Şânlı Mazimizden Seçme Nükteler – BİR KÜFE ELMA…

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Asıl İsmi Muhammed bin Muhammed Buhârî olan Alâüddîn Attâr’ın nesebi, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e dayanır. Devamlı güzel koku kullandığı için Attâr nisbesiyle anıldı.

Babası varlıklı olmasına rağmen bu varlığı terk eden Attâr, Bahâüddin Nakşibend Hazretleri’ne talebe oldu. Hizmet ve irşat faaliyetlerindeki sa‘y u gayretlerinden dolayı hocasının teveccühüne; «Alâüddin bizim yükümüzü hayli yüklendi!» sözleriyle mazhar oldu.

Alâüddin Attâr -kuddîse sirruhû- 17 Mart 1400 tarihinde Buhâra’nın Cağanyân nahiyesinde vefat etti. Kabri, bugün Özbekistan’ın Denov şehrine yakın bir bölgededir.

***

Alâüddîn Attâr’ın babası, Buhâra’nın zengin eşrafındandı. O vefat edince oğullarına çok fazla mal kaldı. Fakat Alâüddîn, mîrâsından hiç mal kabul etmeyip, Şâh-ı Nakşibend’e talebe olmayı tercih etti. Şâh-ı Nakşibend Alâüddîn’e;

“–Evlâdım, bizim yolumuzda çeşitli mihnet ve sıkıntılar vardır. Dünyayı ve nefsini terk etmek vardır. Sen bunları yapabilecek misin?” deyince, Alâüddîn kabul etti.

“Öyleyse bugün bir küfe elma alıp, kardeşlerinin dükkânı önünde satacaksın.” buyurdu. Alâüddin;

“–Peki efendim!” diyerek, ağabeylerinin dükkânının önünde bağıra çağıra elma satmaya başladı. Ağabeyleri yanına gelip;

“–Bizi el âleme rezil etme, para lâzım ise istediğin kadar verelim, mîrâsından daha fazlasını al, fakat bu işi bırak.” dediler. Alâüddin hiç dinlemeyip elma satmaya devam etti. Ağabeyleri;

“Madem satacaksın, bizim dükkânın önünde satma, git başka yerde sat!” diye ısrar ettiler. O yine dinlemedi. Bunun üzerine kendisine hakaret ederek, dövdüler. Ne var ki, Alâüddîn Attâr hiçbir şeye aldırış etmedi. Verilen emre göre hareket etmeye devam etti. Ertesi gün Şâh-ı Nakşibend Hazretleri;

“–Artık bu iş tamamdır.” diyerek elma satışı işini bıraktırdı ve onu talebeliğe kabul etti.

HELÂKE KAÇ KİŞİ SEBEP OLDU?

Asıl adı Takıyyüddîn Mehmed olan İmam Birgivî, 27 Mart 1523 tarihinde Balıkesir’de doğdu. Birgili diye de bilinmektedir. Birgi, günümüzde İzmir’in Ödemiş ilçesinin bir nahiyesidir.

Arapça, mantık ve diğer bazı ilimleri okuyan Birgivî; hâfızlığını tamamladıktan sonra İstanbul’a giderek dönemin meşhur âlimlerinden ders aldı.

Zamanında bid‘atlerle, bâtıl itikadlarla ve rüşvetle mücadele etti.

Bayramiyye tarîkatı şeyhi Abdullah Karamânî’ye intisâb etti.

Osmanlı İmparatorluğu’nda matbaanın kurulmasından sonra basılan ilk eser Birgivî’nin «Risâle» adlı eseridir.

Hakkı söylemekten çekinmeyen Birgivî, bir İstanbul seyahati sırasında yolda veba hastalığına yakalandı ve 52 yaşında 1573’te vefat etti. Kabri, Birgi’dedir.

Vasiyeti şöyledir;

“Mezarımın üzerine tümsek yapın, yerim belli olsun. Hayvan, haşerat gelmesin. Sadece bir kara taş dikin başıma o kadar.” Hattâ menkıbeye göre; vefatından sonra sevenleri başına bir kubbe yapmışlar, fakat ertesi gün yaptıkları kubbenin yıkıldığını görmüşler. Bu durum birkaç defa tekrarlanınca Hazret’in râzı olmadığına inanıp vazgeçmişlerdir. (M. Serhan TAYŞİ, Ali Emîrî’nin İzinde)

***

İmâm-ı Birgivî’nin Berîka’sında Cebrâil -aleyhisselâm-’ın Lût kavmini helâkine emr-i Sübhânî buyurulduğunda nasıl helâk eylediği şöyle rivâyet olunmuştur:

Kötü amellerinden dolayı Lût kavmini helâk etmek üzere Cebrâil -aleyhisselâm- yeryüzüne indi. Kanatlarını yere vurunca yerden su çıktı. Lût kavminden beş şehir kanatları üzerinde olduğu halde göğe yükselmek için kanat açtığında Cebrâil -aleyhisselâm- bir an baktı ki, kadınlı erkekli 80 bin kişi teheccüd namazı kılmakla meşguller. Kötülükle uğraşanlar ise sadece otuz üç kişi kadar. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk’a münâcâtla;

“–Yâ Rab! Bu kavmi nasıl helâk edebilirim ki? Bunların içinde şu kadar teheccüd kılan kimse var?” dedi. Bunun üzerine Hak Teâlâ Hazretleri;

“–Yâ Cebrâil! Onların amelleri nezdimde makbul değildir. Zira onlar emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker vazifelerini yapmadılar.” buyurdu.

