İKİ HELÂK EDİCİ HUY

Sami GÖKSÜN

 

 

İslâm’da, kulluk en kıymetli makamdır. Müslüman; bu kulluğu yerine getirirken, çok dikkatli olmak zorundadır. Müslüman bu noktada; Kur’ân ve Sünnet çizgisinden sapmadan, âhiret yolculuğuna devam etmelidir. Emredilenleri ve yasaklananları; -bana göre demeden- Allâh’ın istediği gibi bilip, ona göre yaşayarak kulluk vazifemizi yapmalıyız. Allâh’ın emirlerini yerine getirmek kulluk, yasaklarından kaçınmak da kulluktur. Bu yazımızda, kulluğumuzun önünde önemli bir engel teşkil eden iki yasaktan bahsedeceğim. Bu yasaklar haset ve tecessüstür.

 

Tecessüs: Başkalarının ayıp ve kusurlarını araştırmaya denir. İslâm’ın yasakladığı ve kulluğumuzu olumsuz bir şekilde etkileyen kötü huylardan biri de budur. Kendi ayıp ve kusurlarını görmeyip de başkalarının ayıplarını, eksiklerini aramaya kalkışanlar; ahlâk ve fazîletten mahrum olanlardır. Tecessüs, kötü zanla birlikte nehyedilmiştir. Bu konuda yüce Rabbimiz bizleri şöyle îkaz etmektedir:

 

“Birbirinizin kusurunu araştırmayın (tecessüs etmeyin).” (elHucurât, 12)

 

Tecessüs etmeyin, Allâh’ın gizlediği ayıpları deşmeyin. Bir insanın ayıplarını; teftiş ve tecessüse kalkışmak yahut bir başkası için araştırmak ve tesadüfen öğrenilen ayıplardan şurada burada bahsetmek, çirkin bir davranış ve kötü bir harekettir. Hakikî müslüman; kusurlarını bildiği, ayıplarına şâhit olduğu kimselerin dahî kusur ve ayıplarını yayıp ifşâ etmez. Elinden geldiği kadar örtmeye çalışır.

 

Tecessüs mefhumunun bize hatırlatacağı hususlardan biri de mahremiyettir. Bilhassa ailevî meselelerin kurcalanması, ifşâ edilmesi, çok menfî neticeler ortaya çıkarabilir.

 

Sevgili Peygamberimiz, insanların gizli taraflarını araştırmayı, dilleriyle; «İnandık!» deyip kalpleriyle inanmayan münafıkların âdetlerinden saymış, insanların huzûrunda onları şiddetle azarlamıştır.

 

İbn-i Ömer –radıyallâhu anhümâ– der ki:

 

Bir gün Peygamber Efendimiz, minbere çıkarak yüksek bir sesle şöyle hitâb etti:

 

“Ey diliyle îmân edip, kalbine îmân girmemiş olan kimseler!

 

Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın!

 

Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır.

 

Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) bile rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35)

 

Öyleyse;

 

Müslümanların bu kötü ahlâkı terk etmeleri gerekir. Tecessüs ve kusurları yaymanın her türlüsü haramdır. Toplumun huzur ve saâdeti için bu yolu tutmak daha hayırlıdır.

İkinci olarak; haset dediğimiz ve kulluğumuzu olumsuz olarak etkileyen kötü davranışa gelince, bu konuda şöyle söyleyebiliriz.

 

Haset: Bir kimsenin elindeki nimetin yok olmasını istemektir. Haset eden kişi; başkasının nimetinin, servetinin, sıhhatinin, mâneviyâtının yok olmasını ister. «Onda var bende niye yok?!.» diyerek Allâh’ın taksimâtına itiraz eder. Bunu yapmakla bütün sâlih amellerini yok eder.

 

Haset, cehâlet ile tamahkârlığın birleşmesinden ortaya çıkar. Haset, çirkin ahlakın en zararlısıdır. Şeytanın ebedî saâdetten mahrumiyetine sebep de Hazret-i Âdem –aleyhiselâm-’a haset etmesi ve böbürlenmesi idi.

 

Haset herkeste bulunur, ancak derecesi farklıdır.

 

•Kiminin hasedi, hayalinden gelir geçer.

 

•Kiminin içinde biraz kaldıktan sonra, akıl ve insafın üstün gelmesiyle dağılır gider.

 

•Bazılarınınki de nefsine yerleşir, gün geçtikçe artar ve kişiyi birtakım günahları işlemeye sevk eder. İşte tehlikeli olan da tam olarak budur.

 

Haset kesinlikle haramdır. Allah Teâlâ’nın takdirini ve hükmünü beğenmemektir. Bu sıkıntılı durumdan kurtulmamız için, Cenâb-ı Hak Felâk Sûresi’nde şöyle buyurmaktadır:

 

“Ve haset edenin, hased(ini belli) ettiği zaman, şerrinden (Allâh’a sığınırım).” (elFelâk, 5)

 

Bu âyette, hasetten ve haset edenin şerrinden Allâh’a sığınmamız emredilmektedir. Haset öyle kötü bir huydur ki; kimde bulunursa, onu perişan eder, huzurunu kaçırır. Haset eden kimse, ömür boyu mesut olamaz ve için için kendini yer bitirir. Kendini bitirdiği gibi, güzel amelleri varsa onları da yer bitirir.

 

Hazret-i Yûsufaleyhisselâm-’ı kardeşlerinin kuyuya atmaları, haset yüzündendir. Hâdise; Hazret-i Yâkubaleyhisselâm-’ın Yûsufaleyhisselâm-’ı daha fazla sevmesini kıskanmalarından, yani hasetlerinden meydana gelmiştir.

 

Bunun gibi;

 

Kābil’in, kardeşi Hâbil’i öldürmesi de kıskançlık yani haset yüzünden olmuştur.

 

Haset, kalbin büyük hastalıklarındandır. İnsan rûhuna musallat olan bu kötü hastalıkların tedavisi, ilim ve amel ile mümkündür. Sevgili Peygamberimiz bir hadîs-i şeriflerinde;

 

“Hasetten sakının. Zira haset; ateşin odunu yaktığı gibi, iyi amelleri de yer ve yok eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 44) buyurmaktadır.

 

Hulâsa;

 

Haset eden bilmeli ki, hasedin zararı kendisinedir. Yine bilmeli ki, haset etmekle Allâh’ın hükmüne ve taksimâtına rızâ göstermemektetir. Haset ettiği süre içinde de mesut olamaz. Sevapları da hased ettiği kimseye verilerek, âhiret iflâsına sebep olabilir.

 

Rabbim; bu gibi kötü ahlâklardan, cümlemizi muhafaza buyursun. Âmîn