Göz Nûru Ailelerle TAKVÂ TOPLUMU
M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com
Takvâdan uzaklaşıldıkça;
Aile ikiye bölündü.
İki taraf da haklı. İki taraf da mükemmel. İki taraf da çok değerli. Fakat ortada buluşamıyorlar bir türlü. Niye?
Çünkü;
•Bugünün telkinleri,
•Bugünün formülleri,
•Bugünün sloganları,
•Bugünün balonları,
•Bugünün şişirmeleri,
•Bugünün tuhaf mühendislikleri, gizliden gizliye ayırmaya odaklı, birleştirmeye engel.
Bunlar;
Yabancı hava koridorlarından esen mikroplu rüzgârlar.
Yuvalarımız şimdilerde her yönden bu rüzgârların tesirinde.
Artık paylaşmalar bile;
Sadece bir iki hususa bağlanıyor. Her şeyi paylaşmak devre dışı. Daha evlenirken şart koşuyorlar:
–Bana ömür boyu şunların şunların olacağına söz ver!
–Sen de bana şunların şunların olmayacağına söz ver!
İkisi de;
Akl-ı selîmin değil, sadece hırçın ve bencil hissiyâtın nefsânî cümleleri.
Maksat;
Cenâb-ı Hakk’ın hem iki tarafı olgunlaştırıp kaynaştırmak hem de iki dünyayı kazandırmak için yaptığı imtihanları birbirlerinin elleriyle ortadan kaldırmak. Demiş oluyorlar ki:
–Hayat boyu hiçbir imtihan ve problem istemiyorum. Buna söz ver!
Ne mümkün!
İmtihan, Allah Teâlâ’nın takdiri. Bir kulun bunu iptal edebilmesi imkân dâhilinde mi hiç? Asla!
Zaten;
Zamanımızdaki pek çok sıkıntıların ve fertleri de toplumları da sallayan, çalkalayan pek çok problemlerin özünde hep bu «İMTİHANSIZ BİR HAYAT YAŞAMAK» kavgası var. Sırf bunun kavgası bile başlı başına bir imtihandır oysa! İmtihan ve kavga olmasın derken bile aslında kavgayı seçmiş oluyor gafil. Yıllarca bu kavgayı veriyor. Ee, ne oldu o vakit?
Demek ki;
İmtihanları devre dışı bırakmak, hiç imtihan olmasın, hiç problem olmasın diye bir formül üretmeye çalışmak, hem tuzak bir anlayış hem de boşuna!
Bunu üretenler de biliyorlar ki bu, hiçbir vakit mümkün olmayacak. Asıl dertleri de zaten mümkün olsun diye değil, bilâkis mümkün olmamasını kullanıp da araya daha büyük problemler katmak ve işin içinden iyice çıkılmaz hâle getirerek yuvaları yıkmak.
Çünkü;
İmtihan iptali elbette mümkün olmayacak ama bunda ısrar edilmesi durumunda otomatik olarak devreye ne girecek? Büyük bir kavga devreye girecek. Çözülmeyen bir kavga.
İşte bugünkü çözümsüz aile meselelerin iç yüzü.
Hepsi de;
İmtihanı iptal şartında akılsızca ısrar.
Oysa;
Bu şart, peygamber olan bir erkeğe yahut evliyâ olan bir kadına da sunulsa başarılması imkânsız. Çünkü Allah, imtihan edecek illâ. Bu da, hem dünya için hem de âhiret için elzem. Dolayısıyla yuva kurarken boş şartlar koşmaktan ziyade yegâne doğru şu olmalı değil mi:
–Biz birlikte bu imtihanları nasıl kazanabiliriz?
Eğer;
İnsan sadece bu noktaya odaklansa, en zor imtihanlarda bile gerçek bir çareye ille ulaşır.
İş işten geçmeden şunu açıkça görmeli:
Bugün aileyi korumak nâmına her türlü duygularla oynanıyor.
Zira;
Duygularla oynadığınız zaman her türlü ârızayı toplumun içerisinden çıkartırsınız. Zaten bugün aileyi tümör gibi saran bütün ârızalar, hep duygu oyunları içerisinden fışkırıyor. Aileyle ilgili yapılan düzenlemeler de olumsuz duyguları köpürtmeye yönelik ise, bu hamle de aileyi düzeltmiyor, bilâkis daha da yıkıyor. Bir bakıma;
–Aileyi koruyoruz! diye yuvaların ana direkleri çatırdatılıyor.
