ŞİKÂYETÇİ DEĞİL MİSİNİZ?

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

fatih_garcan-yuzakidergisi-eylul2015

Fatma Hanım, şiddetli bir karın ağrısı ile âcil hastahâneye getirilmişti. Doktorlar serî bir şekilde yapılan tetkikler sonucunda Fatma Hanımı, apandisitini almak üzere hemen ameliyata aldılar.

Kendine geldiğinde oğlu, kızı ve beyi başucundaydı. Narkozun verdiği etki ile toparlanması biraz güç olsa da sevdiklerini yanında görmek onu çok memnun etmişti.

–Anneciğim geçmiş olsun. Nasılsın?

–İyiyim kızım, çok şükür. Sizi bir arada görmek çok güzel… İnsan ne de olsa tedirgin oluyor. İster istemez; «Acaba bir daha görebilir miyim?» diye endişe ediyor.

–Geçmiş olsun hanım! Hadi yine iyisin, iyisin!

–Sağ ol bey!

–Geçmiş olsun annem!

–Allah râzı olsun oğlum. Niye zahmet ettin o kadar? Doktor bey; «Basit bir ameliyat!» dedi ya!

–Emin misin annem? Hani ez-kazâ gelemeseydim, sen beni bir daha mahalleye sokar mıydın?

–Sokmazdım tabiî! Hele bir gelmeseydin bak neler yapıyordum sana?

Bu sırada hastabakıcılar bir hastayı daha getirdiler odaya. Hastahâne imkânları, aynı odada iki hastanın kalacağı şekilde idi. Fatma Hanımın oğlu ile kocası hemen müsaade aldılar:

–Biz buralardayız hanım. Kızım, annen sana emânet! Bir şey olursa hemen ara.

–Tamam babacığım.

İçeri giren hastabakıcı sordu:

–Bu hastanın yakını kimdi?

–…?!

Hastabakıcı, yüksek sesle tekrar sordu:

–Bu hastanın yakını kimdi?

–…?!

Diğer hastabakıcı cevap verdi:

–Galiba bu hastanın yakınları henüz gelmedi. Zaten adlî bir vak’a imiş, kocası da şoförmüş, herhâlde yoldaymış.

Hastabakıcı, Fatma Hanımın kızına dönüp rica etti:

–Hanım kızım, yakınları gelene kadar bu hastamıza da göz-kulak olur musun? Zaten henüz tam ayılmadı, bir şey olursa hemşireleri çağırman yeterli. Zahmet olacak ama…

–Estağfirullah, ne zahmeti! Tabiî ki ilgilenirim.

–Teşekkür ederiz.

Fatma Hanım, kendi sızılarını unutmuş gibiydi. Yanındaki hastanın kimsesinin olmayışı onu bir hayli derinden etkilemişti. Bir müddet kızıyla birlikte öylece seyrettiler. Bir süre sonra oda arkadaşları kendine gelmişti. Karşılıklı geçmiş olsun dileklerinden sonra, yine odayı derin bir sessizlik bürüdü.

Sessizliği Fatma Hanım bozdu:

–Tekrar geçmiş olsun. Nasıl, daha iyisiniz ya?

–Çok şükür… Biraz daha iyiyim. Bizden gelen olmadı herhâlde! Arayan soran oldu mu?

–Henüz gelmediler; ama eşiniz «yolda imiş, geliyormuş» diye söylemişlerdi.

–O uzun yol şoförüdür, yakın zamanda gelemez.

–Gelir inşâallah tez vakitte. Bir ihtiyacınız varsa biz yardımcı olalım, oğlum hemen kapıda.

–Allah râzı olsun kardeşim, olursa söylerim.

–İsminiz neydi bu arada?

–Menşûre. Sizin isminiz?

–Fatma, bu da kızım Rukiye.

