Şânlı Mazimizden Seçme Nükteler – O GÜNAHTA DİNLEYEN DE AYNI!

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin şeyhi Abdullah Dehlevî -rahmetullâhi aleyh-, 1743’te Pencap’ta doğdu. Asıl adı Gulâmu Ali olan bu zâtın nesebi Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’a dayanır. Bu zât delikanlılık çağına geldiğinde, Delhi’ye giderek orada sâlihlerin sohbetlerinde bulundu. Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzedip; tefsir, hadis ve fıkıh okudu. Hadîs-i şerif rivâyeti için icâzet aldı. Bir müddet sonra Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri’ne intisâb etti. Yirmi iki yıl gibi uzun bir müddet samîmâne hizmet ettikten sonra, üstâdı kendisine mutlak irşad icâzeti verdi. Abdullah Dehlevî -rahmetullâhi aleyh-; bu vazifeyi aldıktan sonra irşad halkası öyle genişledi ki, halîfeleri doğudan batıya kadar bütün dünyaya yayıldı. Âlim ve sâlihlerden yüzlercesi, uzak diyarlardan gelip sohbetinden istifade etti. Şu sözleri meşhurdur:

“Cihan bağına gül toplamak için geldik, ama diken hamallığı yapıyoruz.”

Ve yine:

“İnsanlar dört kısımdır: Nâmertler, mertler, civanmertler, fertler. Dünyayı isteyen nâmert, âhireti isteyen mert, âhiretle birlikte Hak Teâlâ’yı isteyen civanmert, yalnız Hak Teâlâ’yı isteyen ferttir.”

Abdullah ed-Dehlevî Hazretleri, Kasım 1824’te Delhi’deki zâviyesinde vefat etti. Kabri, Şahcihan Camii yakınındaki dergâhında, üstâdının medfun bulunduğu kabrin sağındadır.

***

Oruçlu olduğu bir gün, yanında sultanı kötülediler. Hazret;

“–Eyvah, orucumuz bozuldu!” buyurdu. Bir talebesi;

“–Efendim, siz gıybet etmediniz ki!” dediğinde ise;

“–Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik. Gıybette, söyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu.

KARAMAN’IN KOYNU

Sultan I. Mehmed Han, 1386’da dünyaya geldi. Yıldırım Bâyezîd’in oğullarındandır. Tahsilini Bursa’da tamamladı. Daha sonra babası tarafından Amasya sancağına vali tayin edildi.

Mehmed Çelebi, Anadolu’nun birliği için 1413’te kardeşini savaşta yendi ve Osmanlı birliğini kurdu. «Fetret Devri» denen durağan on bir yıla son verdi. Bu sebepten bir bakıma Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci kurucusudur.

Çelebi Sultan Mehmed, 26 Mayıs 1421 tarihinde Edirne’de vefat etti. Na‘şı, Bursa’ya getirildi. Kabri, Yeşil Türbe’dedir.

***

Karamanoğlu Mehmed Bey’i ve oğlunu yakalayarak Sultan’ın huzûruna getirirler. Sultan;

“–Ey Karamanoğlu! Ben seni neyleyeyim?” deyince Karamanoğlu;

“–Sultanımın; eli bağlı, günahkâr kuluyum. Bana her ne siyaset emretsen iki katına lâyığım. Bâkî ferman Sultanımındır!” karşılığını verir. Bunun üzerine Sultan;

“–Karamanoğlu! Gel, bir daha müslümanlara zarar vermeyeceğine yemin et, ben de seni salıvereyim.” der. Karamanoğlu Mehmed Bey;

“–Baş üzerine!” deyip, elini göğsüne koyarak şöyle devam eder;

“Bu can bu bedende oldukça Osmanlı memleketine bir daha zarar vermeyeceğim. Eğer zarar verirsem Kur’ân-ı Kerim benden alacaklı olsun!” der.

