GEL, YAKIN OL, DOST’A GÖNÜL!..
Rıfat ARAZ rifat_araz@yahoo.com
Yine coştu, aşk deryâsı;
Gel, yakın ol, Dost’a gönül!..
Aşktır, cânın öz mayası;
Gel, yakın ol, Dost’a gönül!..
Aşk, dil açar, bu tezgâhta;
Bağrım yanar, her îzahta!..
Dört kapılı, bu dergâhta;
Gel, yakın ol, Dost’a gönül!..
Yükün ağır, hassas mîzan;
Gör, Sırat’tan ince bu can!..
Nefsi aldı, hoş itmi’nân;1
Gel, yakın ol, Dost’a gönül!..
Âlem bir çark, zaman elek;
Aşkla döner, her bir felek!..
Ör «bir ömrü», ilmek ilmek;
Gel, yakın ol, Dost’a gönül!..
Cehd et, dayan a vefâkâr;
Duy, senindir bu intizar!..
Her zerrende, damar damar;
Gel, yakın ol, Dost’a gönül!..
Kul ol, aşktan, al ilhamı;
Yedi nefse, sar ihramı!..
Dön, kullukta gör makamı;2
Gel, yakın ol, Dost’a gönül!..
1 “Ey mutmain (itmi’nâna ermiş) nefis! Hoşnut olarak ve hoşnut olunarak Rabbine dön.” (el–Fecr, 27-28) “Kur’ân-ı Kerim’de îman kavramı 800’den fazla yerde geçer. Îmân etmeyi ve inananları nitelemek için «doğru söylemek» anlamındaki sıdk kökünün, ayrıca kalbin îman sayesinde huzura kavuşmasını ifade etmek için «şüpheden uzak olarak bilmek» mânâsında yakn (yakīn) kökünün türevleri (el-Bakara, 2/4; el-Mâide, 5/50) ve «huzur bulmak, güven duymak» anlamındaki itmi’nân kavramı kullanılır.” (el-Bakara, 2/260; er-Ra‘d, 13/28) (Bkz. Mustafa SİNANOĞLU, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2000, c. 22, s. 212-214)
2 “Ben, cinleri ve insanları ancak ve yalnız Bana kulluk (ibâdet) etsinler (her şeyi Ben’den bilip, Ben’den isteyip, Ben’den beklesinler ve her konuda hükümlerimi yerine getirsinler) diye yarattım. (Evet; insanın sahip kılındığı nimet ve meziyetlerin büyüklüğü oranında da; sorumluluğu ve yükümlülükleri vardır. Çünkü insan Rabbini tanıyıp O’na ibâdet, hizmet ve hilâfet için yaratılmıştır.)” Zâriyât Sûresi 56. âyet-i kerîmede; makam: Sözlükte «ayaküstü durulacak yer, ikāmetgâh, mertebe, mevki» gibi anlamlara gelen makam kelimesi; tasavvuf terimi olarak ahlâk ilkeleriyle sülûkun mertebelerini, velîlerin kabirlerini veya sembolik türbelerini ifade etmektedir. Kur’ân’da Rabbin (er-Rahmân, 55/46; en-Nâziât 79/40), meleklerin (es-Sâffât, 37/164), Hazret-i İbrahim’in makamından (el-Bakara, 2/125), takvâ sahipleri için güvenli bir makamdan (ed-Duhân, 44/51) ve kerîm makamdan (eş-Şuarâ, 26/58; ed-Duhân, 44/26) bahsedilmekte ve Hazret-i Peygamber’in övülmüş bir makam (makām-ı mahmûd) sahibi olduğu bildirilmektedir. (el–İsrâ, 17/79) Övülmüş makam ifadesi, ezan duâsında da geçmektedir. (Buhârî, Ezân, 8; Tirmizî, Salât, 43; Nesâî, Ezân, 38) Tasavvufta makam kavramı h. III.-m. IX. asırdan itibaren mücâhede ve sülûk kavramına bağlı olarak doğmuştur. Tasavvufî anlayışa göre; nefis, günah ve kötülüklerden, mücâhede ve riyâzetle arındırılabilir. Öte yandan hâl ile makam arasında bazı farklar bulunduğu kabul edilmiş, genellikle sevinme, üzüntü, rahatlık ve sıkıntı gibi duygular; hâl, zühd, tövbe, sabır, şükür ve takvâ gibi dînî ve ahlâkî ilkeler, makam olarak adlandırılmıştır. (Serrâc, s. 65; Kuşeyrî, s. 191) Hâl ile makam arasındaki bir fark; hâlin ilâhî bir lütuf olarak görülmesi, makamın ise çalışarak bir süreç içinde kazanılmasıdır. Bazı sûfîlere göre hâller de makamlar gibi kalıcı olabilir. Bunlar bir hâlin daha başka hâller içerdiğini düşünürler. (Kuşeyrî, s. 94) (Geniş bilgi için bkz. Süleyman ULUDAĞ, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara 2003, c. 27, s. 409-410)