–Memnun oldum. Mâşâallah! Allah huzurunuzu, muhabbetinizi bozmasın kardeşim. Aman sahip çık çocuklarına. O tren gitti mi bir daha geri gelmiyor!

–İnşâallah.

Fatma Hanım, olayın adlî bir vak’a olduğunu duymuştu. Ne kadar merak etse de, Menşûre Hanım mevzuyu açmazsa sormayı doğru bulmadı. Menşûre Hanım da acılarını hissettirmemek için elinden geleni yapıyordu. Belki bir-iki saat, zorlama birkaç cümle dışında hiçbir şey konuşmadılar. İki saat sonra odaya bir erkek bir bayan olmak üzere iki polis müsaade alarak girdi:

–Menşûre Hanım siz misiniz?

–Evet, buyurun benim.

–Öncelikle büyük geçmiş olsun, oradan geçmekte olan devriye aracı olmasa idi şu an çok daha farklı bir yerde olabilirdiniz. Size birkaç sorumuz olacak, soruşturmanın sıhhati açısından mesafe alabilmemiz için yardımınıza ihtiyacımız olacak.

–Tabiî buyurun sorun.

–Bir de sizi yalnız görüşebileceğimiz bir odaya almamız gerekecek.

–Hayır! Hayır! Gerek yok! Sadece kapıyı çekmeniz yeterli.

–Ama buna mecbur değilsiniz. Hem…

–Hayır kızım. Sen soracağını sor!

–Öncelikle sizden zihninizde kaldığı kadarıyla hâdiseyi anlatmanızı rica edeceğiz. Bu arada oğlunuz aşağıda ekip otosunda, istediğiniz zaman onu da getirebiliriz.

–O nasıl?

–Ona da gerekli müdahale yapıldı. Şimdi daha sakin ve şuuru yerinde…

–Aman o iyi olsun da…

–Evet, ana yüreğidir değil mi? Dayanamaz işte! Sizi de çok yormak istemiyoruz. Müsaitseniz olayı anlatabilir misiniz?

Fatma Hanım ve kızı Rukiye mecburen dinliyordu; ama Menşûre Hanımın acısı çok fazla idi. Sesi çok az çıkıyordu. Dakikalar geçtikçe narkozun etkisi geçiyor, acılar baş gösteriyordu. Yarım yamalak anladıkları birkaç şey de; biri herhâlde uyuşturucu almak için Menşûre Hanımdan para istemiş, o da vermemek için direnmiş, o kimse de galiba Menşûre Hanımı bıçaklamış. Polislerin ilk söylediğinden anlaşıldığına göre de oradan geçmekte olan ekip otosu sayesinde Menşûre Hanım kurtarılmış.

Polisler;

“–Menşûre Hanım, ifadenize eklemek istediğiniz herhangi bir şey olursa bizi arayın. Bu kartlar bize ait. Şikâyetçi olmadınız, daha sonra fikriniz değişirse ifadenizde değişikliğe gidebiliriz. Tekrar geçmiş olsun!” diyerek müsaade almak istediler.

Menşûre Hanım;

“–Oğlumu görebilir miyim?” deyince;

“–Emin misiniz?” diye sordular.

Rukiye bir an dayanamayıp;

«İnsan çocuğunu görmek için neden emin olsun ki?» deyiverdi.

Polisler ve Menşûre Hanım bir an Rukiye’ye odaklandılar. Oda âdeta buz kesti. Rukiye, şaşkın bir şekilde annesinin kulağına eğilip;

“–Anne ben kötü bir şey mi söyledim?” diye sordu.

“–Kızım bir sus bakalım. Galiba durum sandığımız gibi değil!” dedi.

Kapı tıklatıldı. Kapıdan bir memur daha girip suçluyu getirdiklerini söyledi. Âmir olan polis, içeri almalarını söyledi. İçeri on yedi-on sekiz yaşlarında eli kelepçeli bir delikanlı girdi. Fatma Hanım hayretinden birden yerinden fırladı. Gayr-i ihtiyârî;

«Yoksa!..» diyerek şaşkınlığını gizleyemedi.

