MEVLÂ’YA VER, GÖR ZAMANI!..

Rıfat ARAZ rifat_araz@yahoo.com

 

Nefsin ile, kıl riyâzet;

Âyet âyet, ör zamanı!..

Seyret, sensin sana ibret;

Şâhit tene, sor zamanı!..1

 

İhlâs bürün, eyle kulluk;

Gör, O’nadır seyr u sülûk!..2

Câna düştü, bu yolculuk;

Süz, bir ömre, ver zamanı!..

 

Gönül; dil ol, âh u zâra;

Niyâz eyler, o Gaffâr’a!..

Ehl-i Kehf’le, dal esrâra;3

Zamanda gör, bir zamanı!..

 

Sende edep, usûl, takvâ;

Terk-i terktir, her inzivâ!..

Sırtında mı, o hak dâvâ?

Gel, bir aşkla, der zamanı!..

 

Aşktır, cânı seyre salan;

Nur nefesi, bâkî kılan!..

Hızır’ı bul, yol al, dayan;4

Hayra dönsün, şer zamanı!..

 

Zâhir, bâtın her bir hüküm;

Bil, sendedir, sensin çözüm!..

Bir «vuslattır», güzel ölüm;

Mevlâ’ya ver, gör zamanı!..

 

1 Hattâ ki (bütün insanlar) oraya (hesaba çekilmek üzere mahkeme huzûruna) geldikleri zaman; kulakları, gözleri, derileri (ve bütün organları), yapmış oldukları işlerle ilgili kendi aleyhlerinde şâhitlik yapacaklardır.” (Fussilet, 20)

Bir hadiste bu husus şöyle îzah edilmiştir:

“Bir suçlu kıyâmet gününde yaptıklarını inkâr ettiğinde, Allah onun uzuvlarına emir verecek ve onlar onun yaptıklarına karşı şâhitlik edecekler.”

Bu hadîs-i şerifi; Enes, Ebû Musa el-Eş‘arî, Ebû Said el-Hudrî ve İbn-i Abbas rivayet etmişlerdir. (Müslim, Neseî, İbn-i Cerîr, İbn-i Ebî Hâtim, Bezzâr)

Bu ve benzeri âyet-i kerîmeler; âhiretin yalnız rûhânî bir âlem olmadığını, insanların aynı ruh ve beden ile diriltileceklerini, dünyada iken nasıl bir bedene sahip iseler orada da aynı bedene sahip olacaklarını, işledikleri suçları aynen aktarabilmeleri için aynı uzuvların olması gerektiğini bildirmektedir. (Bkz. el-İsrâ, 49-51 ve 98; el-Mü’minûn, 35-38 ve 82-83; en-Nûr, 24; es-Secde, 10; Yâsîn, 65, 78, 79; es-Sâffât, 16-18; el-Vâkıa, 47-50; en-Nâziât, 10-14; Ebu’l-A‘ Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, Kur’ân’ın Anlamı ve Tefsiri, İnsan Yay., Şubat 2005, İst, c. 5, cüz: 24, s. 187)

2 “Tasavvuf bir ahlâk eğitimidir. Bu eğitimin adı seyr u sülûktür. «Seyr» lügatte gezmek, «sülük» da yürümek ve gitmek demektir. Tasavvuf mefhumu olarak «seyr» sâlikin cehâletten ilme, kötü ve çirkin huylardan güzel ahlâka, kendi varlığından Hakk’a doğru hareket edip yürümesidir. Sülûk ise, tasavvuf yoluna girmiş kişiyi Hakk’a vuslata hazırlayan ahlâkî eğitimdir. Başlangıcı «tevbe», sonu da Hakk’ın hoşnutluğu ve sevgisine erme fiilidir. Bir başka ifadeyle seyr u sülûk, tasavvuf ve tarîkata giren kimsenin mânevî makamlarını tamamlayıncaya kadar geçirdiği safhaların bütününe verilen addır. Seyrin evveli sülûk, yani mânevî bir yola girme, nihayeti ise vuslattır. Sülûk; tahsil, mücâhede, nefy ve isbât demektir.” (Bkz. Prof. Dr. Hasan Kamil YILMAZ, «Seyr u Sülûk-Tasavvufi Eğitim», Altınoluk Dergisi, İst 1995, Haziran, sa. 112, s. 32)

3 “O gençler, mağaraya sığındıkları zaman; «Rabbimiz, katından bize bir rahmet verip (kutlu amacımıza) ulaştır ve şu işimizden (dolayı sıkıntılarımızı kaldırıp) bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl)!» diyerek (yalvarmışlardı).” (elKehf, 10)

“Derken, aralarında bir sorgulama yapsınlar (ve Allâh’ın hikmet ve kudretini kavrasınlar) diye onları diriltip (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: «(Biliyor musunuz, acaba burada) ne kadar kaldınız?» (Diğerleri) dediler ki: «(Herhâlde) bir gün veya günün bir(kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.» (Bu sefer) diğer bir kısmı: «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir…» demişlerdi. «Şimdi içinizden birinizi, (yanınızdaki) bu (gümüş) paranızla, şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek temiz (taze ve tabiî) ise, size ondan rızık getirsin. Ama çok dikkatli ve temkinli hareket etsin ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.» diye uyarmışlardı.” (elKehf, 19)

“Onlar mağaralarında üç yüz yıl kalmışlar ve dokuz (yıl) daha ilâve edip katmışlardı.” (elKehf, 25)

4 “Derken bir gemi gelir, gemiye biner binmez Hızır geminin tahtalarından birini söküp çıkarır. Musa ona kötü bir iş yaptığını söyler. Hızır;

«–Sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?» der. Musa verdiği sözü unuttuğunu söyleyerek özür diler. Sahile çıktıklarında Hızır, sahilde oyun oynayan çocuklardan birini öldürür. Musa ona, mâsum bir cana kıymanın kötü bir davranış olduğunu hatırlatır. Hızır;

«–Sana benimle beraberliğe sabredemezsin demedim mi?» der. Musa;

«–Bundan sonra sana bir şey sorarsam bir daha benimle arkadaşlık etme!» diye cevap verir ve artık mazeret gösteremeyeceğini söyler. Nihayet bir köye gelirler ve köy halkından yiyecek isterler. Fakat köy halkı onları misafir etmez. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvar görürler. Hızır duvarı düzeltir. Musa;

«–Onlar bizi misafir etmediler; dileseydin, bu yaptığına karşılık onlardan bir ücret alırdın.» der. Hızır, Hazret-i Musa’nın son müdahalesinin artık ayrılma sebebi olduğunu, yolculukları esnasında yaptıklarının sebeplerini anlatacağını bildirir.” Bunlar; el-Kehf, 79-82. âyet-i kerîmelerde bildirilen sebeplerdir. Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellem– buyurmuştur ki:

“Allah, Musa’ya rahmet eylesin. Ne olurdu sabretseydi de Allah onların haberlerini bize daha çok anlatsaydı.” (Geniş bilgi için bkz. Buhârî, Tefsîr, 18/2; Müslim, Fezâîl, 170-172). Bkz. Kur’ân Yolu Tefsiri, c. 3, s. 568-572)