Ramazân’a Zulmetmeyelim!

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

m_kucukasci

Ali -radıyallâhu anh- şöyle buyurur:

“Kim;

Ödeyeceği bir hakkın,

Edâ edeceği bir farzın,

Bina edeceği bir şerefin,

Elde edeceği bir övgünün,

İşiteceği bir hayrın yahut da,

Öğreneceği bir ilmin dışında bir gün geçirirse;

Muhakkak ki gününe kötülük etmiştir.”

Uhdemizde; nice ödenecek haklar, nice yapılacak farzlar, nice öğrenilecek ilimler, dinlenecek sohbetler, okunacak kitaplar, yapılacak faydalı ve lüzumlu faaliyetler, vefâ îcâbı ziyaretler var. Çoğu kez bunları yapamadığımıza da vakit yetmediği bahanesini uyduruyoruz. İşte bunu yaparak, vakte iftira atmış oluyoruz. Hazret-i Ali’nin ifadesiyle, günümüze zulmetmiş oluyoruz.

Türkçemizde; «zaman öldürmek» diye bir tabirimiz de var.

Aslında zaman öldürürken, ölen insandır. İnsan; parça parça anlar, günler ve yıllardan oluşan bir ömür yapbozundan meydana gelir. Boş geçirilen, zulmedilen ve öldürülen parçalar; bizim şahsiyetimizden eksilir. Varlığımızdan eksilir. Bir kitap okuyacak ve hayatımız gelişecekken, okumamış ve yarım kalmış oluruz. Bir ilim öğrenecek ve bundan sonra ona göre davranacakken, noksan kalmış oluruz. Gecikmiş, ertelenmiş, kıt bir varlığımız olur.

Asr Sûresi bu kaybı, bu hüsranı ve çaresini hulâsa eder. Asr Sûresi’nden ilhamla:

Saat saat eriyen harc-ı râhı meydanda:
Zamâna and içerim insanoğlu hüsranda…
İnandığında karâr eyleyenler istisnâ!
Sabır ve hakkı şiâr eyleyenler istisnâ!

«Harcırah», yolluk, yol masrafı demektir. Ömür sermayesi, bir nevî yolluğumuzdur. O eridikçe zarardayız elbet. Fakat harcırâhımızı, «takvâ azığı» ile kararsak, o zaman bereketlenir. Kaybetmeyen müstesnâ kişilerden oluruz. Yetmeyen vakitler yetişir.

Takvâ azığı nedir?

Zühd devresi mutasavvıflarından Hasan-i Basrî Hazretleri «54 farz» diye bildiğimiz listeyi hazırlamış. Muhtemelen insanların, yapılacak işleri olduğunu unutmasına mâni olmak istemiştir.

Savm u salât u hac ile
Sanma biter zâhid işin!

diyen Hak dostları, insanlara; “Daha yapacak çok iş var!” telkininde bulunurlar. Bu mânâda «boş vakit» aslında hilâf-ı hakikat bir beyandır. Sadece âcizliğimiz dolayısıyla, vazifelerimizin hepsini aynı anda yapamayacağımızdan, onları bir sıraya koymak mecburiyetimiz vardır. Biri bitince diğerine geçmemiz îcap eder. Hattâ hepsine yetişemeden, hepsini tam olarak îfâ edemeden, ayrılırız bu dünyadan. Fakat yolunda ölmek ile el sürmeden ölmek herhâlde mîzanda aynı değerlendirilmeyecektir.

Kadı Şureyh, boş boş dolaşmakta olan bazı komşularını görür. Sorar:

“–Neyiniz var? Ne bu hâl?”

“–Bugün boş kaldık.” derler. Yani; “İşimiz bitti, boşa çıktık.”

Şureyh şöyle der:

“–Boş kalana bu mu emredildi?”

Bir işimiz bittiğinde sıradaki faaliyeti bulup ona başlamakla emredildik.

Yaz geldi.

