MÜKEMMELLİK

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

İnkârcıların hep başvurduğu bir metottur:

 

Gerçekleri alaya almak.

 

Alay, insanın hâlet-i rûhiyesini sarsar. Alay edilmek, alay edilenlerden olmak, küçük düşürülmek; insanın uzak kalmaya çalıştığı bir şeydir.

 

Ateizm propagandası yapanların, bir de onun bir önceki kademesi olan evrim propagandacılarının başvurduğu bir alay şekli son zamanlarda dikkatimi çekti:

 

Mükemmel olduğunu söyleyenlerle alay ederek, yaratılışın mükemmel olmadığını iddia etmek.

 

Kur’ân’da Rabbimiz, nimetlere dikkatimizi çekiyor. Göğü, yeri, yağmuru, bitkileri, nehirleri, dağları, ehlî hayvanları, sütü, balı, hurmayı, üzümü, gemi taşımacılığını ve daha nice nimetleri tefekkür etmemizi emrediyor.

 

Yani elbette sebepten Müsebbib’e, eserden Müessir’e, sanattan Sanatkâr’a götürücü tefekkürler bakımından, kâinâtı zerreden küreye tefekkür, çok mühim bir esasımız…

 

Bu alaycı üslûp, bu esasımıza saldırıyor. Hücumlara cevap vermeli, üslûbumuzda gerekli düzenlemeler yapılmalı ise yapmalıyız.

 

Bu alaycı üslûba birkaç örnek verelim:

 

•Hastalıklar, genetik bozukluklar ve sakat doğumlar, kâinattaki oluşların, hiç de sizin iddia ettiğiniz gibi kusursuz olmadığını gösteriyor!

 

İnsanoğlunun çok düştüğü bir hata; bir hususta bir şeyler öğrenince, tamamı hakkında kestirmeden bir sonuca ulaşmaya kalkmaktır.

 

Zamanımızda; biyoloji, zooloji, jeoloji vb. sahalarda, bilgi çoğaldı.

 

Ama toplam ilmin ne kadarı? Hâlâ şöyle haberlerle karşılaşıyoruz:

 

“Filân balık türü ilk kez görüntülendi.”

 

“Soyu kesildi zannedilen filân canlının yaşadığı anlaşıldı.”

 

Yani daha binlerce yıldır üzerinde yaşadığımız yerkürenin canlı envanterini çıkarabilmiş değiliz. Ama bilim çevrelerinde estirilen hava; her şeyi bitirmiş, yalamış yutmuşçasına ifadeler…

 

Bir deprem oluyor; her biri jeolog olan insanlar, çok farklı şeyler söylüyorlar. Çünkü bilgiler mahdut…

 

DNA diye bir şeyin varlığı hakkında ilk bilgiler 1869’a ait. İnsan genomunun çıkarılmasının bitirilmesinin tarihi 2003… Daha ne kadar taze! Buna rağmen, genlerin büyük kısmının «çöp» olduğuna dair iddialarda bulundular. Sonra adım adım geri almak zorunda kaldılar. Bugün de genler hakkında söylenenlere hep ihtiyatla yaklaşılması gerekiyor.

 

Biz «hikmet» bahsinde; sıhhatin karşılığında hastalığın, sağlamlığın karşısında sakatlığın, kemâlin karşısında kusurun, nûrun mukabilinde karanlığın var olmasının îzahlarını kolayca yapabiliyoruz.

 

Başta Rabbimiz Fâil-i Mutlak’tır. Yani kaba bir benzetmeyle, bir senaryo yazarının; «niçin yanlış davranışlar sergileyen roller de yazıyorsun!» diye suçlanması gibidir bu lâflar.1

 

Fakat bu tenkitlere cevap olarak başka ince noktalar ve sebepler de tespit etmeye çalıştık:

 

Fânîlik Sırrı

 

Şâhit olduğumuz bir alaycı konuşmada şunlar söyleniyordu:

 

“İnsan mükemmel filân değil. 45 yaşında birden gözleri bozuluyor. Yakın gözlük kullanmaya mecbur oluyor. Yine o yaşlarda birçok kişide basur, şeker vb. hastalıklar başlıyor.”

 

Kişi farkında değil, aslında Rabbimiz’in;

 

“Kime ömür verirsek, yaratışta onu tersine çeviririz.” meâlindeki âyetle2 işaret ettiği sırrı dile getiriyor.

 

İnsan ömrü kambur bir grafik!.. Önce yükseliş, sonra onunla paralel bir iniş yaşıyor.

 

Uzuvları bir bir eskimeli ki, insan tefekkür etmeli:

 

Yolculuk nereye?

