ZULÜMKÂR DÜNYA
Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
Bugün bilhassa müslümanlar ve dahî pek çok devlet zulüm altında. Zulmün her çeşidi akıl almaz boyutlarda icrâ ediliyor. Hak gaspları, hukuksuzluklar, yaralamalar, sakat bırakmalar, tahribatlar, yıkımlar, yanmalar-yakmalar sayamıyoruz bile… Teknolojinin gelişmesi ile gelişen silâh sanayii, âdeta insanlığa ölüm kusuyor. Ve en acısı da bu herkesin önünde cereyan eden zulümlere kimse bir şey yapmıyor, kimileri de yapmak istiyor ama çekindiği bazı yerlerden dolayı âdeta eli kolu bağlanıyor, çoğu da bu insanın içini derinden yaralayan hâdiseleri alkışlıyor. Bu nasıl bir dünya düzeni anlaşılır gibi değil! Yalnızca güçlülerin hâkim olduğu ve onların tesis ettiği acımasız, haksız-hukuksuz, tamamen insânî ölçülerin dışında uygulamaların bulunduğu bir zâlim dünya var karşımızda. Biz de bu ayki yazımızda zulmü işleyelim istiyoruz efendim, müsaadenizle.
İnsanlar; içinde bulundukları dünya hayatında, türlü türlü hâdiselerle karşılaşabiliyor. İnsanların başlarına gelen her hâdise, onların imtihanından bir bölümdür. Bu bölümler bazen kısa sürer, bazen uzun. Bazen de öyle olur ki, hayatın bütününü doldurabilir. Hiç şüphesiz; devam eden zulümler, kişiler için devam eden üzüntü kaynağıdır.
Zulüm kişinin kendisinden gelebildiği gibi; en yakın çevresinden, hattâ içinde yaşadığı toplumdan da gelebilir. Nitekim zâlim Esed; bir zamanlar kendi halkına karşı ne zulümler işledi, misket bombalarıyla halkını bombaladı, «Sednâya Hapishânesi»nde işlenenler, aslında bir insanlık suçudur… Kişi bizzat kendisi istemediği hâlde; -çeşitli sebeplerden dolayı- birçok yanlış, hatalı, çirkin işler (meselâ, hırsızlık, dolandırıcılık, işkence, cinayet) işleyerek hem kendisine hem de ailesine, yakın ve uzak çevresine zulümler yapabilir. Bu durum, kişiler için belâ ve sıkıntıya sebebiyet verir; neticede insan üzülür, huzursuz olur. Kişilerin en yakınları da; böylesi kötü, çirkin işler yaparak, zulüm icrâ edebilir. İnsanlar; eşlerinden, çocuklarından, akrabalarından, komşularından hattâ hiçbir yakınlığı olmayan kişiler tarafından bile zulme uğrayabilir. Zulüm; acıdır, üzüntüdür, elemdir, kederdir. Kişinin hayatını perişan eder, mahveder, kahreder.
