SABRIN İNCELİKLERİ
H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com
Hazret-i Ali –radıyallâhu anh– buyuruyor ki:
“Ey insanlar, size söyleyeceğim şu beş şeyi öğrenip tutunuz! Başka bir tabirle; size söyleyeceğim şu iki tane iki ve bir şeyi öğrenip tutunuz:
•Hiçbiriniz, işlediği günahlardan başka bir şeyden korkmasın.
•Hiçbiriniz, Rabbinden başka kimseden bir şey ummasın.
•Hiçbiriniz, bilmediğiniz bir şeyi öğrenmekten utanmasın.
•Hiçbiriniz, kendisine bilmediği bir şey sorulunca; «Bilmiyorum!» demekten utanmasın.
•Bilesiniz ki vücutta baş ne ise, işler ve hâdiseler karşısında sabır odur. Başsız kalan vücut nasıl dengesini yitirirse, sabırsız olarak ele alınan işler ve hâdiseler de öyle ters ve karmaşık olur.”
Sabır kelimesinin Kur’ân-ı Kerim’de 100’e yakın âyet-i kerîmede çeşitli isim ve fiiller hâlinde geçiyor olması, bu fazîletin dînimizdeki ehemmiyetini anlatması bakımından yeterlidir. Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem– de bir hadîs-i şerîfinde;
“…Sabır ziyâdır.” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât, 86)
Dil âlimleri sözlükte; «engellemek, hapsetmek; güçlü ve dirençli olmak» mânâlarına gelen sabr kelimesinin zıddının ceza‘ (telâş, sızlanma, kaygı, yakınma) olduğunu bildirmişlerdir.
Malûm olduğu gibi sabır, yerine göre farklı isimler alır.
Meselâ;
Nefsin öfke ve husûmetine sabredersiniz, adı hilim olur.
Nefsin arzularını kontrol altına alırsınız; iffet olur, tok gözlülük olur, zühd olur.
Sâlih ameller işlemek sabır ister. İlim öğrenmek sabırla mümkündür. Takvâ ölçülerine riâyet etmek sabırsız olacak şey değildir. Her durumda güzel ahlâk ve muâmelât sabrın hem gereğidir hem sabırla yerine getirilebilir.
Bu sebeple Hazret-i Ali Efendimiz’in buyurduğu gibi;
“Sabır, bütün fazîletlerin başıdır.”
Sabrın bir hususiyeti de; hiçbir zaman kıymeti azalmayan, tabiri câizse modası geçmeyen bir fazîlet olmasıdır. Her ne kadar modern zihniyet, artık sabretmeye gerek kalmayacağını va‘detse de sabırsız hiçbir üstünlük yoktur. Bunu psikoloji ve psikiyatri ilminin ortaya koyduğu neticelerden de anlayabiliyoruz. Değişen tek şey, modern zamanlarda sabır kelimesi yerine; «Hazzı ertelemek, duygu regülâsyonu, öz denetim, kontrolsüz tepkileri engelleyebilmek…» ve benzeri ifadelerin kullanılmasıdır.
Sabırlı olmak çok güzel, ama nasıl sabırlı olacağız?
Aslında sabırlı insan olmanın yolu da; yine dînimizin emir ve hükümlerine uyarak, kendimizi sabırlı olmaya alıştırmaktan geçiyor. Bütün sâlih ameller ve methedilen davranışlar; bizi sabırlı bir insan oluncaya kadar eğitiyor, terbiye ediyor. Yeter ki biz, bu terbiye altına girmeye niyet edelim. Niyet etmek de elbette îman meselesi…
Sabrın faydasını ispatlayan meşhur bir psikoloji deneyi vardır. Hemen herkes duymuştur şekerleme deneyini. Küçük çocuklara şeker verilir;
“–Bunu istersen hemen yiyebilirsin. Ama on dakika beklersen iki şeker yiyebileceksin.” denilir. Deneyde on dakika sabır gösteren çocukların, daha sonra hayatta da başarılı insanlar olduğu görülmüştür.
Bu deneyde eğer çocuklara;
“–İstersen hemen yiyebilirsin…” demek yerine;
“–Bazı çocuklar hemen yiyorlar ama bu doğru değil. Biraz beklersen daha doğru yapmış olursun. Sen bunu başarırsın, yaparsın. Haydi biraz gayret. Bak şimdi olacak…” denilmiş olsaydı ne olurdu? Hiç şüphesiz daha çok çocuk;
“–Peki o zaman ben de sabredeyim.” derdi. Böyle böyle sabra alıştırılmış olsaydı; daha çok insan, hayatta hatalar yapmaz, yanlış yollara sapmaz, hayatını ziyan etmezdi. İşte din ve geleneklerin, insanı terbiye eden emir ve yasaklardan meydana gelmesinin sebebi de bu.