 

İnsan hep gençlikte olduğu gibi terütaze kalsaydı, onun âhiret hazırlığı daha da zorlaşırdı. Belki âhirzamanda, yaşlılık muhalifi (anti-aging) sun‘î ilâçlar, katkılar ve müdahalelerle (trans-hümanizm) insanın elinden bu tefekkür vasıtası alınmış olacak.

 

Bu iyi mi olacak?

 

Hastalıklar, yaratma kusuru değildir. Kasıtlı olarak böyle plânlanmıştır. Bu gibi durumlarda, ben cenneti misal veriyorum:

 

“Allah yaratmanın her türlüsünü bilir.”3

 

Rabbimiz; bu cihanda, geriye doğru tükenmeye, fânîliğe kurulmuş bir saat gibi yaratmakta bizleri… Ölümün bahanesi olsun diye, mutlaka bir hayâtî uzuv, «yetmezlik» denilen o âkıbeti er geç yaşayacak.

 

Lâkin ölümün öldürüldüğü âhirette, yandıkça hemen yenilenen deriler var.4 Cennette de, dünyada imtihan vesilesi olan vücut kirleri ve kirletici ameliyeler yok. Fahr-i Cihan –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz buyuruyor:

 

“Cennetlikler, cennette yerler ve içerler, ama tuvalet ihtiyacı duymazlar, aksırmazlar ve sümkürmezler. Yiyecekler, vücutlarından ter hâlinde çıkar, terleri de misk gibidir. Onlar zahmetsizce nefes aldıkları gibi, sabah-akşam Allâh’ı tesbih edip yüceltirler.”5

 

Hâşâ Allah bu dünyada, öyle yaratmayı bilmediği için bizi bu şekilde yaratmadı. Bunun bir gayesi var.6

 

Kullanma Kılavuzu

 

Sonra insan sağlığını bozan âmillerin birçoğu, insanın kendi elleriyle çıkardığı fesatla, bozgunculukla7 alâkalıdır:

 

•Aşırı veya fazla yemek,

 

•Az veya fazla, düzensiz uyumak,

 

•Temizliğe riâyetsizlik,

 

•Stres vb. duygu durumu bozuklukları,

 

•Alkol, sigara vb. kötü alışkanlıklar hepsi aynı zamanda sağlığı bozan şeylerdir. Daha da ötesi; katkı maddeleri, genleri bozulmuş sun‘î gıdâlar, daha neler neler

 

İnsan; fıtrata aykırı yaşayıp sonra da Fâtır’ı, yüce Yaratıcı’yı mükemmel yaratmamakla mı suçlayacak?

 

Nereden Bakıldığına Göre

 

Bu mükemmellik meselesi, bir hâdiseye nereden baktığınıza göre de değişir.

 

Meselâ tavukların kanatları hiç mükemmel görünmüyor, değil mi? Ya onların yumurtalarıyla beslenen bizim açımızdan?

 

Bir köylü kadının kolayca sağdığı bir ton ağırlığa yakın ineğin; daha kıvrak, daha zeki olmaması, onlardan istifade etmemiz için mükemmeldir. Âyette buna işaret edilir:

 

“…Onları size boyun eğdirdik.”8

 

Bu son misâlimiz üzerinden bir başka hakikat:

 

Fâil-i Mutlak Allah’tır.

 

Varlığın mükemmel olduğunu, kâinâtın bir fâilinin olduğuna delil olsun diye zikrediyoruz. Bir fiili, Allâh’a nisbet etmemiz için ne isteniyor? Gökten, bulutların arasından bir elin uzanıp o fiili yapması mı? Hayır, bu cihanda ne olup bitiyorsa, onu Allah yaratıyor. Evet, iyi süt veren bir inek cinsini, soy ıslahı yolu ile filân Hollandalı zoolog veya çiftçi yetiştirmiş olabilir. Fakat;

 

•O ineğin atalarının gen havuzuna bu zenginliği veren Allah’tır.

 

•O insana; bu aklı, fikri, zamanı, enerjiyi ve imkânı veren Allah’tır.

 

•Kim ne çalışma yaparsa yapsın, tahakkukuna nihâî izni veren Allah’tır.

 

Kur’ân’da fiilleri Allâh’a nisbetle alâkalı mühim misaller görüyoruz:

 

Duhâ Sûresi’nde Peygamberimiz’e;

 

“Rabbin Sen yetim iken Sen’i barındırdı.”9 buyurulur.

 

Demek ki;

 

Abdülmuttalib veya Ebû Tâlib’in Hazret-i Peygamber’e sahip çıkması, aslı itibarıyla Allâh’a nisbet edilmesi gereken bir nimettir. Çünkü o şefkat, merhamet ve ihtimâmı onların gönüllerine kim koymuş, onlara bu fiilleri yerine getirecek niyet, imkân ve kudreti kim vermiştir? Devamında;

 

“Fakir iken Sen’i zenginleştirdi.” buyurulur.10 Bu da Hazret-i Hatice ile evliliği ve sonraki yıllarda ganîmet ve benzeri gelirlere işaret eder. Rabbimiz’in isimlerinden biri Müdebbir’dir.11 İşleri plânlamış, düzenlemiş, kaderimizi O yazmış, her sahnesini O belirlemiştir.