Zulüm; haksızlık, baskı, şiddet, hak yeme, eziyet, işkence ve gaddarlıktır. Bugün aynıları halkı müslüman olan ülkelerde, bilhassa Filistin’de sergileniyor. Zulüm; bir şeyin, hak etmediği yere konulmasından oluşur. Hak edenin hakkını vermemek, haksıza hak etmediği şeyi vermek zulümdür. Allah Teâlâ’nın koyduğu sınırın dışına çıkmak, haddi aşmak zulümdür. Doğrudan şaşmak, sapkınlığa düşmek zulümdür. İsyan, baskı, arzulara uyma, saçıp savurma, azgınlık hep zulümdür. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur:
“…Kim Allâh’ın hududunu aşarsa, şüphesiz kendisine zulmetmiş olur…”1
Zulüm, ancak adâletle önlenebilir. Adâlet zulmün zıddıdır. Doğruluk, uygunluk, hak ve hukukun tecellî etmesi, had bilme hep adâlettir. Adâlet âdeta doğru terazidir. Zulmün sona erdirilmesi, zâlimin susturulması, adâletle mümkün olur. Şaşırtmak, yoldan çıkarmak, yakmak-yıkmak zulüm iken; denge, ölçü, hak adâlettir. Nitekim:
“…Allah, adâlete uyanları sever.”2
Yüce dîn-i İslâm, adâletli bir dindir. Bugün İsrail’in yaptıkları, dînî gerçeklerin tamamen dışındadır. Bir haydut devlet, onun hâmîsi büyük haydut ve kendisini destekleyenlerle hep beraber kol kola, olmadık zulümler icrâ ediyorlar. Ülkeleri gasbediyorlar, şehirleri tamamen yaşanmaz hâle getiriyorlar, elli bin insanı şehîd ediyorlar, şimdi de o mazlumları yurtlarından kovmak arzusundalar. Bunca zulüm yetmiyormuş gibi, orayı tatil beldesi yapmayı teklif edecek kadar akıl tutulması yaşıyorlar. Adam güçlü ya, kimse ağzını açamıyor. Bu nasıl densizlik!?. Bu nasıl aymazlık!?. Adamın bakış açısı dudak uçuklatıyor. Onca ölüm, zulüm, şehidler… Adamın vatan diye bir kavramı yok; bunların aklı, fikri para ile çalışıyor. Olanlar karşısında; «İyi ki, müslümanız!» diyoruz. İyi ki, İslâm’ın âdil ve her hususta mükemmel prensipleri var. Yaşasın İslâm! Kahrolsun zâlimler ve Siyonist dünya!
Bilindiği üzere zulüm, sosyal hayatı ters yüz eden bir vâkıadır. Yeryüzünü ıslah etmeye gelen insanın, sosyal dengeyi ve tabiatın dengesini zulümkâr davranışlarıyla bozması kabul edilemez. Allah –azze ve celle-’nin insana emâneten verdiği şeylere zarar vermesi, insanı zâlim durumuna düşürür.
“Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, sorumluluğundan korktular. İnsan onu yüklendi. O pek zâlim ve câhildir.”3
İnsanın bizzat; korumakla yükümlü olduğu ilâhî dengeleri bozması, onu zâlim yapar. İnsanın haddi aşarak günahlara bulaşması; meselâ iftira etmesi, yalan söylemesi, fâiz yemesi, israf etmesi nefsi adına yaptığı zulümlerdir. Kişi bunları yaparak; ailesi ve yakın çevresini zulme sokarken, sosyal hayatta da kendisine zulmetmiş olur.
Dünyada insanların başlarına gelen belâ ve sıkıntılar, huzursuzluklar ve zorluklar kendi iradeleriyle işledikleri sebebiyledir. İnsanların birbirlerine yaptıkları zulüm de, haram kılınmıştır. Zulüm icrâ edildiğinde, bunlar belânın gelmesine sebep olur. Âhirette insanların uğrayacakları azap, dünyada yapıp ettikleri günahlarından dolayıdır. Allah, kullarına zulmedici değildir, bizzat kulların kendisi zulmedicidir.
“…Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler.”4 (Ayr. Bkz. el-Bakara, 57; el-A‘râf, 160)
Zulümle ilgili âyet ve hadislere baktığımızda zulmün üç şekilde işlendiğini görüyoruz:
Birincisi: Kişinin Allah Teâlâ’ya karşı işlediği zulümler: İnsanların Allah –celle celâlühû-’ya eş koşmaları, inkâr ve isyan etmeleriyle ilgili zulümlerdir. Şüphesiz en büyük zulüm şirktir:
“…Allâh’a şirk koşma, şüphesiz şirk büyük bir zulümdür.”5
Allâh’ı bırakıp başka ilâhlar edinenler, kendi hevâ ve hevesleri peşinde koşanlar, temelde Cenâb-ı Hak ile olan ilişkileri yerine oturmamış kişilerdir. Bunların icrâ ettikleri inkârlar, isyanlar, nankörlükler, yalanlamalar, fısk ve cehâlet Kur’ân’da zulüm olarak ifadesini bulur. (el–En‘âm, 68; et-Tevbe, 23; el-Enbiyâ, 2-3; el-Hac, 52-53; ez-Zümer, 32)
İkincisi: İnsanlar arası zulümler: İnsanların başka insanlara, içinde bulundukları topluma, tabiata ve diğer canlılara karşı işledikleri suçlar, hatalar, kusurlar, haksızlıklar ve tecavüzlerin her biri zulümdür, Bu durum, hem kişi haklarını hem de kamu haklarını ihlâldir. İster ferdî, ister toplu hâlde yapılsın; bu husustaki her ihlâl zulümdür. Şöyle yapacaksın, şöyle inanacaksın, şöyle giyineceksin dayatmaları; hak ihlâlidir, zulümdür. Kişiler, kendi hür iradeleriyle zulümleri işlerler. Her zulmün bir bedeli vardır. Diğer insanların haklarını almasına engel olmak, rüşvet almak, emânete hıyânet etmek, inançlara saldırmak, ırkçılığı savunmak, ayrımcılık yapmak, üstünlük taslamak zulümdür. Yine; adam öldürmek, gasp-soygun-hırsızlık yapmak, baskı ve şiddet uygulamak, işkence yapmak zulümdür.
