Şânlı Mazimizden Seçme Nükteler – HAZIR MISIN?

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Zâhid, sûfî ve muhaddis İbrahim bin Edhem bin Mansur -kuddîse sirruhû-, Belh şehrinde doğdu. Nesebi Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’a dayanır. Önceleri hükümdar olan İbrahim bin Edhem Hazretleri, daha sonra zühd ve takvâ hayatına yöneldi. İlim tahsil edip İmâm-ı Âzam Hazretleri’nin sohbetinde bulundu.

Şu hikmetli sözler kendisinden rivâyet edilmiştir:

“Lokmayı helâlden temin edebilmek için uğraşmak; geceleri ibâdet edip, gündüzleri oruç tutmaktan efdaldir. Çünkü her şeyin başı helâl lokmadır.” ve; “İlmi, amel için öğreniniz. Çokları bunda yanıldı. İlimleri dağlar gibi büyüdü, amelleri ise zerre gibi küçüldü.”

İbrahim bin Edhem Hazretleri, 778’de vefat etti. Kabri, Şam’dadır.

***

Kendisine;

“–Allah Teâlâ;

“Ey kullarım, Ben’den isteyiniz, kabul ederim, veririm.” (el-Mü’min, 60) buyuruyor. Hâlbuki istiyoruz vermiyor?” dediler. Cevaben şöyle dedi:

“–Allah Teâlâ’yı çağırırsınız O’na itaat etmezsiniz. Kur’ân-ı Kerîm’i okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz. Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerinden faydalanırsınız, O’na şükretmezsiniz. Cennetin ibâdet edenler için olduğunu bilirsiniz, hazırlıkta bulunmazsınız. Cehennemi âsîler için yarattığını bilirsiniz, ondan sakınmazsınız. Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür; ibret almazsınız. Ayıbınıza bakmayıp, başkalarının ayıplarını araştırırsınız. Böyle olan kimseler; üzerlerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsinler. Daha ne isterler? Duâlarının neticesi, yalnız bu olursa yetmez mi?”

KENDİSİ MUHTAÇKEN…

Son Osmanlı padişahı Sultan Vahideddin Han, 4 Ocak 1861’de Dolmabahçe Sarayı’nda doğdu. Özel hocalardan ders alarak ve Fatih Medresesi’nde verilen bazı derslere devam ederek kendini yetiştirdi.

İyimser ve sabırlı bir devlet adamı, nâzik ve müşfik bir aile babasıydı. İleri seviyede edebiyat, mûsıkî ve hat bilirdi.

Mehmed Vahideddin Han, 16 Mayıs 1926’da İtalya’da vefat etti. Fakat cenazesini kaldırmak o kadar da kolay olmadı. Sultan, İstanbul’dan 20.000 İngiliz lirasıyla çıkmıştı. Onun bir kısmını dolandırıcılara kaptırmış, bir kısmını da akrabalarına vermişti. Maddî sıkıntıya düşüp, elinde para edecek nesi varsa sattı. Öldüğünü duyan alacaklılar kapıya dayandı. Haciz memurları, buldukları bütün eşya ile birlikte cenazesini de bir odaya kilitleyerek kapıyı mühürlediler. İtalyanlar, borçların tamamı ödeninceye kadar cenazenin defnine izin vermedi. İhtiyaç olan para ancak bir ayda temin edilebildi. Bu arada cenazenin defnedileceği bir müslüman toprağı düşünüldü. Şam’daki Selimiye Camii’ne gömülmesi kararlaştırıldı. Borçların tamamı ödenip haciz kalktıktan sonra, cenaze Şam’a ulaştırılıp oraya defnedildi.

***

Pakistan’dan bazı hayırseverler, Avrupa’da sıkıntı içinde yaşayan Vahideddin Han’a verilmek üzere külliyetli bir miktar para toplanıp kendisine göndermişti. Fakat Vahideddin Han, bu parayı kabul etmemiş ve;

“–Hamd olsun şimdi ihtiyacım yok!” demiş. Parayı götüren kimse ise;

“–Bu parayı müslümanlar İslâmî bir hizmete sarf etmeniz için göndermişlerdir.” diye Halîfe’nin gönlünü yapmak sûretiyle parayı almasını temin etmek istemiş. O zaman Halîfe, parayı getiren zâta;

“–Sizin ülkenizde İslâmî bir medrese veya buna benzer bir müessese var mı?” diye sormuş. O kişi de Sind-i İslâmiyye Medresesi’nden ve diğer bir-iki medreseden bahsetmiş. Sultan;

“–Mademki, bu parayı benim bir İslâmî işe sarf etmem için getirdiniz, ben de Halîfe sıfatıyla sizi nâib tayin ettim. Bu parayı alıp götürün, Sind-i İslâmiyye Medresesi ve diğer medreselere Halîfe’nin nâmına sarf edin!..” demiştir.