 

Dolayısıyla, bu kâinattaki oluşları; Allâh’a ait olanlar, kullar tarafından yapılanlar diye birbirinden ayıramayız.12 Bu inanç ve kabul, kibir ve büyüklenmeye karşı da bir ilâçtır. Buluşlar, keşifler ve îcatlar, birer ilhamdır aslında. Araştırmacılar, ampul, telefon vb. bir îcat ortaya çıkmadan önce, dünyada en az otuz kişinin onu bulmaya yaklaştığını söylüyor. Yani bir ilham dalgasının geldiği açık.13

 

Yani alaycı bir itirazcı;

 

“–Tabiatta dolgun, kırmızı bir elma yok, onu biz mükemmelleştirdik!” dediğinde sadece kibirli bir yalan söylemiş olur. Elmaya o hususiyeti veren de, insana o fırsatı bahşeden de O yegâne Rezzak’tır.

 

Hikmete Gülmek…

 

Buraya kadar, karşı tarafın ifadelerini bile belli bir nezâhetle aktardığımız için;

 

“–Bunlar alay sayılır mı?” diyenler olabilir.

 

Son misallerimiz alaycılığın dozunun arttığı örnekler olacak.

 

Ateist bir kanalda şunlar söyleniyor:

 

–Niçin nefes aldığımız yerden yemek yiyoruz? Bir sürü boğulma hâdisesine yol açıyor bu durum! Neresi mükemmel?

 

–Niçin insanın üreme ile boşaltım mekanizması aynı yerde?

 

Bu itiraz ve alaylar, hikmete karşı körlüğün güzel birer misali olmuş.

 

Atalarımız; hilkatteki sırrı müşâhede ederek;

 

“İki kulağın bir ağzın var, öyleyse iki dinle bir söyle!” demiş. Ağzından çıkanlar sebebiyle başı hep dertte olan insana;

 

“–Hiç değilse, nefes almak ve yemek yemek için de aynı ağzı kullanacağın için sınırlara riâyet et!” denmiş. Oruç hikmetinde hep söylüyoruz:

 

“Ağzından girenlere dikkat ettiğin gibi, oradan çıkanlara da riâyet et!”

 

Sonra;

 

“Yediğini iyi çiğne, suyu yudum yudum üç nefeste iç! Deve gibi içme!..”14 gibi nebevî telkinler de var.

 

Bu cihan hep terbiye âlemi. Nefes almanın bile geniş eğitimleri veriliyor.

 

Diğer itiraza gelelim:

 

İnsanın varlık âlemine, bu cihanda, hayvanlara benzer bir yoldan geldiğini biliyoruz.

 

Kur’ân, insan yaratılışına çokça atıfta bulunur. Bilhassa bu yaratışın maddesinin; değer verilmeyen bir su, meni, nutfe gibi basit bir malzeme oluşuna dikkat çekilir. Bunun üç sebebi var:

 

Allâh’ın varlığına ve kudretine delâlet etmesi. Böylece insanı şükre ve kulluğa davet…15

 

•İlk yaratışa kādir olan Allâh’ın elbette ikinci yaratışa da muktedir olduğunu, malzeme cihetinden de te’yîd etmek: “Çürümüş kemikler nasıl dirilir?” diye soranlara; “Sen de başta bir miktar su veya çamurdun!” şeklinde susturucu bir cevap vermek.16

 

Tevâzu hikmeti. Yani insanın hiçliğini yüzüne vurmak. “Sen nâdir bir elementten, gözyaşından, miskten, amberden yaratılmadın! Bizzat senin de hor gördüğün, necis bir yoldan geçen bir sudan yaratıldın!”17

 

Zira kibre kapılmaya müsait insan, bir de yaratılış itibarıyla böyle bir dayanak bulsaydı, ona istinâd etmeye çalışırdı!..18 Peygamberimiz;

 

“Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktan!” diyerek, Âdem oğullarının birbirine üstünlük taslamasının mânâsızlığını bildirir.19

 

İnsan; değerini hammaddesinden değil, yaratıcısının verdiği tâlimatlara uymasından alır. Îmandan, takvâdan, ihsandan…20 Bunun yolu da bu iki yolu doğru şekilde kullanmaktan, muhafaza edebilmekten geçiyor:

 

İki itiraz noktası, yeme uzvu ağzımız ve tenâsül tarafımız… Oruçta tutulması istenen noktalar… İkisi de insanın şehevî, cismânî duygular tarafında terbiye gerektiren iki yönü. İnsanı; kalbin temsil ettiği rûhâniyetten, kafanın temsil ettiği akıldan aşağıya, süflî âleme çeken yönleri… Hemen bütün kültürlerde insan, mahrem yerlerini örtme duygusuna sahip. Bu da Âdem kıssasından beri hayâ fazîletinin bir yansıması.