Üçüncüsü: İnsanın kendi kendine olan zulmü: İnsanın kendine yaptığı en büyük zulüm; yüce Rabbe ortak koşmak, Cenâb-ı Hakk’ı inkâr ve işledikleri günahlardır. Allah Teâlâ insana zulmetmez. Ancak insan hür iradesiyle günah işleyerek, kendi kendine zulmeder. Bu gerçek birçok âyette vurgulanır:
“Allah, insana zulmetmez. Fakat onlar kendi nefislerine zulmederler.”6
“İnandıkları hâlde günahlar işleyerek hata edenler, isyan ederek kendi nefislerine zulmetmiş olurlar. Yine de Allah Teâlâ onları bağışlayıcıdır, rahmet sahibidir.”7
Milletlerin, medeniyetlerin, toplumların çöküşü zulümler sebebiyledir. Zenginlikleriyle şımarıp böbürlenenler; haktan sapan, şiddet uygulayan baskıcı yönetimler; sadece kendi arzu ve isteklerine tâbî olup başkalarının hak ve hukuklarını çiğneyenler, zulüm icrâ ediyorlar. İşte bugün haydut-kātil İsrail’in Filistinli kardeşlerimize yaptıkları tam da budur. Ama unutulmasın ki; adâletle, hakça davranmayıp zulüm yapanlar iflâh olmazlar. Baş haydut, zulmün destekçisi; bir başka ülkenin (Ukrayna’nın) tabiî madenlerini kendi uhdesine geçirmek istiyor, bu olacak şey mi!?. Ülkelerin zenginlikleri, ancak o memleketin sahiplerinindir. Hakikaten dünya; meçhul, hazin, kötü bir âkıbete doğru gidiyor. Yapılanlara şerefli Kur’ân’dan şöyle bir cevap vardır:
“Musa şöyle dedi:
«–Rabbim, kendi katından kimin hidâyet rehberi getirdiğini ve hayırlı âkıbetin kime nasip olacağını en iyi bilendir. Muhakkak ki, zâlimler iflâh olmazlar.»”8
Merhametsizce, gaddarca davranıp haksızlık yapanlar; insanlara ve diğer mahlûkāta işkenceler uygulayanlar, zâlim kişilerdir. Zâlimler hakkı çiğnerler; baskı, şiddet ve işkenceyle birçok kötülük ve çirkinlikler işlerler. Zâlim İsrail ve onu destekleyenler; yaptıklarıyla diğer insanları, müslümanları zarara ve ziyana uğrattılar. Filistin topraklarını işgal ettiler; mazlum insanların evlerini, tarlalarını, bağ ve bahçelerini gasbettiler, zeytinliklerini yaktılar; insanları sudan sebeplerle hapishânelere doldurarak, olmadık işkencelere tâbî tuttular ve bu hâlâ devam ediyor. Bugün zâlimlik had safhadadır. Zâlimlerin hayatında, îmar ve ıslah yoktur. Onlar; yıkmaya, bozmaya ve tahrif etmeye odaklanmışlardır. Zulümlerini bu şekilde icrâ ederler. Bunlar kendi karanlık fikir ve davranışlarıyla etraflarını da karartırlar. Haddi aşıp, yoldan çıkarak; ölçüsüz davranışlarıyla mevcut dengeyi ve uyumu bozarlar ve çeşitli haksızlıklara, kaosa, adâletsizliklere ve zulme sebebiyet verirler. Bütün bunlar hem fertler hem toplum için büyük üzüntü, sıkıntı, huzursuzluk kaynağıdır. Hepimiz bu yapılanlardan çok etkilendik, neredeyse duygularımız iflâs etti. Boykottan, yardım ve duâ etmekten başka bir şey elimizden gelmiyor. Bu nasıl insâniyetsizlik diyoruz!.. Burada şu âyet-i kerîmeyi hatırlatmak isteriz:
“Kim tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerdir.”9 Yine:
“O (Allah) dilediğini rahmetine dâhil eder. Zâlimlere gelince, onlar için elemli/acıklı bir azap hazırlanmıştır.”10
Bugün zâlimlerin zâlimlikleri tescillenmiştir. Ancak zulme uğrayan, hakkı gasbedilen kişilerin de; bu zâlimlik karşısında, aynen onlar gibi zâlimce mukabelede bulunmaları uygun bir davranış değildir. Hamas’a bakın, rehinelerine nasıl da âdil ve müşfik davranıyor. Tıpkı asr-ı saâdetteki esirlere yapılan muamele gibi. Çanakkale’de -cephede savaşırken- esir askerlere kendi yemeğini veren, gömleğini çıkarıp düşman askerini tedavi eden Mehmetçiklerimiz, Hamaslı mücâhidlerimiz, bize tıpkı asr-ı saâdetteki sahâbîleri hatırlatıyor. Onlar sanki günümüzün sahâbe kopyaları gibi. Bir de İsrail hapishânesindeki mahkûmlara yapılanlara bakın! Su yok, yemek yok, devamlı eziyet ve işkence… Bunların insâniyetten nasipleri yoktur. İslâm’da mazlum olmak tavsiye edilemez, fakat zâlim olmaya tercih edilir. Her çeşit zulüm imtihandır.
Biz inanırız ki;
“Mü’min bir erkek veya kadın; nefsinden, çoluk çocuğundan, malından imtihana uğrar, tâ ki Allâh’a temiz ve günahsız kavuşsun…”11 İnsanların başına gelen; -zulüm de dâhil imtihanların sebebi- kulun, günah kirlerinden arınması ve temizlenmesi içindir.
Bu sebepledir ki; zâlimlerin inananlara yaptıkları zulümler, zâhiren kahır gibi görünse de îmânını koruyabilenler için bir lütuftur. Onun için:
“Meşakkat çektiğin kadar istifâde edersin!” buyurulması bu hikmete mebnîdir. Her şey bir bedel mukabilidir. Râm olmadan sahip olabilmek mümkün değildir.
Ancak bilelim ki; yaratılanların her hâlini kudret ve azameti, şefkat ve rahmeti altında tutan Allah –azze ve celle-, hiçbir zulmü karşılıksız ve cezasız bırakmaz. İnsanlık tarihi buna şâhittir. İnsanlara zulmedenlerin, müthiş acı azaplara ve son derece dehşetli tecellîlere muhatap olmaları, onlar için kaçınılmaz sondur ve değişmeyen ilâhî kanundur.
“Andolsun ki Biz, sizin benzerlerinizi hep helâk ettik. Düşünüp ibret alan yok mu?”12
“…Şüphesiz O’nun yakalaması; pek elem vericidir, pek çetindir!”13
“…İşte bak, zâlimlerin sonu nasılmış?”14
İşte biz bu ilâhî gerçeklere inanarak tesellî buluyoruz. Zulümkârlıkta azan, mutlaka ve mutlaka cezasını ve belâsını bulacaktır.