Okullar yani öğretim tatil olacak, fakat eğitim tatil olmayacak. Çocuklar eğitilmeye devam edecekler.

Geçenlerde başka bir memurluktan, öğretmenliğe geçen birisine sordum:

“–Niçin öğretmenlik?”

“–Yaz tatili var.” dedi.

İnşâallah, bu kişi; eğitimciliği, «tatili bol bir faaliyet» olarak görmüyordur. Resmî öğretim faaliyetlerinin tatil olmasını, esas eğitim faaliyetlerine daha fazla zaman açtığı için sevindirici buluyordur.

Memuriyet tarzı öğretmenlikte tatil çok.

Hâlbuki eğitimde durum tam tersi. Çünkü çobanlığın tatili yoktur. Çoban, kendisine emânet edilen kuzuları korurken, vazifesinden tamamen uzaklaşmış on dakikalık bir mola bile veremez. Her an onları takip etmesi gerekir. Vaziyete hâkim olması îcap eder.

Yazın eğitim devam edecek.

Ama öyle ama böyle…

Ya çobanlar; yani anne-babalar, öğretmenler ve hocalar kuzularına sahip çıkacak, güzel bir eğitim devam edecek.

Yahut da sokaklar, caddeler, kötü arkadaşlar, internet siteleri, telefonlar, televizyonlar ve oyun salonlarında kontrolsüz bir eğitim olacak.

Menfîlikler diz boyu. Fakat bu bozuk eğitimin en hafif vebâli, zaman israfı.

İslâmî eğitimin çok geniş bir müfredatı ve müktesebâtı var. Eğitim sistemi, işin öğretim kısmına bile yetmiyor. Kimse “Artık okullarda seçmeli din dersleri de var.” diye kendini kandırmasın. İslâmî tedrisat, o birkaç saate sığmaz. Yaz mevsimleri; hem kontrolsüz eğitimden muhafaza için, hem de bu İslâmî müfredattan bir miktarı daha paket hâlinde verebilmek için, elimizdeki tek fırsat. Belki o yazlarda; oğlumuz, kızımız, talebemiz, daha da derinden girmek ister dînî eğitime? Kim bilir belki hâfız olmaya gönül verir?

Ramazan ikliminde gireceğimiz yaz tatili, bu mânâda da inşâallah güzel bir fırsat olur. Dileriz camilerde; mukabeleler, teravihler ve farz namazlar gençlerle de dolar. Dileriz futbol veya yüzme kursu, köy veya yazlık istirahati; Kur’ân eğitiminin önüne geçmez.

Her şeyi tüketmeye ve tükettirmeye yönelik ticarî bir fırsat olarak değerlendiren modernite, Ramazân’ı da; zengin sofra, şatafatlı restoranda iftar, meşhurların iftar ve sahur saati televizyon programları ve benzerleri hâlinde metâlaştırıyor.

Onlar yapacak. Fakat biz, vakit öldürmeyi değil, vakti ihyâ etmeyi öğrenelim bu Ramazan.

54 tane farz vazifemizden eksiğimiz varsa, tam başlama zamanı.

Meselâ tefekkür etmek? Alabildiğine geniş bir vazifemiz!..

Ne zamandır, okumak istediğimiz ilmihâl, akāid, tefsir veya hadis kitabına başlamanın tam sırası. İndirilecek bir hatim, kazanılacak bir sevap, yapılacak bir ziyaret, hedeflenen bir hayır-hasenat, sevindirilecek bir akraba… Hepsi bizi bekliyor.

Aman Ramazân’a zulmetmeyelim. Aman sâir zamanları öldürürcesine kıymayalım, mübârek Ramazân’a…

“Ramazân’a eriştiği hâlde, bağışlanmayan; rahmetten uzak olsun!” şeklindeki Cibrîl bedduâsı ve bu duâya Peygamber “Âmîn!”i kulaklarımızı çınlatsın!..