 

Bu iki uzvunu günahtan koruyacağı sözünü veren için, Peygamberimiz;

 

“Cennete girmesine kefilim!” buyurur.21

 

Hâsılı;

 

Yaratıştaki seçimler ve kullanımdaki daraltmalar, biraz tefekkür edince gayet hikmetli…22

 

Burada güzel bir nükte var:

 

İkinci yaratılışımız, âhiretteki inşâmız, bu sefer hayvanlar gibi olmayacak. Doğrudan topraktan, olgun ve yetişkin hâlimizle kalkacağız. Bu da bitkilere benziyor. Orada tuvalet olmayacağı için, bu itiraz o âlem için de geçerli olmuyor.

 

Hikmeti idrâk edemeyenler, bari ona gülmeye kalkmasalar…

 

____________________

 

1 Bâtıl dinlerde; kötülüğü yaratan, yaratılanı bozan, helâk eden ayrı tanrılar düşünülür. Zerdüştlükte Ehrimen, Hinduizm’de Şiva gibi. Hâlbuki bütüncül bakışta; fânîlik sırrının hâkim olduğu cihanda, var etmekle yok etmek, şifâ vermekle hastalandırmak beraber bulunmak zorundadır.

2 Yâsîn, 68; ayrıca bkz. Tîn Sûresi tefsirleri.

3 Bkz. Yâsîn, 79.

4 Bkz. en-Nisâ, 56.

5 Müslim, Cennet, 19. Ayr. bkz. el-Hicr, 47-48; Müslim, Cennet, 22; Tirmizî, Tefsir, 40.

6 Bu hakikati evrimciler de dile getirmek zorunda kalıyorlar. Ama ecele karar verme işini; «hayat» diye mücerret / soyut bir fâile nisbet ediyorlar. Özene, bezene var olan bir varlığın niçin ölüme programlandığını lâfı evirip çevirmekten başka cevaplandıramıyorlar. https://evrimagaci.org/olum-nedir-neden-yaslaniyoruz-neden-oluyoruz-86

7 Bkz. er-Rûm, 41; eş-Şûrâ, 30.

8 Bkz. Yâsîn, 72.

9 Bkz. ed-Duhâ, 6.

10 Bkz. ed-Duhâ, 8. Kureyş Sûresi’nde, koca bir şehrin ve kabîlenin yaptığı ticârî yolculukların Allâh’ın alıştırmasıyla olduğu bildirilir.

11 Bkz. Yûnus, 3, 31; er-Ra‘d, 2; es-Secde, 5.

12 Sadece edeben; menfîlikleri Allâh’a değil, nefsimize nisbet ederiz. Bkz. en-Nisâ, 78-79.

13 Çoklu keşif / multiple discovery.

14 Buhârî, Eşribe, 26; Müslim, Tahâret, 65; Eşribe, 121; Tirmizî, Eşribe, 13.

15 En çarpıcı örnek: el-İnfitâr, 6-8; el-Mü’minûn, 12-14.

16 Bkz. el-Hac, 5; el-Kıyâme, 37-40; et-Târık, 5-8.

17 Bkz. el-Mürselât, 20-23.

18 Hayal mahsûlü çizgi roman kahramanı Süpermen, kripton gezegeninin özel hammaddesi olan kriptonitten meydana gelmiştir! Muazzam gücünü buna borçludur.(!) Irkçılığa yol arayan gafiller; Âdem Baba kıssasını gölgelemeye çalışan Evrim Nazariyesi’nden sonra; “Biz sizden daha iyi ve önce evrimleştik!” mânâsına gelen saçmalıklar ürettiler!.. İnsanı; ruh, kalp cihetiyle değil, sadece hammadde, gen olarak gördüler. Hâlbuki o iddialarının bile temeli tek ataya çıkıyor.

19 Tirmizî, Menâkıb, 74. Vedâ Hutbesi’nde de geçmektedir.

20 Bkz. el-Hucurât, 13. Ayrıca Allâh’ın; mü’minlerin dostu olduğunu, muhsinleri, müttakîleri sevdiğini, mükâfatlandırdığını bildiren çok sayıda âyet.

21 Buhârî, Rikāk, 23.

22 Tiksindirici bu tedbire rağmen; alfabeye sığmayacak kadar cinsî sapıklığa zebûn olan insanlık, böyle olmasa ne yapardı!..