Polis;

–Evet oğlum gel bakalım! Bak annen senden şikâyetçi olmadı. Senin ona yaptığın onca şeye rağmen ve onu hunharca bıçaklamana rağmen o seni affetti; ama oğlum dâvânın bir de kamuya yansıyan tarafı var. Şimdilik elimizdesin. Kamu dâvân sonuçlanıncaya kadar, anneni bir daha göremeyebilirsin. Zira annen en az iki hafta daha hastahânede kalacak. Böbrekleri ve ciğeri parçalanmış, son darbe de kalbin yanından geçmiş…

Menşûre Hanım zorla ellerini havaya kaldırıp oğlunu kucaklamak istedi. Oğlunun ağzını, o âna kadar bıçak açmamıştı. Herkes onun annesinin elini öpeceğini zannediyordu; ama tahmin ettikleri gibi olmadı.

Menşûre Hanımın oğlu Ahmet;

“–O kadar inat ettin anne, neye yaradı? Kuzu kuzu parayı verseydin şimdi ne sen o hâlde olurdun ne de ben bu hâlde? Bana, beni seviyormuş muamelesi yapıp da ajitasyon yapma! Sevseydin verirdin parayı!” der demez;

Polis dayanamayıp ayağa fırladı. Babayiğit polis kürek gibi eli ile Ahmet’in omzunu öyle bir sıktı ki Ahmet olduğu yere çöküverdi. Yüksek sesle;

“–Evlât! Sen ne biçim konuştuğunun farkında mısın? Annen seni affetti diyoruz sen hâlâ; «Ben uyuşturucu alacaktım sen niye para vermedin?» diyorsun. Senin canına okurum ulan!.. Haddini bil!” diye kükredi.

Menşûre Hanım, daha fazla dayanamadı acıları kat kat oldu. İçli içli ağlayarak;

“–Memur Bey evlâdım, bunu böyle tekrar sokağa salmayın ne olur! Ben de buradayım, sahip çıkacak kimsesi kalmayacak. Bütün eş-dost oğlum yüzünden uğramaz oldular hâneme. Ben ifademi değiştiriyorum. O akıllanana ve bu uyuşturucu illetinden kurtuluncaya kadar onu ne olur kendi hâline bırakmayın!” diye yalvardı.

İçeri bir memur daha girerek, polisin kulağına bir şeyler fısıldadı.

–Getirin! O da görsün bu manzarayı.

Az sonra içeri Ahmet’in babası girdi. Daha içeri girer girmez, oğlunun boğazına sarıldı:

–Ulan hayırsız, seni geberteceğim!

Polisler hemen onları ayırıp ortamı yatıştırdı.

Artık söz Menşûre Hanımındı:

–Hiç kızma bey! Hiç kızma çocuğa! Bu bizim hatamız! Sana kaç kere dedim;

«Şu çocuğa sahip çıkalım, bak elimizden kayıp gidiyor!» diye. Sen de yoksun, bir gidiyorsun üç gün-beş gün gelmiyorsun. Bu çocuk beni umursamıyor, sen geldiğinde iki şirinlik yapıp seni kandırıyor. Sen de verdin eline parayı, verdin eline parayı… Neymiş efendim:

«Çocuk sokakta büyürmüş! Önce orada yermiş façayı! Ayakları öyle yere basacakmış! Erkek adam dediğin…»

Bey! Senin zamanındaki sokakla şimdiki sokak bir mi? Bak gördün mü? Babalık sadece iki caf caflı söz söyleyip harçlık vermekle olmuyormuş değil mi? Şimdi senin zamanında göstermediğin duruşu ben gösteriyorum: Ahmet’ten, oğlumuzdan şikâyetçi oluyorum…

Polis memuru hanım, Menşûre Hanımı sakinleştirmeye çalışıyordu:

–Abla dur! Şöyle bir yaslan! Daha yeni çıktın ameliyattan, bütün dikişlerin patlayacak.

