RÂYETE MEYLEDERİZ -1-

Prof. Dr. Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@gmail.com

 

 

-Bir buçuk yıldır tarihin en vahşî saldırılarına göğüs geren Hamas ve diğer direnişçilerle medenî (!)
dünyanın gözü önünde iğrenç bir soykırıma tâbî tutulan Gazze’nin asil insanlarına…-

 

 

(1578’de başlayan Osmanlı-Safevî Savaşı bütün şiddetiyle devam etmektedir. Bu savaşta; Osmanlı’ya, yardım etmek üzere gelen ve büyük yararlılıklar gösteren Kırım hanzâdelerinden Gāzî Giray, Safevîler tarafından esir alınmıştır.

 

ŞAHISLAR:

 

Gāzî Giray (1554-1607): Osmanlılara gönülden bağlı Kırım hânı. Onlarla birlikte birçok savaşa girmiş bir cengâver olup, aynı zamanda şair, mûsıkîşinas ve hattat bir hükümdardır.

 

Hamza Mirza: Safevî şehzâdesi. Esir edilmiş olan Gāzî Giray’ı, savaş hâlinde olduğu Osmanlılara karşı kullanmak ister.)

 

BİRİNCİ SAHNE (Alamut 1580-1584)

 

(Şahıslar: Gāzî Giray, zindancı, sonradan gelen Safevî şehzâdesi Hamza Mirza)

 

(Soğuk, taş bir zindan. Sahnede zindancı ve Gāzî Giray vardır. Orta yaşlarında rahat tavırlı zindancı ayakta konuşmakta; 20’li yaşlardaki Gāzî Giray, sanki kendisine söylenmiyormuş gibi aldırış etmeden önüne bakmaktadır.)

 

ZİNDANCI:

 

(Alaylı:)

 

Hey Tatar! Sâhi be fikrin ne senin?

Nerdesin şimdi, nedir tahmînin?

 

Hıh! Alıp atlası sen yerlere yay,

Bildiğin tüm kötü zindanları say.

 

Yine akletmen için yok bir umut!

Alamut’tur bu cehennem, Alamut!

 

Geçti çoktan deme târîhe o ad,

Bâzen etmek gerekir eskiyi yâd!

 

Şâhımız göstererek işte vefâ,

Etti tekrâr onu bir hoş ihyâ.

 

Bize hizmet eder el-an bu hisar,

Bâtınîlerle anılsın, ne çıkar?

 

Onların işte o meşhur kalesi,

Şimdi beyzâdelerin taş kafesi!

 

Hele yüksekliğe bir bak şuradan,

Var mı kurtulmaya imkân buradan?

 

Burda mihmansın ölüm ânına dek,

Buna derhâl alış idmân ederek.

 

Seni duyduk iyi şâirmişsin,

Beste yapmakta da mâhirmişsin.

 

Bunların olması cidden nîmet,

Burda onlarla edersin ülfet.

 

Çok şiir söyleyeceksin burada,

Nağmeler dinleteceksin arada.

 

Buna hiç etmiyorum şüphe inan,

Söyletir insanı zîrâ hicran.

 

Hele yurdunda bırakmışsa bir eş,

Yeni evlendiği bir nâdir eş.

 

Bir büyük aşk ile bağlıysa ona,

Bülbül olmaz mı adam, söyle bana?

 

(Zindancı sırıtır. Gāzî Giray ilk defa başını kaldırıp ona kızgınlıkla dik dik bakar, ama yine ses etmez. Adam ciddîleşerek devam eder:)

 

Görüyorsun; bizim istihbârat,

Çok derinden çalışır, pek hamarat!

 

Seni etraflıca tetkîk ettik,

Kırım’dan bile tahkîk ettik.

 

Bir gün evvel düğünün olmuşken,

Yola çıkmışsın o gün erkenden.

 

Bırakıp zevceni ardında garip,

Gelmişin Şirvan’a dek zahmet edip.

 

Sonra Âdil Giray’ın ardından,

Olmuşun tayfana toptan komutan.