Hele bir de mükâfat; bir yerine iki şeker değil de fânî yerine ebedî olursa, yanında Allâh’ın rızâsı, kurbiyeti ve nihayet cemâli olursa… Bunlara îmân eden, elbette kendinde sabretmek için daha çok güç ve dayanıklılık bulurdu. Bunların üstüne, bir de sabırsızlığın cezası çok korkunç bir azap olursa…
Bir kimse; anlık bir duyguya sabretmeyip yanlış bir hareket yaptığı zaman; bunu gören, kaydeden, hesabını soracak olan ve cezasından kaçmanın mümkün olmadığı bir Rabbe îmân ediyorsa, mutlaka kendini dizginleyecektir. Hattâ çok tahrik edici durumlar karşısında bile nefsine hâkim olacak, yanlışlardan sakınacaktır.
«Bugün insanlık çok ilerledi.» diyenler; insanları bağımlılıklardan, saldırganlıktan, borç batağına saplanmaktan, aile hayatlarını mahvedecek çok kötü davranışlardan sakındırmak için; «duygu regülâsyonu» tavsiye ediyorlar. Hâlbuki dînimiz; mü’minlerin sahip olması gereken sabır kapasitesini tarif ederken, kendisine kötülük yapanları affetmek, aynısıyla karşılık vermeyip iyilik yoluyla ıslah etmek gibi yüksek hedefler gösteriyor:
“Her kim sabreder ve (suçları) bağışlarsa, bu hareket arzu edilen en iyi işlerdendir.” (eş–Şûrâ, 43)
Dînimiz sadece günlük hayatını düzen içinde sürdürebilen bir insan tipi değil; Allâh’ın dînini yeryüzünde hâkim kılmak için fedâkârca çalışan, üstün gayretler gösteren ve karşılaştığı nice yıldırıcı hâdiselere rağmen sebat gösteren bir fazîletli insan örneği yetiştiriyor. O hâdiselerin rastgele ve mânâsız olmadığını, hepsinin birer ders ve imtihan olduğunu haber veriyor:
“İçinizden mücâhidleri ve sabredenleri ortaya çıkaralım diye sizleri mutlaka imtihan ederiz. Haberlerinizi de deneyeceğiz.” (Muhammed, 31)
Zamanımızda yaygınlaşan psikolojik problemlerden biri de kaygı bozukluğu. Bu sıkıntıda insanlar;
«Ya başıma geldiği zaman sabredemezsem.» diye endişeleniyor ve hattâ bedenî hastalıklara yakalanıyorlar. Hattâ böyle bazı kişiler var, evlâtlarını bile evlendiremiyorlar. Dört oğlu olan ve hiçbirini evlendirmemek için ayak direyen bir anne görmüştüm. Kaybetme korkusuyla ve kaybetmeye dayanamayacağı endişesiyle evlendirmeye yanaşmıyordu.
Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem– böyle; «Sabredemezsem?» diye korkanlara da müjde veriyor:
“Sabır ve tahammül gösteren kimseyi, Cenâb-ı Hak sabırlı kılar. Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiçbir kimseye verilmemiştir.” (Tirmizî, Birr, 76)
Bunun yanında çekilen sıkıntıların, hatalara keffâret olacağını müjdeleyen Hazret-i Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mü’mine musîbet nev‘inden her ne ulaşır ise, günahlarına bir keffâret olur. Musîbet; beklenmedik bir hâdise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş fark etmez.” (Müslim, Birr, 49)
Sabretmenin türlü türlü mükâfatları arasında, âhiret menzillerinin ilki olan kabir durağındaki faydası hakkında Yezîd-i Rakkaşî –rahmetullâhi aleyh- şöyle buyuruyor:
“Kul kabre girince; kılmış olduğu namazlar sağına, vermiş olduğu sadakalar soluna dikilir. Yapmış olduğu iyilikler onu gölgesi altına alırken; sabır, ona göğüs gererek, diğer koruyucularına;
«Eğer onu koruyabilecekseniz mesele yok, eğer koruyamayacaksanız; çekilip yerlerinizi bana bırakınız da onu azaptan koruyayım.» der.”