YARATAN İLE YARATILANIN DOSTLUK ZAMANI

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

m_a_esmeli_yuzaki_sayı136

Cenâb-ı Hak, zamandan ve mekândan münezzeh.

İnsanoğlu değil.

Bu bakımdan Allah Teâlâ, kullarına yazdığı ilâhî nasip ve tecellîleri zaman ve mekâna göre farklı farklı takdir eylemiş. Kul, bu ince gerçeği kavradığı nisbette ilâhî rızâya muvâfık bir ömrün mazharı oluyor.

Zaman ve mekân itibarıyla elbette;

Gecenin tecellîsi farklı, gündüzün kezâ.

Yokluğun tecellîsi farklı, varlığın kezâ.

Zahmetin tecellîsi farklı, rahmetin kezâ.

Zulüm ve karanlığın tecellîleri farklı, adâlet ve nûr-i Rahmân ile aydınlığın tecellîleri kezâ.

Bu itibarla;

Dünya, Allâh’ın bize takdir ettiği bir gurbet ve imtihan tecellîsi.

Âhiret, hesap görme ve ektiğini biçme tecellîsi.

Cehennem, azap tecellîsi.

Cennet, lütuf ve vuslat tecellîsi.

Hayat da;

Bu tecellîlerin fırsat ve imkânlarına açılan bütün kapıların fânî koridoru.

O koridorda;

Bir kapı, dünyevî yönelişlerin gaflet dolu bir felâket eşiği.

Bir kapı, cehennem tecellîlerine sürükleyen aldanışların ve savruluşların hüsran eşiği.

Bir kapı, cennet tecellîleriyle buluşturan hakikatlerin eşiği.

Bir kapı, sonsuz vuslat tecellîleriyle hemhâl eden sırların ve hikmetlerin eşiği.

İşte Ramazân-ı şerif de;

Cennet ve sonsuz vuslat tecellîlerini içinde barındıran müstesnâ bir fırsat kapısı ve sonsuz bir rahmet eşiği. Yani bu mübârek mevsim, Yaratan ile yaratılanın dostlukta en yakın olma zamanı. Her ay, kıymetli tabiî. Fakat Ramazân-ı şerifte tecellî eden ilâhî nasipler çok farklı ve hususî. Her ayda Allah ile beraberlik mutlaka var, lâkin mahiyetler aynı değil. Malûm; Cenâb-ı Hak her yerde hâzır ve nâzır olduğu cihetle cehennemdekiler de o beraberlik içinde, ancak bunun bütün mahiyeti azap tecellîsinden ibaret. Cennettekilerin Allah ile beraberliği de mahiyet bakımından sadece lütuf ve vuslat tecellîsinden ibaret. Yani Allah ile beraberlik, zaman ve mekâna göre son derece birbirine zıt mahiyetler içinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla orada da Allah ile beraberlik var diye cehennemde olmak fazîlet değil, sadece felâket. Çünkü azap alevleri içindeki beraberlik, gazap tecellîlerine dûçâr olmaktan başka bir şey değildir. Dolayısıyla asıl fazîlet, lütuf ve vuslat içinde yaşatan tecellîlere ve o tecellîlerin mevsim ve mekânına nâil olabilmek.

İşte bu bakımdan, yani sahip olduğu fazîlet tecellîleri itibarıyla Ramazân-ı şerif; bütün ayların şâhı olan çok özel bir iklim.

Âdetâ;

Âhiretin safhaları içinde cennet nasıl bir mevkiye sahipse, diğer aylar içinde de Ramazân-ı şerif öyle bir mevkiye sahip. En fazîletli ay olarak ayların cenneti makamında. Bunun için Ramazân-ı şerifte yaşanan Allah ile dostluk tecellîleri çok müstesnâ ve çok özel. Nitekim Cenâb-ı Hak hadîs-i kudsîde buyurur:

“Oruç Ben’im içindir. Orucun sevabını bizzat Ben vereceğim!” (Buhârî, Savm, 2)

Ne müthiş bir lütuf.

Kulların yüce Allah ile özel bağlarının oluştuğu bir ihsân-ı Hudâ.

Ancak;

O özel bağların neler olduğunu fark ve idrak şartı var. İnce bir basîret ile. Tâ ki istifade ve maksat hâsıl olsun.

Şüphesiz;

O özel bağlardan biri ve yegânesi, oruç.

Lâkin;

Haram bakıştan ve kötülüklerden uzak bir oruç.

Gıybetten uzak ve helâllerden bile riyâzat hâlinde bir oruç.

Sonra;

Seherleri ihyâ.

Özellikle Kur’ân tilâveti, mukabele ve yüce kelâmın ahlâkı ile ahlâklanmak.

