GÜNEŞE KAN AĞLATAN «ŞEHÂDET»
Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com
İki senedir Şemsî ve Kamerî yılların buluşmasında, iki mühim hâdisenin sene-i devriyeleri Temmuz ayında bir araya geldi. Şöyle ki:
•Aynı vatanın ve aynı milletin mensubu olmalarına rağmen; halkına silâh doğrultma gafletinde bulunanların karşısında, canını ortaya koyup, şehâdete yürüyenlerin gecesi: «15 Temmuz» (2016);
•Bu hâdiseden asırlar evvel; «Cennet gençlerinin efendisi» müjdesine mazhar olan Hazret-i Hüseyin –radıyallâhu anh– Efendimiz’in, yine bir başka gafiller gürûhuna karşı koymakta iken fedâ-yı cân eylediği: «Kerbelâ Vak‘ası» (10 Muharrem 1446 – 16 Temmuz 2024; 7 Temmuz 2025)
Cenâb-ı Hak, cümlesinin şehâdetlerini kabul eylesin…
İşte, Hazret-i Hüseyin –radıyallâhu anh-’in medeniyetimiz için elîm bir ibret vesikası mesâbesindeki bu şehâdeti; tarihçiler ve sanatkârlar sayesinde gelecek nesillere aktarılmış olup; biz de bu yüce şehîdin aziz hâtırasını, hakkında te’lîf edilmiş hüsn-i hat eserleri ile yâd etmek istiyoruz.
Ancak, eserlerdeki estetik unsurların îzahından önce, «Mersiye» (ﻣﺮﺛﻴﻪ) olarak isimlendirilen ve hat levhalarında yazılı metinlerin meydana getirilmesinde istifade edilen edebî tür hakkında kısaca bilgi verelim:
Lügatte; bilhassa Hazret-i Hüseyin hakkında yazılan ve kendisinin iyiliklerini, meziyetlerini anlatan ve vefâtından duyulan acıyı dile getirmek için kaleme alınmış manzûmeler mânâsına gelmektedir. (Diğer tabirler: Ağıt, sagu)
HAT LEVHALARINDA MERSİYELER
İlk olarak, yazımızın serlevhasında yer verilen hat tablosunda, müellifi belli olmayan bir mersiyenin son iki mısraı görülmektedir;
Sanma ol sürh-i seher mihr-i felektir görünen,
Her şafak hûn-i Hüseyn ile güneş kan ağlar.
“Sen zannetme ki, sabah kızıllığında görünen güneş ışığıdır. Zira güneş, her şafak vakti Hüseyn’in katledilmesi sebebiyle kan ağlamaktadır.”
•Serlevha Eserin Hattatı: İbrahim Alâaddin Bey (v. 1304/1887)
•Yazı Türü: Celî sülüs
•Yazılış Tarihi: Hicrî 1298 / mîlâdî 1880-1881
Ayrıca; metin kenarı bezemelerinde kullanılan kırmızı tonların, âdetâ bu acı hâdiseyi hatırlatmak istercesine tercih edildiği hissiyâtını verdiği kanaatindeyiz.
Bir başka levhayı inceleyelim:
Bu levha da, az önce üstte zikrettiğimiz beytin, seher ve şafak kelimelerinin yer değiştiği bir versiyonuyla teşkil edilmiş olup; sanatkârı Bursalı Mehmed Râşid Efendi’dir. (v. 1344/1926)
Hicrî 1311 (1893) senesinde, sülüs yazı formunda te’lîf edilen eserinin dış kısmında, ara ara kırmızı renkle uygulanan ebrûnun ise yine şehâdete bir atıf olduğunu düşünmek mümkündür.
Sıradaki eserimiz ise, diğerlerinden farklı bir tasarımla vücuda getirilmiştir;
Kadîm yazı sanatımızda «Armûdî Form» adı verilen tarzda; meyve şekilli istiflere de rastlanmakta olup, bu enfes eseri medeniyetimize kazandıran sanatçımız ise «Aziz Rifâî Efendi»dir. (Mehmed Abdülaziz AKTUĞ, v. 1353 / 1934)
Bilhassa tâlik, sülüs yazıları ve tuğra tasarımında gösterdiği üstün muvaffakiyetler neticesi, hat sanatımızda mümtaz bir mevkî elde eden büyük üstâdın, hicrî 1341 (1922) senesinde yazdığı eserinin ayrıntılarına değinecek olursak;
Yaprak kısımlarında, 17. asrın renkli şahsiyetlerinden; Mevlevî dedesi, şair, hattat ve aynı zamanda resme ve kedilere olan merakıyla devrine damgasını vuran «Fasîh Dede»nin (v. 1699) «Mersiye-i Kerbelâ» adlı eserinden iktibaslar mevcuttur:
•Sağ Yaprakta:
Hüseyn-i Kerbelâ’nın vâkıât-ı mâtem-engîzi,
Zebân-ı hâme-i savt u hurûf ile edâ olmaz.
“Hüseyn’in Kerbelâ’da yaşadığı matem dolu vak‘alar; dil, kalem, ses veya harflerle anlatılamaz.”
Sol Yaprakta:
Fasîhâ nüh-felek yâkût-ı rummân ile pür olsa,
O mihr-i âlemin bir katre kanına bahâ olmaz.
“Ey Fasîh! Dokuz kat gökler nar renkli yâkutlar ile dolu olsa, yine de o cihan güneşinin bir damla kanının değeri olamaz.”
•Armûdî Kısımda:
Amân Yâ Hüseyn Meded Senden!
•Sağ ve Sol Altta:
Sanma ol sürh-i seher mihr-i felektir görünen,
Her şafak hûn-i Hüseyn ile güneş kan ağlar.
Fasîh Dede’nin söz konusu mersiyesini eserine taşıyan usta hattatlarımızdan bir tanesi ile makalemizi nihayete erdirelim:
Hüseyn-i Kerbelâ’nın vâkıât-ı mâtem-engîzi,
Zebân-ı hâme-i savt u hurûf ile edâ olmaz.
Fasîhâ nüh-felek yâkût-ı rummân ile pür olsa,
O mihr-i âlemin bir katre kanına bahâ olmaz.
19. asrın dehâ mertebesindeki hattatı «Mustafa Râkım Efendi»nin hem ağabeyi hem de hocası olan «İsmail Zühdî Efendi» (v. 1221/1806) yazı sanatının başlarında daha ziyade Hâfız Osman çizgisinde ilerlemeyi tercih etmiş olmakla beraber, özellikle sülüs ve celî sülüste zamanla kendisine mahsus şîvesini tesis etmiş ve Osmanlı hat sanatı tarihinde çığır açacak bir vadinin kurucusu olmuştur.
5 Şevval 1219 (7 Ocak 1805) tarihini kaydettiği bu metânetli tablosunda (sülüs-kıt‘a) görülen tezyinatta, tercih edilen renk ve yaprak motiflerinde ise, sanki bir «Hazan Mevsimi»ne; yani, evlâd-ı Rasûl’den ayrı düşmeye bir rumuz vardır…
Cenâb-ı Hak, bu aziz şehîdin şefaatlerine nâil eylesin!..