SEN KİMİNLESİN?

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Her zaman araba vapurları çok işlektir. Bazı günler ise, sayısız vasıtalar uzun kuyruklar oluşturur. Öyle yoğun sıraların meydana geldiği bir günde Yalova araba vapuru önündeki gidişâtı düzenleyen bir kâhyanın tam önüne, yolcuları farklı bir araba denk gelir.

İçeride;

Merhum Sâmi Efendi Hazretleri vardır. Yanında da merhum Musa Efendi Hazretleri ve Osman Nûri Topbaş Üstâdımız. Kâhya, bir müddet hayret ve hayranlık içinde o büyük Allah dostlarını seyrettikten sonra der ki:

‒Allah Allah! Yüzler var, melek gibi… Yüzler var Nemrut gibi… Ne garip bir dünya!

Kâhya’nın gördüğü ne?

Gerçek bir îman ve takvânın güneşi. Allâh’a sadâkatin müstesnâ nûru.

İstikamette beraberlik.

Her insan için şart.

Şart;

Çünkü Allah Teâlâ, insanoğlunu beraberliklerin içinde inkişaf ettiriyor. Hayatları da beraberlikler etrafında mümkün kılıyor. İnsanı, daima beraberliklerin içerisinde muvaffak ediyor. Huzûruna da beraberliklerine göre kabul ediyor. Çünkü teklik sadece Allâh’a mahsus. Tek başına iş yapıp başarmak, yalnız Cenâb-ı Hakk’a ait.

Hiçbir beşer;

Her tarafından kabiliyet dökülse de bir başına hiçbir işe yaramaz. Tek başına çünkü en çapsız bir âcizdir o. Doğduk, ne yapabiliyorduk? Her işimizi başkaları tamamladı.

Demek ki insan, yalnız başına hiçbir şey. Ancak başkalarıyla çok şey. Çünkü her şeyi, başkalarının omuz vermesiyle gerçekleştirebiliyor. Meselâ insanın sıradan yediklerinin ve giydiklerinin macerasında bile; yüzlerce, belki binlerce insanın gayreti var.

Yani;

İnsan insana illâ muhtaç.

Maddî bakımdan da muhtaç, mânevî bakımdan da bilhassa muhtaç.

Lâkin;

Hangi insana?

Elbette;

Beraberliği, her yönüyle akılları ve gönülleri, îmanları ve irfanları dosdoğru yeşerten insana!

Yeşermek çünkü;

Doğru bir beraberlik içerisinde mümkün.

Beraberlikler;

O kadar mühim ki insanın dînini bile belirleyen bir özelliğe sahip. Hazret-i Peygamber’in şu hadîs-i şerîfi ne kadar mânidar:

“Kişi dostunun dîni üzeredir. O hâlde herkes kimi dost edindiğine dikkat etsin!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 16/4833)

Çünkü dostluklar, bir karışıma benzer. Yanlış karışımlar yapıldığında nasıl zehir meydana geliyorsa, yanlış dostluklarda da aynısı oluyor. Malûm, dev cüsseleri bile devirecek zehirler, bitkilerin yanlış karışımları neticesinde üretiliyor. Nimet olan bir bitki, yanlış bir karışımla artık âfet bir gıda hâline dönüşüyor. Fakat tam tersi, doğru karışımlar da derman ve devâ oluyor, şifâ dağıtıyor.

Aynı şekilde;

Gönüllerin doğru bir rotada, yani istikamet üzere kaynaşmasından da muhteşem güzellikler doğuyor. Takvâ ve iyilik üzere kaynaşan gönüllerde; müstesnâ bir muhabbet, rahmet ve ebedî bir şifâ tecellî ediyor. Allah yolunda kardeşliğin bu bereketli neticesinde ise muazzam bir ebediyet güzelliği nasîb oluyor.

Fakat yanlış rotalarda, günahta ve isyanda yaşanan gönül karışımları ise, baştan sona felâket ve hüsran sebebi. Kâfirlerle ve zalimlerle beraberlik, bu yüzden haram. Çünkü îmân ile küfrün karışımından öyle bir nifak doğuyor ki, ona kapılanların iki dünyası da harap ve perişan.

Bu yüzden Cenâb-ı Hak, yanlış beraberlikler etrafındaki her kafadarlığı ve birlikteliği bilhassa yasaklıyor:

“Kötülük ve düşmanlıkta yardımlaşmayın! Allah’tan korkun!” (el-Mâide, 2)

“Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin!” (en-Nisâ, 144)

Hangi iyi niyetle olursa olsun, îmân ile küfür en yanlış bir karışımdır ve ondan ancak insaniyeti yok eden zehirler meydana gelir. Yakıp yıkar, tahrip eder. İnsanlığı, daima düşman ve zalimlerin pençesinde boğmak ister.

Öyleyse;

Bütün lâkırdıları bir tarafa atarak her şeyden önce şunu sormalı:

‒Kimle berabersin?

Tekrar sormalı:

‒Kimle berabersin?

Sormalı ve bilmeli ki;

Her beraberliğin bir ana unsuru vardır. Asıl beraberlikler, ancak onunla gerçekleşir.