Bunları işitince Sultan’ın gönlü rahatlar. Karamanoğlu ile oğluna hil‘at giydirir; sancak, atlar ve katırlar hediye ederek gönderir. Fakat bir müddet sonra Karamanoğlu antlaşmayı bozarak Osmanlı ilini yakıp yıkar. Yanındaki beyler;

“–Hani yemin etmiştiniz? Niye yemininizi bozdunuz?” derler. Karamanoğlu ise;

“–Yemini ettiğim anda koynumda bir güvercin vardı. O can üzerine and içmiştim. Sonra güvercini salıverdim. Böylece yeminim bozulmuş oldu.” (M. Neşrî; Cihannümâ, c. II, s. 155)

«Karaman’ın koynu, sonra çıkar oyunu» sözünün de bu hâdise üzerine söylendiği rivâyet edilir.

NAMUS, IRZ… ÇALDI HIRSIZ

Son dönem şairlerinden, mütefekkir ve yazar Ömer Ferid KAM, 10 Ocak 1864’te İstanbul Beylerbeyi’nde doğdu. Beylerbeyi Rüşdiyesi’ni bitirdi. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Geniş bir hadis dağarcığına sahipti. Ömer Ferid, 1887’de Bâbıâli Tercüme Odası’nda mütercim olarak vazife aldı. 1888’de Beylerbeyi Rüşdiyesi’nde Fransızca muallimi oldu. Cami derslerine katılarak İslâmî ilimlerde tahsilini devam ettirdi ve 1905’te Mustafa Âsım Efendi’den icâzet aldı. «Sırât-ı Müstakîm» ve «Sebîlürreşâd» dergilerinin ilk ve sürekli yazarlarından olan Ömer Ferid, 22 Mayıs 1944’te vefat etti. Kabri, Ankara Cebeci Asrî mezarlığındadır.

***

Eskiler ânî bir durum karşısında bi’l-bedâhe şiir söylemekte mahirdiler. Mahir İZ, bu duruma bir örnek olmak üzere Ferid KAM’la ilgili şu hâtırasını naklediyor:

“İnkılâbın ilk yıllarında bir gün Ferid Bey ile beraber yürürken karşımıza o devre göre lâubâlî edâlı bir grup genç kız çıktı. Bu manzaranın verdiği teessürle Ferid Beyin dudaklarından;

Ne nâmûs u âr u ne ırz u hayâ,

kelimeleri döküldü. Üstad bir an durakladı ve söylediği şeyin vezinli olduğunu fark ederek hemen devamını getirdi:

Mezâ mâ mezâ vü mezâ mâ mezâ…

Arapça bir tekerleme olan ikinci mısra şu mealde ilkini tamamlar:

“Geçen geçti, geçen geçti!..”

Ne nâmûs u âr u ne ırz u hayâ,
Mezâ mâ mezâ vü mezâ mâ mezâ…

EFENDİMİZ ŞİMDİ UYUYOR…

Asıl ismi Hasan olan şair Andelîbî, Kastamonu’da doğdu. Latîfî’ye göre Fatih Sultan Mehmed’in maiyetinde bulunan şairlerdendi. Kanunî döneminde de yaşadığı anlaşılmaktadır. Bülbül mânâsına gelen andelibe nisbetle Andelîbî ismi, şaire Dâvûdî sesinden dolayı mahlâs olmuştur.

***

Andelîbî devrinin önde gelenlerinden birine iş için başvuruda bulunur. Bu işin olması için çok uğraşmıştır. Günlerce efendinin kapısına gidip gelmiştir. Ancak o efendinin, kötü bir huyu vardır. Rüşvet ile huzûruna gelenleri kapıda bekletmeden buyur eder, eli boş gelenlere ise; «Efendi uyur» dedirtirmiş. Bunu gören Andelîbî şu beyti yazar:

Eline zer alıp varsan; «Efendi, gel buyur!» derler.
Eğer destin tehî varsan efendiyi «uyur» derler.

“Eline altın alıp gitsen; «Efendi, buyur geç!» derler. Eğer boş elle varırsan; «Efendi uyuyor.» derler.”