Şimdi böyle çalışmalar çok, sinsi sinsi mühendisler çok. Bir tarafı duman edeceklerse karşı tarafla ilgili bütün olumsuz duygu oyunlarını hâdiselere dönüştürerek bir araya yığıyorlar. Yığıyorlar, yığıyorlar, yığıyorlar, eninde sonunda düşmanlıkları devreye sokuyorlar. İstedikleri gibi de düzenliyorlar bunu. Adâlete göre değil öfkeleri tatmine göre. Bir taraf tatmin olunca diğer taraf öfkeden patlıyor bu sefer. Derken iş iyice tıkanıyor.
Böyle nice oyunlar, bugün toplumları âdeta esir almış durumda.
Ama biz müslümanız!
Şöyle silkinip;
–Biz müslümanız, dememiz lâzım.
–Düşmanın formülü düşmana kalsın, dememiz lâzım!
Ailemizin temel dinamiklerini yine Kur’ân ve Peygamber’den almamız lâzım. Ecdâdımızdan almamız lâzım.
Fatihler yetiştirdi ecdâdımız. O günün babaları ve anaları destan yazan kahramanlar yetiştirdi. Muhteşem anneler yetiştirdi o günün insanları. Biz onları bıraktık yaban ellerin süslü püslü formüllerine daldık.
Bugün aile o yüzden çatırdıyor.
Aile ki;
Toplumları oluşturan ve ayakta tutan en temel yapı.
O yapıyı tam mânâsıyla oluşturan ve ayakta tutan en temel gerçek de;
•Takvâ ve
•Göz nûru özellikler.
Bu iki gerçek;
Şu fânî devranın ve imtihan dünyasının her acısı, her derdi, her çilesi, her fırtınası, her depremi, her zorluğu, her darlığı, her kötülüğü ve her mücadelesi karşısında, ayrıca her yıkıcı keyfi, her harap edici eğlencesi ve her perişan edici zevk u sefâsı karşısında ne olursa olsun insanı müstesnâ iyiliklerle ve fazîletlerle dopdolu eyleyen ve her şeye rağmen hem mükemmel ve huzurlu bir gönül harmanı hem de tüm zahmetlere karşı rahmet dermanı içinde yaşatan, böylece insanlığın âbide güzelliklerle müsemmâ olmasını sağlayan yegâne fark!
İşte bu fark,
Aileyi mânâsına göre var eyleyen ve onu devam ettiren en lüzumlu çark!
Bugün,
Çatırdayan ve tâ temelinden yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya getirilen aile ve toplum yapısına dair neler neler yazılıp çiziliyor.
Doğrular da eğriler de yığın yığın.
Hepsi bir tarafa;
Aslında ailenin bütün problemleri de çareleri de bu farka bağlı.
Çünkü;
Göz nûru ve takvâdır esâs aile farkı,
Olmazsa bu, olmaz yuvanın rûhu ve çarkı!
Hakikaten;
Bir ailede göz nûru özellikler ve takvâ harcı varsa yuvanın zâhir ve bâtın binası sağlam inşâ ediliyor, en şiddetli sarsıntılarda bile dimdik ayakta kalabiliyor. Fakat aile binasının harcı takvâ ve göz nûru özellikler değilse o vakit sadece çürük bir yapı kurulmuş oluyor ki en ufak sarsıntıda yerle bir oluyor.
Bu yüzden;
Boşanma sayısı dehşet verici seviyelere ulaştı.
Maalesef;
İçinde bulunduğumuz teknik bilgi çağının dış yüzü modern, içi yüzü ise gaflet ve cehâlet. Üstelik bilgiçler daha gafil ve daha câhil bir vaziyette.
Bundan dolayı;
Dünyada merhamet ve adâlet yarışı değil zulüm ve felâket yarışı daha fazla. Münkirler mü’minlerden daha fazla. Aile yapısını daha sağlamlaştırmak adına heyhat onun temeline nice dinamitler koyanlar daha fazla. Engel olmak bir yana hayranlıkla alkışlayanlar daha fazla.
