerektiği vurgulanır. Bu âyet, cemiyetler için karşılıklı tesirin fertlerin inanç ve ahlâkları üzerindeki güçlü tesirini net bir şekilde ortaya koymaktadır.
2. Medyanın Rolü: Günümüzde medyanın içtimâî davranışlar üzerindeki tesiri tartışılmazdır. Televizyon programları, sosyal medya içerikleri ve popüler kültür, fertlerin değer yargılarını şekillendirmede önemli bir rol oynar. Normalde gayr-i ahlâkî bir yapıya sahip birisinin, medyanın gücü ile insanların gözünde normal gösterilmesi ve rol model olarak insanlara sunulması, bu çağın en büyük problemidir. Maalesef, çoğu zaman; şiddet, dedikodu, israf ve ahlâkî zâfiyetler medya aracılığıyla normalleştirilmektedir. İslâm, insanları iyi ve güzel olana çağırırken; kötülük ve yanlışlıklardan kaçınmayı emreder. Hucurât Sûresi 12. âyet-i kerîmede;
“Ey îmân edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü bazı zanlar günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın ve bir kısmınız diğerinizi arkasından çekiştirmesin…” buyurularak, dedikodu ve kötü zannın toplumu nasıl müteessir ettiğine dikkat çekilir. Ancak özellikle «gündüz kuşağı» diye isimlendirilen ve güya insanların kayıplarını bulduğu öne sürülen programların bu normalleştirmede rolleri hayli büyüktür. Sabahtan akşama kadar bir dedikodu ve iftira makinesi gibi, insanları bir stüdyoda toplayıp bir mahkeme edâsıyla ahkâm kesen bu programlar; maalesef gıybet, dedikodu ve iftiranın müesseseleşmiş örneklerini sergilemektedir. Bu programların kaldırılması yönünde gayretler olsa da maalesef izleyiciler tarafından talep gördükleri için medya organlarında bu tür programlar reyting rekoru kırmakta ve kanalların kasasına ciddî katkı sunmaktadır.
3. Olumlu Örneklerin Önemi: Cemiyetin düzelmesi ve ahlâkî yönden güçlenmesi, iyi örneklerin çoğalmasıyla mümkündür. Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatı, İslâm toplumları için en güzel örnektir. Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz’in tebliğ usûlüne baktığımız zaman; söz ile tebliğinden evvel hâl ve hareketiyle, ahlâkı ile insanları irşâd ettiğini görürüz. Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislerde, iyi örnek olmanın önemi sıkça vurgulanır. Meselâ; Allah Teâlâ, Hazret-i Muhammed –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i «en güzel örnek» (üsve-i hasene) olarak nitelendirir:
“Andolsun, Allâh’ın Rasûlü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.” (el–Ahzâb, 21) Burada «üsve-i hasene», insanların davranışlarında rehber alabilecekleri en üstün model anlamını taşır. Bu, bir yönüyle «emsal» kavramının en yüce şeklidir. Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-; sabrı, dürüstlüğü, adâleti ve merhametiyle çevresine ışık tutmuştur. Hadîs-i şeriflerde de belirtildiği gibi;
“Mü’min, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kişidir.” (Buhârî, Îmân, 4, 5; Tirmizî, Kıyâmet, 52, Îmân, 12; Nesâî, 8, 9, 11)
Bu sebeple, fertlerin hem kendi davranışlarına sahip çıkması hem de çevresindekilere olumlu yönde tesir etmesi büyük ehemmiyet taşır.
Lâkin modernizm zihinlerimizi iğfal ettiğinden beri, maalesef anormal olanlar, cemiyette itibar görmeye ve normalleştirilmeye başladı. Burada sadece hatayı ve kusuru karşı tarafa atıp geçmek, bu tarafta onlara saydırmak sorumluluktan kurtarmaz; bir an için rahatlama sağlasa da üzerimizdeki vazifeden kaçabilme hakkını vermez.