Zulme maruz kalan kişi mazlumdur. Mazlum kimse; haksızlığı, cezayı, şiddeti hak etmeyen kişidir. Zâlimler; yaptıkları haksızlıklarla, adâletsizliklerle, zulümlerle karşılarındaki kişileri mazlum durumuna düşürürler. Zulme maruz kalan mazlum kişiler; hakları zorla ellerinden alınan, baskı ve işkencelere uğrayan, hak etmedikleri cezalara çarptırılan kişilerdir. Böyle kişiler; çeşitli hakaretlere, akıl almaz olumsuzluklara uğrayarak, haysiyet ve şerefleri zedelenir. Pek tabiî; bütün bu zulümler belâdır, musîbettir. Kişilerin üzülmelerine, yıkılmalarına, perişan olmalarına sebeptir.
Zulüm en büyük günahlardandır. Hak Teâlâ;
“İyi bilin ki Allâh’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.”15 buyurmakla, insanların mazlum durumuna düşürülmesinin büyük günah olduğunu vurgular. Zulmün olduğu yerde zâlim vardır, onun yanında da mazlum ya da mazlumlar vardır. İnsanlık tarihi; nice zâlimlerin, nice mazlumların hakkını ihlâl edici hâllerine şâhit olmuştur. Ancak pişman olanlar müstesnâ, hepsinin defterleri dürülmüştür. Zâlimler er veya geç, hak ettikleri cezaya çarptırılacaklardır. Zâlimler için yaşasın cehennem!
Şu da önemli; Allâhu Azîmüşşân, zulme uğrayan mağdurun, mazlumun duâsını kabul eder. Onların duâsı ile Allah Teâlâ arasında perde yoktur. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz –aleyhisselâm– şöyle buyurur:
“Mazlumun (bed)duâsından sakın. Çünkü mazlumun duâsı ile Allah arasında (kabule mâni olan) hiçbir perde/engel yoktur.”16
Nitekim kātil İsrail ile ateşkes yapılmadan önce, Amerika’da korkunç yangınlar vardı. Hatırlayın, müslümanlarla alay eden filmleri ile meşhur Hollywood alev alev yandı da, sözde dünyanın en büyük ve en güçlü ülkesi (!) mâni olamadı. Senin bir hesabın varsa Allah Teâlâ’nın da bir hesabı vardır. Binlerce masumun kanları ellerindedir bu koca zâlimin.
Zâlime arka çıkılamaz, ancak karşı çıkılabilir. Aynı zamanda, zâlim dost edinilemez. Zâlimin dostu yine zâlimdir. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:
“Çünkü onlar Allâh’a karşı sana hiçbir fayda veremezler. Doğrusu zâlimler birbirinin dostudurlar. Allah da takvâ sahiplerinin dostudur.”17
Allah Teâlâ zâlime mühlet verir, ama cezasını asla ihmâl etmez. Bazı zulümlerin karşılığını dünyadayken verir, bazılarını da âhirete bırakır. Bu dünya ceza ve mükâfat yeri değildir. Bu dünya imtihan dünyasıdır. Hak Teâlâ bir zâlimi, bazen bir diğer zâlimle cezalandırabilir. Şu âyet bu gerçeği ne güzel anlatır:
“İşte kazandıkları (günahlar)ından ötürü zâlimlerden bir kısmını diğerinin peşine böyle takarız.”18
İnsanlara zulmedenlere, haksız yere taşkınlık yapanlara elbette karşı durulmalıdır.
“İnsanlara zulmedenlere, yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşı durulmalıdır. İşte can yakıcı azap bunlaradır.”19
Zulüm gören; zâlimden değil, ancak Allah –celle celâlühû-’dan korkmalıdır. Zâlimin zulmü varsa mazlumun Allâh’ı vardır. Zâlimlerin zulmünden, şerrinden Allah –celle celâlühû-’ya sığınmak lâzımdır. Mü’min kişi, her yatsı namazının ardından kıldığı vitir namazında okuduğu kunut duâsında bunu gerçekleştirir.
Zulme mâni olmayan ona ortak oluyor, râzı oluyor demektir. İlâhi vahyin ve Peygamber’in isteği, sosyal hayatta adâletin tesis edilmesidir. Sosyal âhengin ve kâinâtın dengesinin muhafazası görevi, insana emâneten verilmiştir. Bu dengeyi bozan, bu âhengi zedeleyen zulümkârlarla mücadele edilmelidir. Bu, yeryüzünün halîfesi olan insanın görevidir.