Elbette;
Hiçbiri Allah’tan ve O’nun fermanından güçlü değil, fakat bizlere hepsi de ibret ve hikmet dolu birer imtihan. Cümlesini kazanmamız gereken ve bunun bize tüm ebediyeti kazandıracağı mânidar imtihanlar.
Bundan dolayı;
Allâh’ın şu fânî mücadele sahnesinde hayra da şerre de müsaadesi var.
Anlayanlar hayra âmâde,
Anlamayanlar şerre tutkun ve tutsak.
Hayır kanadında güzellikler yaşanırken şer kanadında;
Toplumlara en yapıcı diye algılatılan ve hüsn-i kabul oluşturulan sinsi formüller, ne yazık ki aile bahsinde en yıkıcı saldırıların maskesi oluyor ve yok edici hücumların en tehlikelilerini gerçekleştiriyor.
Özellikle;
Sırf tek tarafın kâh gerçek kâh yalancı mağduriyetlerini üst üste yığıp da tek taraflı duygu patlaması oluşturmayı hedefleyen yanlı ve mikroplu bir metotla yapılan düzenlemeler, fikirler ve felsefeler, bünyelerinde o kadar yıkıcı tahrik ve hamleler barındırıyor ki, aman ya Rabbî!
Ortalık;
Ailenin bir ferdine güya sahip çıkmak adına yuvada kim varsa darmadağın edip birbirine düşman hâle getirdikten sonra hepsini sahipsiz bırakan tuzaklarla dolu! Üstelik bunların adı da gerekçesi de: Çare, çözüm, kurtuluş vesaire…
Oysa her biri;
Dengeyi bozmaya yönelik hamleler.
Fakat;
Denge bozulunca neyi ayakta tutabilirsiniz?
Bunu;
Asla cilâlı lâkırdılara ve türlü maskelere değil, illâ sürekli artan boşanmalara ve savrulan nesillere bakarak fark etmeli:
Kavgayı körükleyen barışçı formüller, nasıl barışçı?
Yuvada her şeyi kavgaya dönüştüren bencil formüller, neyin çözümü? Yanlış anlamaları mı çözüyor, yoksa yanlış anlamaları daha da düğümleştirerek aile bağlarını mı çözüyor?
Hele o bağları tamamen kopartan onca süslü, makyajlı fakat çok çirkin metotların neresi güzel?
Sabrı ve olgunluğu gerektiren bir durumda nefsânî bir şişkinliği, öfkeyi ve saldırganlığı normalleştirmek, nasıl bir çare?
Fazîlet gerektiğinde rezîlet sergilemek, ne tür bir karakter?
Meseleyi lâkırdılara boğup da artık Hakk’ı umursamamayı bile maharet sanmak, sadece kendini haklı görmek, nasıl bir haklılık? Cenâb-ı Hak ile hiçbir alâkası olmayan bir haklılığın boğuşması, neyin delili?
En basit şeyi de en çetrefilli şeyi de hemen kavgaya dökmek mi çare?
Niye;
Fedâkârlık gerektiğinde hemen kavga?
Şuurlu bir yaşayış durumunda niçin hemen kavga?
Âhiret hazırlıkları karşısında neden hemen kavga?
Çare mi?
Muhabbet lâzım olduğunda nefret kusturmak, ne?
Çare mi?
Anlayış ve hüsn-i niyet gerektiğinde en ağır şekilde itham ve suçlamak, ne?
Çözüm mü?
Hak katında affetmenin daha isabetli olduğu bir durumda intikam çıralarını tutuşturmak neyin nesi?
Çözüm mü?
Nefsin çıkarları uğruna rûhun ve kalbin mânevî faydalarını hem de en lâzım olduğu anlarda çöpe dökmek neyin nesi?
Bir yuvayı;
Muhabbet farkıyla kurup da sonra onu nefret çarkıyla yıkmak, nasıl bir felsefe? Hangi çare?
Çare mi?
Gönüllerin bir olması gereken bir yuvada apayrı ve zıt taraflar oluşturmak ve birbirlerine karşı onlara gece gündüz şiddetli ve yıkıcı eleştiri bombardımanları yaptırmak, ne?