Namaz namaz yöneliş, terâvihlere de ayrı bir itina.

Zekâtları ve infakları edâ.

İftarlarda mü’min gönüllere maddî ve mânevî sofralar sunmak.

Sadakalar ve fıtır sadakası bir vecîbe.

Fakir ve gariplere merhamet ve şefkat. Onlara bir gönül dergâhı olabilmek.

Zikir ve şükür ile her ânı değerlendirmek.

Durumu müsait olanlar için îtikâf sünneti, nice şehidlik sevabı.

Nasib ise, Ramazan umresi.

Ve;

Kesintisiz bir ulvî tefekkür.

Bir de;

Daha nice en güzel hasletlerle donanma aşkı, iştiyakı ve farkı.

İllâ kalben huzur ve aklen şuur içinde.

İşte böyle bir Ramazân-ı şerif; Allah ile yaşanan bambaşka bir yakınlık, bambaşka bir dostluk ve bambaşka bir mazhariyettir.

Bu dostluk;

Lânetli şeytanların, yani kulluğa engel düşmanları bertaraf edebilmenin bereketidir.

Bu dostluk;

İyiliklerin kötülüklere karşı mücadelesinde kazanılan zaferlerin bir nişânesidir.

Bu dostluk;

Dünyayı kasıp kavuran zulümleri aşabilmenin, mazlumlara sahip çıkabilmenin bir nâiliyetidir.

Bu dostluk;

En ağır çilelere de sabredebilmenin, en zor şartlarda bile sebatkâr olabilmenin ve en kaygan zeminlerde de istikameti bozmadan ilâhî gayeye yürüyebilmenin bir feth-i mübîni, şânı ve şerefidir.

Bu dostluk;

İnançta ve ibâdette, muamelât ve gidişatta sadece Allâh’a teslîmiyet, sadâkat ve bağlılık üzere yaşayabilmenin sonsuz keremidir.

Bu dostluk;

Şeytanları bağlattıran, cehennem kapılarını kapattıran ve cennet kapılarını açtırtan bir ilâhî ikrâmdır.

Hâsılı bu dostluk;

Oruç vesilesiyle mü’minlere açıkça şunu anlatıyor:

Ey ehl-i gönül!

Âhirzaman; nice felâketlerle, tehlikelerle, zulümlerle ve kayıplarla dolu. Sen bunların hangisinin ortasında kalırsan kal, her hâlükârda ebediyyen kazanabilmek için yine yüce bir sabra sarıl! Her hasta olduğunda, yine sabır ilâcı iç! Her aç kaldığında, yine sabır lokması ye! Her çözümsüzlüklere maruz kaldığında, yine sabır çaresini düstur et!

Çünkü;

Sabır; Sırat denilen kıldan ince, kılıçtan keskin o meşhur köprüye benzer. Başarıyla geçebilenler, cennet gibi muazzam bir neticeye mazhar olurlar. Heyhât o köprüden düşenler ise, cehennem alevlerinin ortasında kalırlar. Yazık; bu gerçeği gafil kimse hakkıyla bilmez de, yanlış vesveselere kapılarak o mübârek sabrı, cehennem zanneder. Çok yazık, sabırsızlığı da cennet zanneder. Hüsrana uğrar böylece.

Hâlbuki sabır köprüsünden sonra öyle müthiş güzellikler vardır ki, tarifsiz ve müstesnâ. Gitmeden bilinmez. Belki sabrın kendisi bazen on dakikadır, fakat bereketi sonsuzdur. Mazhar olanlar, ne kadar az bir bedelle buna nâil olduklarına şaşarlar. Ahmak sabırsızlar ise, köprünün ardında kendilerini başka bir felâket bekliyor zanneder dururlar. Görmedikleri için kestiremezler, uydururlar. Oysa orada onları güzelliklerin beklediğini Hazret-i Allah söylüyor. Her söylediğini gerçekleştirmeye yegâne kādir olan Allâh’a güvenmeyip de, hiçbir dediğini gerçekleştiremeyen şeytanın verdiği zanna kapılanlar, eyvah ki, ebedî bir kahra mahkûm.

Öyleyse unutmamalı:

Sabır, âhirete en güzel hazırlık ve geçit. İnsan, onsuz her meselede mağlûp.

Çünkü Allah, sabırsızlarla beraber değil.

Çünkü Allah ile beraberlik ve dostluk, sabra bağlı. Sabra rızâ, Allah ile beraberliğe can atmaktır.

Ne mutlu sabrı sevenlere!

Ne mutlu Ramazân-ı şerîfi bu incelikleriyle ve daha nice hikmetleriyle idrâk edebilenlere!

Şimdi tam zamanı!

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn!..