TAHTTAN İNDİRİP DÖVDÜLER

Harun Reşîd, Mart 766’da Rey’de doğdu. Sarayda hocalarından düzenli bir şekilde ders alarak iyi bir eğitim gördü. Askerî sahadaki başarılarından ötürü babası tarafından «Reşîd» lakabı verildi. 786 yılında Abbâsî Devleti’nin başına geçti.

Harun Reşîd, Bizans İmparatorluğu’na karşı daha önce başlatılmış olan seferleri devam ettirdi.

Harun Reşîd, mûsıkîyi ve edebiyatı severdi. Beğendiği şiirleri büyük bahşişlerle ödüllendirir, şair ve âlimleri himaye ederdi.

Halîfe Harun Reşîd, 24 Mart 809 tarihinde Tûs’da vefat etti. Kabri, Tûs’dadır.

***

Behlül Dânâ Hazretleri, Harun Reşîd’in sütkardeşi idi. Aralarında çok nükteli hâdiseler yaşanmıştır. Behlül, bir gün kardeşinin tahtına geçip oturmuştu. Birkaç dakika geçtikten sonra sarayın muhafızları onu tahttan indirdikleri gibi üstüne bir de dayak attılar. Behlül ağlamaya başladı. O anda Harun Reşîd gelerek Behlül’ün neden ağladığını sordu. Onun tahta çıkıp oturarak büyük ve affedilmez bir hata işlediğini, kendilerinin de onu tahttan indirip dövdüklerini söylediler. Bu duruma üzülen Harun Reşîd;

“–Behlül böyle hatalardan dolayı dövülür mü?” deyip kardeşinin gönlünü aldı. Behlül Dânâ Hazretleri kardeşine;

“–Kardeşim ben, beni dövdüler diye ağlamıyorum. Ben birkaç dakika tahta çıkmakla bu kadar dayak yedim, yarın senin durumun ne olur, ne kadar dayak yiyeceksin diye düşünüyor ve onun için ağlıyorum.” dedi.

Bu sözler Harun Reşîd’in gözlerini yaşarttı;

“–O hâlde söyle, nasıl hareket edersem kurtulurum?” diye sordu. Behlül Dânâ Hazretleri de şu nasihatte bulundu:

“–Adâletle hükmet, kimseyi incitme, millet senden memnun olup sana duâ etsinler. Ancak o zaman kurtulursun.”

SAF KADINCAĞIZ…

Din âlimi ve vaiz Cemal ÖĞÜT Hoca, Mora Yenişehir’e bağlı Alasonya’da doğdu. Arap dili ve edebiyatı okudu, hıfzını tamamladı. Orta ve lise tahsilini memleketinde yaptıktan sonra İstanbul Dârü’l-Fünûn Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.

27 Mayıs İhtilâli’nden sonra kendisini tamamen irşad hizmetine ve eserlerine veren Cemal ÖĞÜT Hoca; İslâmî ilimlere hizmetten, halkı aydınlatmaktan ve talebe yetiştirmekten geri durmadı; bu hizmetlerini, dînî eğitim ve öğretim kurumlarının kapalı olduğu devirlerde dahî evini mektep hâline getirerek sürdürdü.

29 Mart 1966’da İstanbul’da vefat etti. 6000 ciltlik kütüphanesi, vasiyeti üzerine kızı tarafından Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne bağışlandı.

***

İyi bir vâiz olan Cemal Hoca, bir vaazında, doğrudan söyleyemeyeceği hakikatleri, nükteli ve kinayeli bir şekilde şöyle anlatmıştı:

“Bizim hanım var ya, çok saf bir kadındır. Böylesine saf bir kadınla Hacı Cemal nasıl idare etsin? Neden mi saf diyeceksiniz? Bakın anlatayım da siz de hak verin. Dikkat edin, hanımların içinde sakın bizimki de olmasın ha!..” diye latîfe ederek şöyle devam etti:

Geçen gün abdestimi alıp buraya vaaza gelmek için pardösümü giydiğim sırada bizim hanım ânîden bir çığlık attı:

«–Hayrola hatun, neyin var ki yangın alârmı gibi bağırıyorsun.» dedim.

«–Ne olacak? Görmüyor musun, kedi iftarlık pideleri yiyor.» dedi.

«–Yahu insan bir pide için bu kadar telâşlanır mı? İşte gidiyorum. Vaazdan sonra istediğin kadar pide alır gelirim iftara, merak etme…» Fakat baktım, hanım büsbütün hiddetlendi:

«–Ayol ben pidelere acımıyorum. Evde pidemiz var. Benim hayret ettiğim şey, bu kedinin böyle mübârek Ramazan’da oruç tutmayışıdır. Baksana, hayvancağız şıpır şıpır durmadan yemek yiyor…»

Bu sefer de ben hiddetlendim:

«–İlâhi hatun, sen de ne kadar safsın! Bilmiyor musun ki; hayvanlar oruç tutmaz, hayvanlar namaz kılmaz, hayvanlar açık yerlerini örtmez, hayvanlar komşu hakkı diye bir şey bilmez!»

«Nasıl iyi demiş miyim?»” (Kültür Dünyamızdan Manzaralar, s. 82, Dursun GÜRLEK)