Kâinatta her şey zıddı ile kāimdir. Eğer bir yerde kötü örnekler çoğalmışsa, bu oradaki iyi örneklerin ya gafletten ya tembellikten dolayı ortaya çıkmaması ve meydanı kötülere bırakmaları sebebiyledir. Hesap günü, sadece yaptıklarımızdan değil; elimizde imkân, güç, kuvvet ve iktidar varken yapabileceğimiz şeyleri yapmadığımız için de hesaba çekileceğiz.
“Benim rahatım bozulmasın, bana ne!” deyip kenara çekilip meydanı sû-i misallere bırakırsak; onları görüp örnek kabul edenlerin ve gönül dünyalarını onların üzerine inşâ edenlerin vebâli ile karşı karşıya kalırız. Kürsülerde, ekranlarda insanlara dîn-i mübîni anlatan insanlar, İslâm’ın haysiyet ve izzetini kendi haysiyet ve izzetlerinden daha fazla dert etmeli; anlattıkları İslâm’ın, getirdiği bütün incelikleri ve hassâsiyetleri üzerlerinde göstermelidir. Kendisi milyonluk arabalara binerken, insanlara kanaati anlatan; sadece kendini kandırmakla kalmaz, aynı zamanda âlimlere, ilim adamlarına ve hocalara olan bakışı da olumsuz etkileyerek bu durumdan mes’ul olurlar.
Bugün özellikle genç nesillerin önünde, örnek alacakları rol model müslümanlar maalesef yok. Onları dâvâlarına sancaktar sayacak, bir sözüyle harekete geçirecek fikrî ve ilmî örnekler eksiktir. Bunlar olmayınca; cemiyetin en aşağısındaki tiplerin, medyanın da köpürtmesiyle örnek gösterilmesi kaçınılmaz olur.
Karşımızda bilenmiş ve azgınlaşmış, her türlü imkânlarıyla bize saldıran bir güruh var. Bu gürûha karşı, fikrî mânâda yeni nesillerimize örnek olacak mücâhid ruhlu insanlar ya yok ya da aldıkları birkaç darbe sebebiyle kırılıp incinmiş; kendi köşelerinde kendilerine göre mücadele etmeye çalışıyorlar. Hâlbuki ortalık yangın yeri; ekranlarda birkaç tane güzel konuşan, dîvan edebiyatından örnekler sunan ve güzel hikâyeler anlatan insanlarla bir nesle önderlik ve örneklik yapılamaz. Bu meydan er meydanıdır; ne yiğitler görmüş, tarihe geçmiş, isimleri asırlar sonrasına yazılmıştır. Sözü olan sözüyle, cesareti olan canıyla, malı olan malıyla bu meydanda yerini almalıdır. Yoksa insan bir gün öz evlâdının kendine değil, başkalarına benzediği hakikatiyle yüzleşir; maâzallah.
Sonuç olarak; toplumdaki olumsuz örneklerin yaygınlaşması, ferdî ahlakın zayıflaması ve mânevî değerlerin yitirilmesiyle doğrudan ilişkilidir. Bu sürecin önüne geçmek; olumlu rol modellerin çoğalması ve İslâmî değerlerin yeniden güçlenmesiyle mümkündür. Kur’ân ve Sünnet, toplumu yozlaştıran unsurlara karşı güçlü bir kalkan sunmakta ve insanlara doğru yolu göstermektedir. Unutmamalıyız ki; her fert, küçük de olsa cemiyete olumlu katkılar sağladığında, daha sağlıklı ve fazîletli bir cemiyetin temelleri atılmış olacaktır.
Karanlığa kızmak, ona hakaret edip taşlamak çözüm değil. Çözüm; kendisine bakılınca Âlemlerin Sultanı’nı andıran, yürüyen Kur’ânlar gibi insanlar olmak ve bu misalleri çoğaltmak için elimizden ne geliyorsa son demine kadar yapmak olmalıdır.
Rabbimiz; bizleri, Allâh’ı hatırlatan ve insanları O’nun yoluna yönlendiren güzel misallerden eylesin. Elimizden, dilimizden, gönlümüzden hayırlar ve güzellikler meydana getirsin. Âmîn…