Sanki ringe çıkmış iki düşman gibi birbirine demagoji yumrukları sallamak, kulağa hoş gelen fakat sevdiğini alnından ve kalbinden yaralayan sipsivri sloganları bile hem de velînimetine karşı âdeta şeytan taşlar gibi fırlatmak, neyin nesi?
Meselâ;
–Bana vakit ayırmıyorsun, sloganı niye?
Yahu;
Belli bir vakit ne ki, birbirine ömrünü ayırmış kimselere bunu dedirmek, neyin şırıngası?
Bu tuzak ifadelerin gayesi aslında;
Tek taraflı olarak kendi bencilliğine diğer tarafı hizmet ettirmek. Gittikçe daha çok nefret üretmek ve daha çok düşmanlık biriktirmek böylece tarafların birlikte kurdukları yuvayı yine birlikte yıkmalarını sağlamak, nihayet onları hep birlikte târumâr etmek.
Lâfta;
–Olur mu öyle şey, diyenler çok belki.
Etrafta lâkin;
Bu gaflete kapılanlar az mı?
Aldananlar az mı?
Harabe olanlar az mı?
Cilâsını ve süslü cümleleri boş verip de öyle soralım:
–Acaba, ille de tek taraflı bir egoyu ön plâna çıkarmak, neyi çözmektir?
Biraz dikkatli bakabilirsek çok açık:
Bugün aile bahsinde çözüm diye ortaya atılan şeylerin çoğu, esasında birbirinden daha kördüğüm şeyler.
Asıl mesele;
Önce bu kördüğüm yığınlarını fark edebilmek, sonra da bütün gerçek çözümlerin bağlı olduğu yegâne çareyi idrâk ile onları yuvaların melekesi hâline getirmek.
Çünkü;
Ancak göz nûru özellikleri ve takvâyı yuvaların melekesi yapabilmek, yuvadakileri âdeta melekler gibi güzelleştirebilecek hakikî bir çözümdür, gerçek meziyettir.
Gerçek bu!
Gerisi boş hayal ve türlü türlü yalan!
Takvâ varsa,
Kulun gönlü bu tuzaklara çok uzak.
Takvâ yoksa;
İnsan, nice hayallere ve yalanlara kapılabilen bir tuhaflık içinde.
Takvâ yoksa;
İnsanlar boş hayale ve yalana daha çok rağbet edebiliyorlar. Kuyruklu bir yalanı hiç incelemeye bile almadan olduğu gibi rahatlıkla kabul edebilirlerken esas gerçeği ise onca delile rağmen bir türlü kabul etmek istemeyebiliyorlar.
Takvâ varsa;
Yüreklerde Allah korkusu her daim devrede oluyor ve yuvada herhangi bir zulüm yaşanmıyor. Adâlet ve merhamet daima devrede oluyor. Muhabbetli ve güvenilir olmak, ön plâna geçiyor. Zaten aileyi ayakta tutan da bunlar değil mi?
Takvâ yoksa;
Ailede maddî faydacılık ve nefsânî yönde çıkarcı yaklaşım çok baskın oluyor.
Takvâ yoksa;
Eşya markası yüzünden yok yere yüzükler atılıyor. Kişiliğin kıymeti eşyaya göre yorumlanıyor:
–Daha evlenmeden madem bana bunu çok gördün, artık evlendikten sonrasını düşünemiyorum bile, deniliyor ve vazgeçiliyor.
Takvâ yoksa;
Maddî ihtiyacını ve işini sağlama alanların kimisi;
–Ben niye evleneyim ki? Hiçbir ihtiyacım yok! Durduk yere niye başkasının ağız kokusunu çekeyim? Niye boşu boşuna yabancı birinin kahrı altında yaşayayım? diyor ve yuva kurmaya uzak duruyor.
Doğru mu söylüyor?
Maddî ihtiyacı yoktur da evliliğe hiç ihtiyacı yok mudur hakikaten? Yaşlanınca vefâkâr bir evlâda hiç ihtiyaç hissetmeyecek midir gerçekten? Öncesi değil sonrası itibarıyla bu bir keyif mi ya da bir rahatlık mı bu?