Meselâ;

Bir sürü malzemenin beraberliğinden oluşan devâsâ binaların ana unsuru olan sağlam bir temel ve tüm ağırlıkları taşıyıcı güçlü kolonlar olmazsa; yapılan hiçbir eser, asla ayakta kalamaz. Çünkü onlar olmadan diğer malzemelerdeki en kuvvetli bir araya gelişler bile, boşunadır, hiçtir.

O hâlde düşünmeli;

Allâh’a kullukta bizi yeşertecek olan beraberliklerin de ana unsurları elbette vardır. Onlar ilâhî beyana göre;

‒Peygamberler,

‒Sıddîklar,

‒Şehidler,

‒Sâlihlerdir.

İnsanlar arasında eğer onlarla beraberlik olmazsa, beşer kalbinde tam mânâsıyla ne îman yeşerir, ne takvâ, ne sadâkat!

Çünkü bu ölçü, yüce Allâh’ın emri:

“Ey,

•Îmân edenler!

•Allah’tan hakkıyla korkun ve

•Sâdıklarla beraber olun!” (et­Tevbe, 119)

Âyetteki kelimeler, Allâh’ın emrettiği bu beraberlik ile neyin kastedildiğini de aslında net olarak ifade etmektedir.

Maksat açık;

•Toplu hâlde bir îman beraberliği. Çünkü, her şeyden önce Allâh’ın kabul edeceği bir inanca ve itikada sahip olmak, yegâne şart.

•Allah korkusu ekseninde bir takvâ beraberliği. Çünkü Allâh’ın râzı olacağı yegâne yaşayış bu.

•Hakk’a verilen söz üzere bir ömür doğruluk ve sadâkat beraberliği. Çünkü Allâh’ın istediği ve beğendiği yegâne bir kulluk ölçüsü bu. Çeşit çeşit fânîlere değil, hele kötülere asla değil, her şeyde Allâh’a sadâkat.

İşte kurtuluşa mazhar olacak bir ömrün en kısa formülü;

•Sâdık bir inanç,

•Sâdık bir takvâ,

•Sâdık bir Allah korkusu,

•Sâdık bir doğruluk,

•Sâdık bir sadâkat ve

•Sâdık bir beraberlik.

Bunun için Cenâb-ı Hak, ehl-i îmânı sâdıklarla râbıtalı hâle getiriyor. Çünkü formüldeki vurguların hepsi, mânevî beraberlik. Hiçbiri zâhir beraberliği değil, hepsi rûhânî bağlar etrafında beraberlik.

Yani;

Îmanlar; Hak katında tasdike lâyık olan sâdık îmanlar ile râbıtalı, bağlı, bir arada olacak. Takvâlar ve Allah korkusu da, kezâ. Sadâkatler ve doğruluklar da kezâ. Beraberlikler de kezâ.

Zira hakikat ve tevhid bahsinde; râbıtasız, bağsız ve alâkasız beraberlikler, faydasızdır. Hiç şüphesiz; îman, takvâ ve Allâh’a sadâkat bahsinde ilâhî tasdike aykırı düşenlerin sadece bedenen ve görüntüde yan yana beraberliğinden hiçbir şey çıkmaz. Söylenecek çok şey var.

Hulâsasını mısralara bırakalım:

Gözden düşürür dile sevdâyı,
Cân değil, aşkı cânan söylesin!

Ey gönül, bırak kuru dâvâyı,
O seninleyken sen kiminlesin?

Hatâlı sevgi, en belâlı dert,
Hep rûha cimri, kör nefse cömert,

Artık ten değil, sen cânı yeşert!
Tâcı hükümsüz, üç-beş nefesin…

Gezme ey Seyrî, fânî tuzakta,
Muhabbet ölür şerli kızakta,

Ağyâre yakın, yâre uzakta,
Cennet şüpheli, cehennem kesin!..

O hâlde yine sormalı:

Ruh tende, ten çamurda, neden, sen kiminlesin?
Ey can, kiminle gitti giden, sen kiminlesin?

Kul, sevdiğiyledir; kimi sevdin, nedir sonu,
Cennet mi, nar mı, ey adı ben, sen kiminlesin?

Hep bağdasın fakat sıfatın başkalık dolu,
Ey gül dalında sivri diken, sen kiminlesin?

En darda en genişte ne hâldeysen ey gönül,
Allah her an seninle iken, sen kiminlesin?

Devrânı gözlüyor yedi kat göklerin gözü,
Yıldız seninle ey gezegen, sen kiminlesin?

Toprak figān eder, onu duymaz kulaklara,
Tâc ettim ey başımdaki sen, sen kiminlesin?

Kaç memleket bizimle imiş, önceden beri,
Ah şimdi, ey acıklı Yemen, sen kiminlesin?

Kim var yanında; dinli mi, dinsiz mi ey kafa?
Hem gizli gizli, hem alenen, sen kiminlesin?

Eşsiz Muhammed’inle mi, şeytanlarınla mı?
Boş lâftan anlamam, fiilen, sen kiminlesin?

Bir gün ölüm denen kadı bekletmeden sorar;
Rûhun kiminle, söyle beden, sen kiminlesin?

Seyrî diyor ki gönlüme; yâr olma herkese,
Her kalbe sor: Zor anda, hemen, sen kiminlesin?

Yâ Rabbî!

İki dünyada da sâdıklarla gerçek beraberliği nasîb et! Âmîn…