ESİR -6-

Prof. Dr. Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@gmail.com

(Yaşanmış bir hâdiseden ilham alınarak yazılmıştır.)

 

(Hulâsa: Birinci Cihan Harbinde Filistin cephesinde İngilizlere esir düşen Konyalı Hasan, esir kampından kaçarak memleketine doğru korku ve kâbus dolu bir yolculuğa girer. Yolda bir Arap köyünde caminin imamına misafir olur. İmam, damadı olup o köyde kalmasını teklif eder.)

 

Aynı odaya çıkıp, getirilen çorbayı kaşıklamaya başladılar. O zaman Sâlih Efendi:

 

–Çorbayı içtikten sonra sana bizim köyü biraz tanıtayım. Sonra benim zeytinliğe gidip biraz gezer, ağaçlara bakarız.

 

İhtiyar, yine kurnazlıkla doğrudan konuya girip kararını sormak yerine nabız yokluyor ve zaman kazanmaya çalışıyordu. Böylelikle Hasan’ın kararı kalmak yönünde değilse bile, zamanla değişir diye umuyordu. Hasan’ın ise zaman kaybetmeye hiç niyeti yoktu. Bu sebeple sıkılganlıkla sordu:

 

–Efendim, buradan İstanbul yönüne tren hangi gün ve saatte kalkar acaba?

 

Sâlih Efendi gülümsedi:

 

–Sorar öğreniriz.

 

O zaman Hasan daha net konuşması gerektiğini anlayıp kısaca şöyle dedi:

 

–Efendim ben size minnettarım, ancak ben gitmekte kararlıyım. Geceleyin yatarken kendimi uzun uzun dinledim, iyice ölçüp biçtim. Başka türlü yapamayacağımı gördüm.

 

Sâlih Efendi’nin yüzü hafiften gölgelendi:

 

–Peki, evlâdım o zaman. Sen bilirsin. Dediğim gibi, zaten bu iş zorla olmaz. Ama birkaç gün kalıp dinlenseydin bari!

 

–Efendim trenin gün ve saatini bilirsek kendimizi ona göre ayarlarız.

 

O zaman Sâlih Efendi, dâussıla çeken bu genci alıkoymaya çalışmanın hem faydasız hem de ona bir zulüm olduğunu düşündü. Merhamet dolu bir bakışla bakarak:

 

–Bugün akşam tren olacak, ama yetişilebilir mi bilmiyorum. Seni oraya götürecek bir binek olsaydı. Biz de ahırda atı-eşeği sıfırladık.

–Ben yürümeye alışığım efendim. İstasyon yürüyerek kaç saattir?

–Akşama varman güç!

 

–Varırım efendim! Siz bana yolu gösterin tek!

 

–Yok, yok, komşulardan bir binek temin edelim sana!

 

Kalkıp oda kapısından çıktı. Hasan arkasından sesleniyordu:

 

–Hiç yorulmasaydınız efendim!

 

Biraz sonra tekrar içeri girerken, Hasan sözünü tamamladı:

 

–Hiç yorulmasaydınız efendim. Ben istasyona varınca bineği kime teslim edeceğim?

 

–Bir çaresini buluruz. Bekir Efendi’nin oğlu tarlaya gitmediyse seni arabayla götürüverir. Yahut seni terkisine alır.

 

İhtiyar adam yerine otururken, yeleğinin cebinden çıkardığı parayı Hasan’a uzattı:

 

–Bununla tren biletini alırsın.

 

Hasan mahcup bir şekilde parayı alırken:

 

–Bu iyiliğinizi hiç unutmayacağım efendim. Sizi daima hatırlayacağım.

 

Sâlih Efendi yolda dikkat etmesi gereken bazı hatırlatmalarda bulundu:

 

–Dediğim gibi burası Fransız mandasında kaldı, ama sen giderken yine temkinli ol. Gerçi trende senin gibi çok asker olacaktır, ama yine de dikkatli olmakta fayda var.

 

O esnada kadınlar dışarıdan seslendi:

 

–Baba!

 

Sâlih Efendi kalkıp kapıya yürüyerek başını uzattı.

 

–Bekir Efendi’nin oğlu sabah erkenden atı alıp gitmiş. Hüsâm Efendiler de yok!

 

–Abdurrahman Efendilere baksaydınız!

 

–Onların merkep geçenlerde öldü.

 

–Öyle mi? Allah Allah! Başka kime bakılabilir? Koca köyde bir binek bulamayacak mıyız?

 

Hasan o esnada hemen kalkıp ayaklandı:

 

–İnanın bineğe gerek yok efendim. Ben hızlı yürürüm.

 

Sâlih Efendi ona döndü:

 

–Buluruz yahu, bir bakalım, hele dur!

 

–Vakit kaybetmeyelim efendim. Ben yürümeye alışığım zaten! Siz tek yolu gösteriniz!

 

Sâlih Efendi faydasız olduğunu görerek daha fazla ısrar etmeyip Hasan’ın isteğine teslim oldu:

 

–Hay Allah! Peki, öyleyse gel bakalım!

 

Birlikte çıkıp merdivenlerden inerlerken yolda yemesi için hazırlanmış bir azık çıkınını Hasan’ın torbasına koydu. Caminin önünden kuzey istikametinde aşağı doğru giden yola kadar birlikte yürüdüler. Orada Sâlih Efendi, Hasan’a eliyle işaret ederek yolu tarif etti:

 

–Bak evlâdım, bu yoldan doğru devam et. İleride çift sıra ağaçlar var ya!

 

–Evet!

 

–Onların ortasında küçük bir dere akar. Oraya varınca o dereyi geçip solundaki yoldan devam et. Yol önce derenin kenarından devam edecek, ancak bir müddet sonra ondan ayrılacak. O yoldan hiç şaşma! Seni istasyona kadar götürecek! Haydi selâmetle!

 

Hasan, ihtiyar adamın elini öpmek için davrandı, ancak Sâlih Efendi onu kendine doğru çekip kucaklayarak öpmesine mâni oldu. O esnada yavaş bir sesle tembihledi:

 

–Olur ya, bir aksilik olursa geri gel!

 

Bu;

 

«–Trene yetişemezsen buraya geri gel!» demek miydi.

 

Yoksa;

 

«–Memleketini ve memleketindekileri umduğun gibi bulamazsan buraya dön, çiftlik ve kadınlar seni bekliyor!» demek miydi.

 

Yoksa her iki mânâya da mı geliyordu? Hasan bunu ne o zaman ihtiyar adamdan ayrıldığında, ne de daha sonra hiç tayin edemedi. Yalnız o zaman nezâket îcâbındandır diye ağzında anlaşılır-anlaşılmaz bir şeyler geveledi:

 

–Elbette efendim! Her şey için teşekkür ederim! Allâh’a ısmarladık!

 

–Haydi güle güle, Allâh’a emânet ol!

 

Treni kaçırmaktan korkan Hasan, tıpkı önceki iki günde olduğu gibi hızlı adımlarla yürümeye başladı.

 

150-200 adım attıktan sonra arkasına dönüp baktı.

 

Sâlih Efendi, vedâlaştıkları yerde hâlâ dikiliyordu. El salladı. İhtiyar adam da ona mukabelede bulundu.

 

Güneş henüz çok yükselmemişti, ama yine de yakıcıydı. Hasan adımlarını daha da hızlandırdı. Bir silâh atımı uzaklaştıktan sonra tekrar dönüp baktığında, ayrıldıkları yüksek meydanda bit gibi kalan ihtiyar adamın camiye doğru gittiğini gördü. (Devam edecek.)