Takvâ yoksa;
Yuva kurduğu şahsiyetle değil de tuhaf bir şekilde eşya ile evleniyorlar, parayla evleniyorlar, bencillikle evleniyorlar, binalarla evleniyorlar. Bu tuhaflığı hangi felsefeyle sarmalasalar da sırıtıyor, harap ediyor! Neyin peşinde, niçin?
Çok acı:
Bugün aile önce çok bulandırıldı! Sonra da nice meselede devre dışı bırakıldı. Ancak yuvada çözülmesi gereken yığınla problem hususunda aileler fonksiyonsuz hâle getirildi. Sadece biyolojik yapı ile ilgilenen bir mekanizmaya dönüştürüldü. Bunun dışında her şeye karşı aile fertleri bîgâneliğe alıştırıldı:
–Sana ne?
–Bana ne?
–Ona ne?
Bunlar;
Haklı refleks ve haklı tepkiler olarak normalleştirildi. Nankörlük, âsîlik, düşmanlık ve kötülük tam tersi kılıflarla âdeta en tabiî birer hak olarak zannettirildi. Rûhu ve gönlü batırmak maharet ve ispat olarak telâkkî ettirildi. Böylece insan, günahlara ve şahsiyetini bozucu şeylere karşı önce düşkün hâle getirildi, sonra köleleştirildi. Şeytanların ardına takılan her nefsâniyet de putlaştırıldı. Hem de uğruna her şeyin fedâ edildiği bir put olarak kıymetlendirildi, bu da güya sanata dönüştürüldü. Nice içi boş hevesler ve kupkuru ahmak duygular bile en güzel mantık ve parlak akıl şeklinde servis edildi.
Bu yüzden boşanma oranları, artık istatistikleri patlatıyor.
Bir de;
Hiç kurulmayan yuvalar var.
Maksatların zevk ve keyif olduğu bir dünyada bunu maliyetsiz halletmek varken üzerine dağlar kadar ağır yükler almayı mantıksız sanarak şöyle diyenler de çoğaldı:
–Evlenmeye ne gerek!
–Başıma dert almaya ne hâcet!
–Kendimi ömürlük bir belâya sokacağıma biraz günaha soksam, bunun; kime ve ne zararı var?
Zaten;
Bunu dedirmek için batılı kanunlar, aile ve yuva kurmak meselesini, insanın başını huzurlu bir yuvaya sokmak yerine belâya sokmak şekline döndüren düzenlemelerle dolu.
Onun için;
Bugün her şeye rağmen huzurlu bir yuva kurmak, her bakımdan büyük bir cihaddır. Evlât sayısının çokluğu da büyük bir cihaddır.
Bunlar;
Hem ecir bakımından daha değerli hem toplumun da ferdin de kurtuluşu bakımından daha mühimdir. İhtiyaç düne göre artık daha çok. Lâkin bu cihâd-ı ekber de, takvâ ekseninde ve hiç eskimez ayarlar etrafında bir şarttır. Çünkü modern denilen yeni formüller, yuvayı da insanı da iki günde eskiten bir tuzaktan başka bir şey üretmiyor.
Bir evlilik;
Hiç eşyadan önce eskir mi?
Tuhaf:
Bugünkü yeniliklerin çoğu hakikaten insanı eskitiyor; ruhları eskitiyor, gönülleri eskitiyor, güzellikleri eskitiyor. Eskimemesi gereken her şeyi eskitiyor. Sadece eşyayı ve nefsâniyeti yepyeni tutmaya çalışıyor. Hırsları, bencillikleri, nankörlükleri ve alçaklıkları taptaze tutmanın derdinde. Hattâ bu uğurda sonsuzu bile fedâ etmeyi şırınga ediyor. Mânâyı da mukaddesi de fedâ etmeyi telkin ediyor.
Tuhaf;
Çöpe dökülmesi gereken şeyleri sofrada ve gündemde tutmaya çalışmak, eğer bu mümkün olmazsa yuvayı bile yıkmak mantığı, nasıl bir evlilik sistemidir? Bu anlayışlar; neyi koruyor, neyi kuruyor, neyi yıkıyor?