O kimse devamla;

“Halîfe bu sözü söylediği zaman huzûrunda ağlamamak için kendimizi zor tuttuk. Zira ihtiyacı olduğunu biliyorduk.” (Ali GENCELİ, «Sultan Vahideddîn’e Dair Bir Hâtıra», 5 Ekim 1968 tarihli Bugün Gazetesi)

ÖYLE SUALE BÖYLE CEVAP

Şair ve yazar Ârif Nihad ASYA’nın asıl adı Mehmed Ârif’tir. 7 Şubat 1904’te Çatalca’nın İnceğiz Köyü’nde doğdu. Yedi günlükken babasını kaybetmesi, annesinin de başka biriyle evlenmesi üzerine, çocukluğunu akrabalarının yanında geçirmek zorunda kaldı.

Şiir yazmaya gençliğinde başlayan Ârif Nihad, 1933’te Üsküdar Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Ahmed Remzi AKYÜREK’le tanışarak Mevlevî kültürünü tanıdı. Kubbe-i Hadrâ isimli kitabında Mevlânâ ve Mevlevîliği işlediği şiirler bulunur.

Şiir ve yazılarında kahramanlık, tarih ve dînî mevzular ön plâna çıkar. Şiirleri arasında; «Bayrak», «Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor», «Fetih Davulları», «Selimler», «Kubbeler», «Süleymaniye» en meşhurlarındandır.

Arif Nihad ASYA, 5 Ocak 1975’te Ankara’da vefat etti.

***

Yavuz Bülent BAKİLER, Arif Nihad’ın bir anekdotunu şöyle anlatır:

“Asya, hazırcevap bir insandı. Zamanın Millî Eğitim Bakanlarından Hasan Ali YÜCEL, Malatya’da okulları geziyor. O vakitler Arif Nihad ASYA da Malatya’da bir lisede müdürlük yapıyor. Tabiî ki birbirini çok iyi tanıyorlar. Fakat ikisi de farklı düşüncelerin temsilcileri… Bakan, okulun durumunu beğenmiyor;

«–Bu ne biçim okul; okuldan çok hapishaneye benziyor!” diyor. Asya cevabı yapıştırıyor:

«–Efendim ben bu okul yapıldıktan sonra geldim. Yoksa siz beni buraya hapishane müdürü diye mi gönderdiniz?» Bakan Yücel çok kızar ama belli etmez. Ârif Nihad’ı bırakmaya hiç niyeti yoktur. Tahkire devam ederek eleştirilerini giyimine yöneltir;

«–Hoca o ne biçim kıyafet… Paçaların çamur içinde…» der. Asya kızar, hattâ köpürür. Şu üstü kapalı ve kinâyeli cevabı verir:

«–Sayın Bakan!.. Paçalarımın ağzınızda ne işi var?» Asya, daha sonra müdürlükten alınarak Türkçe ve Fransızca öğretmenliği yapar.”

SULTAN MAHMUD DA KİMMİŞ?

Şam ve Halep atabeyi Nureddin Mahmud Zengî, 11 Şubat 1118 tarihinde Halep’te doğdu. İyi bir eğitim aldı. Gençlik yıllarında askerî sahada kendini geliştirdi. İmâdüddin Zengî’nin devleti ikiye bölününce Kuzey Suriye ile Güneydoğu Anadolu’nun bazı şehirleri Nureddin Zengî’nin hâkimiyetine geçti. Haçlılara karşı çeşitli zaferler elde eden Nureddin Mahmud, 1169’da Câber Kalesi’ni fethederek bu başarılarını taçlandırdı.

Geceleri zikir yaptığı, zikre kalkmak isteyenleri uyandırmak amacıyla Şam Kalesi’nde belli saatlerde davul çaldırdığı rivâyetler arasındadır.

Kudüs’ün bir gün fethedileceğine inancı tamdı. Bu sebeple Mescid-i Aksâ’ya konulmak üzere çok kıymetli ağaç bir minber yaptırdı. Salahaddîn-i Eyyûbî’nin Kudüs’ü fethettiğinde Mescid-i Aksâ’ya koydurduğu bu minber, 1969’da bir yahudi tarafından çıkarılan yangında yanarak kül oldu.

Adâleti ve dindarlığından dolayı «el-Melikü’l-âdil» nisbesiyle anılan Nureddin Mahmud, 10 Mayıs 1174’te vefat etti. Kabri, Şam’daki türbesindedir.

***

Sultan Nureddin Mahmud’un şahsiyeti, halkı üzerinde silinmez izler bıraktı. Yaptığı savaşlarda kendini ileriye atıp ön saflarda çarpışırdı. Büyük fıkıhçılardan Kutbüddin en-Nîsâbûrî bir gün ona;

“–Allah aşkına n’olursun kendini ve İslâm’ı tehlikeye atma! Eğer savaşta şehid düşecek olursan müslümanlardan tek kişi kalmamak üzere hepsi kılıçtan geçirilir.” deyince Nureddin Mahmud;

“–Sultan Mahmud da kim oluyor? Benden önce İslâm’ı ve müslümanları kim korumuş ise yine O korur!” şeklinde karşılık vererek hem büyük bir olgunluk sergilemiş hem de Allâh’ın takdirine olan sarsılmaz îmânını ortaya koymuştur..