Ferdî hayattaki tüm zulümlerle de elden geldiğince mücadele etmeyi bizzat Kur’ân-ı Kerim istemektedir. Kur’ân, insanlar arası adâleti hâkim kılmak için inmiştir. Bunu sağlamak için ortaya koyduğu hükümler, açık ve nettir. Dolayısıyla hiçbir zâlim desteklenemez. Onunla mücadele edilir. Bu bir kulluk görevidir. Bunun yapılmaması, zâlimin desteklenmesi anlamına gelir. Bu durum, zulmün devam etmesine müsaade edilmesi demektir. Zulmü onaylayanlar, en az onlar kadar zâlimdirler. Bugün Filistinli kardeşlerimize yapılan onca zulme, bazı sâiklerle, -aslında yapabilecekleri şeyler olmasına rağmen- sessiz kalan Arap ülkelerini bir düşünelim. Filistinlilerin Gazze’den sürülmesi, o vatansever mücâhidlerin yurtlarından kovulması söz konusu olunca, Mısır’da yapılan Arap Ligi toplantısında biraz ses çıkardılar. Zulme sessiz kalan ve zâlimlerle işbirliği yapanlar; şerefli Kur’ân’da Firavun’a destek olan yardımcılarına benzetilerek zâlim olarak değerlendiriliyor:
“Biz onu ve askerlerini tuttuk, denize attık; bak o zâlimlerin sonu nasıl oldu?”20
Zâlime duâ edilmez. Zâlim kişi, bir annenin evlâdı olabilir. Böyle bir evlât ailesine ve diğer yakınlarına zulmetmeye devam ettiği sürece veya zulmü sebebiyle herhangi bir cezaya muhatap olduğunda onun için duâ edilemez. Ancak ıslah olması, düzelmesi için duâ yapılabilir. Hazret-i Nuh –aleyhisselâm-; isyana dalan halkı, yakın akrabaları ve oğlu için duâ etmişti de, Cenâb-ı Hak ona;
“Zâlimler için Bana duâ etme, hiç yalvarma!”21 buyurmuştu.
Mazlum olarak ölmek, zâlimce yaşamaktan hayırlıdır. Zulüm eken isyan biçer. Zâlime yakın olmak şerdir. Haksızlığa uğramak, haksızlık yapmaktan hayırlıdır. Zulüm ile ne yapılırsa yapılsın, çabucak yıkılır. Zulüm ile âbâd olacağını sananların âkıbeti hüsrandır. Zâlim, muhakkak ettiğini bulur. İnsanlara kazdığı kuyuya, gün gelir kendi düşer.
Zulümle mazlum konumuna düşmüş kişinin âhı yerde kalmaz. “Alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste!” derler. Çok doğrudur, zaman içinde bu hakikat tecellî eder. Bu sebeple kimseyi incitmemek gerekir. Ne olursa olsun; mazluma yardım etmek, zâlime; «Dur!» demek lâzımdır.
En kısa zamanda zulmün sona ermesi; bütün mağdur, mazlum kardeşlerimizin selâmete, hürriyete, barışa kavuşması duâsıyla…
_________________________________
1 et-Talâk, 1.
2 el-Mümtehine, 8.
3 el-Ahzâb, 72.
4 et-Tevbe, 70.
5 Lokmân, 13.
6 Yûnus, 44.
7 Hüseyin Kerim ECE, İslâm’ın Temel Kavramları, İst, 2000, s. 786-788.
8 el-Kasas, 37.
9 el-Hucurât, 11.
10 el-İnsân, 30.
11 Tirmizî, Zühd, 57.
12 el-Kamer, 51.
13 Hûd, 102.
14 el-Kasas, 40.
15 Hûd, 18.
16 Tirmizî, Zekât, 54.
17 el-Câsiye, 19.
18 el-En‘âm, 129.
19 eş-Şûrâ, 42.
20 el-Kasas, 40.
21 el-Mü’minûn, 27.