Tuhaf:
İrfânı bırakıp da gaflet içinde huzur aramak da ne?
Gönlü bırakıp da nefsâniyet içinde kalp aramak da ne?
İlim deryâsı olmuşken onu bırakıp da cehâlet içinde hikmet aramak da ne?
Keyfiyeti bırakıp da keyif içinde rahmet aramak da ne?
Onca zâlime engel olmayı bırakıp da gerçek dosta husûmet ve düşmanlık içinde kardeşlik aramak da ne?
Ne kötü aldanış!
Ne acı aymazlık!
Ne beter bedbahtlık!
Rûhunu, gönlünü ve aklını yeşerten kendi şanlı ve eşsiz medeniyetini bırakmak, onun yerine rûhu da gönlü de aklı da öldüren yabancı ve düşman medeniyetlerden medet ummak, ne seviyesiz bir hamâkat! Tek kelimeyle felâket!
Çare değişmez:
•Takvâ ve
•Göz nûru özellikler!
Ancak;
Bunlar olunca aile bir mektep, anne bir medrese. Hâneler, bu şekilde sıcacık, bu şekilde şahsiyet harmanı. Bu şekilde insanlık harmanı. Bu şekilde hayat ve hakikatin iç içe öğrenildiği bir eğitim yuvası. Dolayısıyla orada tahsil edilmesi gerekenleri başka yerde tahsil ne mümkündür ne de makbul!
Meselâ ailede doğumlar ve ölümler sebebiyle gerçekleşen çoğalmalar ve azalmalar bile bu tahsil ve eğitimin bir parçasıdır. Başkası ölünce biraz tesir altında kalan insan, aileden biri göçtüğünde derinden sarsılır. Ölüme karşı bîgâne kalamaz. Bu da onu ayrıca irşad vesilesidir.
Takvâ vesilesidir.
Bunun gibi pek çok müsbet husus sağlam bir aile yapısının varlığına göre oluşur ya da yokluğuna göre oluşmaz.
Bu bakımdan aileyi geniş mânâda anlamak ve idrak etmek zarûrîdir.
Şöyle ki;
•İki kişinin bir olup bir araya gelişi çekirdek aile, küçük ailedir.
•Onların bir araya gelişi, geniş aile, büyük ailedir.
Bu eksende;
•İnanışları içine alan îmân ailesi de bambaşka bir değerdir.
•Dağınıkları birleyen tevhid ailesi de bambaşka bir kıymettir.
Kezâ;
•Millet de, başlı başına büyük bir ailedir.
•Ümmet de müstesnâ kocaman bir ailedir.
Asıl öksüz ve yetimler;
Hiç ailesi olmayan kimselerdir. Bir kişinin biyolojik anne ve babası ölmüş olabilir, fakat millet ve ümmet çerçevesinde bakıldığında asla ailesiz kalmamıştır. Zaten millet ve ümmet, onun ailesiz ve kimsesiz kalmamasını sağlayan bir keyfiyettir. Lâkin böyle bir ailesi olmayan kimse ise, gerçekten mahrumdur.
Allah kimseyi millet ve ümmet ailesinden mahrum eylemesin!
Bizleri de, İslâm’ın mazlum coğrafyasında yaşayan mü’minleri de; Suriye’yi de, Gazze’yi de, Filistin’i de, Irak’ı da, Afrika’yı da, Doğu Türkistan’ı da, Arakan’ı da İslâm ailesi içinde kimsesiz bırakmasın!
Buna «âmîn» derken;
“Kendinizi ve ailenizi yakıtı taşlar ve insanlar olan bir ateşten koruyun!” (et–Tahrîm, 6) âyetini hem küçük aile çapında hem de büyük aile çapında ve her mânâda yaşayabilenlere ne mutlu!
Göz nûru ailelere ne mutlu!
Onlarla birlikte güzel bir takvâ toplumu olanlara ne mutlu!
Zâhiren kavuştuğu bayramları da bu mânâda mânevî bayramlara dönüştürebilenlere ne mutlu!
Nihayet;
Göz nûru özellikler ve gerçek bir takvâ sayesinde ebedî bayramlara mazhar olabilenlere ne mutlu!
Yâ Rab,
Nasîb et!
Âmîn…