Babayiğit polis memuru da yüksek sesle;

“–Alın bunları buradan! Bu kapıya da bir adam dikin! Bu adamı da en az 24 saat sokmayın bu odaya! Kadıncağız biraz dinlensin!” diye emir verdi.

Menşûre Hanım bir yandan ağlıyor, bir yandan da Fatma Hanım ile dertleşiyordu:

–Ah bacım, gördün başıma gelenleri! Ne olur çocuklarına sahip çık! Bizimkine söyledim:

«Bak çocuk göz göre göre elimizden kayıp gidiyor. Bir sahip çık, ön ayak ol da şunu düzgün bir yere verelim!» dedim, dinlemedi. Ben kadın başıma kapı kapı gezdim. Her bulduğum yere bir kulp taktı. Çok biliyor ya:

«Orası şöyle, burası böyle!»

«Kendin bul bir yer!» dedim.

«Ben çocuğumu evimde okutamayacak kadar âciz miyim?» dedi bana. Benim bu yaşadığım acziyetleri şimdi nereye koymalı bacım! Bir de sürekli yola çıktığı için mümkün olduğunca fazla para bırakmaya çalışırdı bana. Muhtaç etmek istemezdi; çocuk da onu bildiği için benden para istedi. Ben de ne yapacağını bildiğim için vermedim. Sonrası bildiğiniz gibi… Kurban olayım, bu ablacığın ders olsun sana! Sahip çık çocuklarına!

–Geçmiş olsun ablacığım. Acını dağlara yüklesen kaldırmaz, bilirim. Ben de burada bulunacağım zaman da daha sonrasında da yanında olacağım. Senin için duâlar edeceğim.

–Allah râzı olsun bacım. Sizinle hiç de hoş olmayan bir tanışma oldu, kusuruma bakmayın!

–Ne kusuru abla! Şahit olduklarımıza kimin yüreği dayanır? Yalnız senin şimdi iyice bir istirahat etmen lâzım. Zira sana yine başkasından fayda yok! Yine kendi ayakların üzerinde durman lâzım! Yoksa bu yuvayı senden başka çekip çevirecek, bir arada tutacak yok. Çocuğun hapislerde çürür maâzallah!

–Bilirim bacım. Sadece biraz akıllansınlar istedim. En kısa sürede çekeceğim şikâyetimi. Başka çarem kalmadı!

–Allah yardımcın olsun ablacığım. Sen dinlen ve her fırsatta duâ et! Gönülleri evirip çeviren Cenâb-ı Hak elbet yaralarına merhem olacak hayırlı bir kapı açar. Müsaaden olursa bizim beye açayım bu durumu. Onun gidip-geldiği gönüllü kuruluşlar var, hem bu konuda ciddî bir devlet desteği de var diye biliyorum. İnşâallah oğluna sahip çıkacak bir kapı buluruz. Ben bundan sonra senin âhiret kardeşin olacağım, seni asla yalnız bırakmayacağım. İnşâallah bu sıkıntılarını bir bir aşıp elini öpecek bir evlâdı beraber kazandıracağız hayata…

–Allah râzı olsun sizden. İnan söylediklerine inanmayı o kadar çok istiyorum ki… Eğer çocuğuma sahip çıkan olsun; çıkarır, canımı veririm!

–Ablacığım, çocuğun kurtulacak inşâallah! Elhamdülillâh nice kurtulmuşları gördüm. Sen gönlünü ferah tut! Yarın bir gün duâ edeceksin… Bir bakmışsın bu günler de geçmiş gitmiş…

–Hep duâ ederim.

–Biz Allâh’a lâyıkıyla güvenip duâ ipine sarılalım. O, bizi darda koymayacak inşâallah…

–İnşâallah…