 

Kıssanın sonrası mâlûm artık,

Kaç sefer hamlene mâruz kaldık!

 

Kurduğun sinsi tuzaklar, pusular…

Dökülen kan, oluşan onca zarar…

 

Hele Kür nehrini geçmekte iken,

Yolda Selmas Han’a baskın vermen…

 

Yaptığın bunca işin maksadı ne?

Niye geldin Safevî ülkesine?

 

Ne işin var acabâ Şirvan’da?

Amacın söyle nedir Îran’da?

 

(Kısık bir kahkaha atarak)

 

, senin dirliğe yapmışlar zam!

Artırır sonra alırlar bi-tamam!

 

Âl-i Osmân’a yaranmak ne abes!

Meyve vermez ebediyyen o heves!

 

(Gāzî Giray’ın yüzünde müstehzî bir ifade belirir)

 

Var mıdır onlara bir tek yaranan?

Kim değer görmüş acep onlardan?

 

Ki selâm durmadasın bir paşaya

Yaraşır şey mi bu zül bir Giray’a?

 

Geliyorken soyunuz Cengiz’den,

Nasıl üstün olur onlar sizden?

 

(Gāzî Giray’ın yüzündeki müstehzî ifade artıp tebessüme dönüşür. Adam istihfaf eden bir tavırla devam eder:)

 

Özdemiroğlu da kimdir, necidir,

Ki yüceltip seni etsin takdir?

 

Ne zaman kendisi olmuş ki yüce,

Seni kalkıp da yüceltsin o cüce?

 

Babasından alarak şöhretini,

Âl-i Osmân’a eder hizmetini.

 

Böyle Osman Paşa olmuştur o keş,

Ona lâyık mıdır olmak kardeş?

 

Bora dermiş sana orda, Bora?

Haydi bir es bakalım burda Bora!

 

(Gāzî Giray’ın suskunluğu adamı yeise sevk eder. Sonunda istihzâyı son hadde vardırıp çıkar)

 

Şimdi lâl olmuşa benzer lâkin,

Konuşur gün gelip elbet o dilin!

 

 

(Aradan günler geçer. Günlerin geçmesi, sahnedeki loş ışıkların birkaç kez söndürülüp yakılmasıyla verilir. Sonra bir gün; demir kapının zinciri, şangırtıyla yeniden açılır. Kapıda aynı zindancı belirir, ancak bu kez rehberlik edip yol açtığı Safevî şehzâdesi Hamza Mirza’ya mihmandarlık etmekte ve kapıyı açtıktan sonra ona dîvan durmaktadır.)

 

ZİNDANCI:

 

Yüce Mirzam, buyurun, işte esîr!

 

HAMZA MİRZA:

 

Sus be şaşkın, bu nasıl bir dildir?

 

Sen nasıl bir Han’a “tutsak” dersin?

Yüce Rabbim sana iz‘an versin!

 

Han benim sâdece bir mihmânım!

Şöyle buyrun, çıkalım haydi Han’ım!

 

(Gāzî Giray, Hamza Mirza’nın kullandığı bu «han» lakabından dolayı müstehzî ama biraz da şaşkın hâlde oturduğu yerden bakmaktadır.)

 

GĀZÎ GİRAY:

 

Allah Allah, ne zaman han olduk?

O büyük lutfa nasıl yol bulduk?

 

HAMZA MİRZA:

 

Bulmamışsan da yakındır bulman!

Çok mu hanzâde iken han olman?

 

Gel de tafsîl edeyim dîvanda,

Olmadık vak‘a mı var devranda?

vezni: feilâtün / feilâtün / feilün

(fâilâtün) (fa’lün)

 

(Hamza Mirza, şaşkınlıkla ayağa kalkmış olan Gāzî Giray’ın koluna girerek taş zindandan çıkmak üzere demir parmaklı kapıya doğru yürür. Merak içindeki Gāzî Giray adımlarını onun adımlarına uydurur, birlikte çıkarlar. Sahne kararır.) (Devam edecek)