NİYET ETTİM
ALLAH RIZÂSI İÇİN…

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

عَنْ أَم۪يرِ الْمُؤْمِن۪ينَ أَب۪ي حَفْصٍ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ t ، قَالَ :

سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ j يَقُولُ : «إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ ،
وَإِنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوٰى ، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ لِدُنْيَا يُص۪يبُهَا ، أَوِ امْرَأَةٍ يَنْكِحُهَا فَهِجْرَتُهُ إِلٰى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ»

Mü’minlerin emîri Ebû Hafs Ömer İbn-i Hattâb -radıyallâhu anh-; «Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i şöyle buyururken dinledim.» dedi:

“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allâh’a ve Rasûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse; eline geçecek sevap da Allâh’a ve Rasûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.” (Buhârî, Îmân, 41)

BİR MESAJ: “Şeklen ne yaptığın değil, ne niyetle yaptığın önemli. Onun için niyetine dikkat et!”

Mekke’den Medine’ye hicret edileceği günlerde; ashâb-ı kiramdan biri, Ümmü Kays adında bir hanımla evlenmek ister. Ümmü Kays, diğer mü’minlerle birlikte Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir. Medine’ye hicret etmeyi aklından geçirmeyen o sahâbî de Ümmü Kays’la evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etmek zorunda kalır.

Bu duruma vâkıf olan sahâbîler, bu kişinin hicret sevabı kazanıp kazanmayacağı hususunda kendi aralarında tartışmaya başlarlar. Nihayetinde durumu Allah Rasûlü’ne arz ederler. O da yukarıda serlevhâ hadîsimizde yer alan ifadelerini îrâd edip herkesin niyetine göre sevap kazanacağını bildirir.

Bazı İslâm âlimleri bu hadîs-i şerîfi anlamanın, İslâmiyet’in üçte birini anlamaya denk olacağını ifade ederken; İmam Şâfiî Hazretleri de bu hadîsi, din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. Bu bakımdan hadis âlimleri, bu mühim yerinden dolayı; hadisleri bir araya getirdikleri kitaplarına, genelde bu hadîs-i şerifle başlamışlardır.

Evet, kişinin kalbinden geçirdiği niyetlerin çok mühim bir yeri vardır. Çünkü Allah -celle celâlühû-; davranışlara, şekillere bakmıyor, kalplerde geçen niyetlere bakıyor. Nitekim Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33)

Demek ki Allah Teâlâ şekil olarak yapıp ettiklerimize değil, niyetlerimize ve samimiyetimize değer veriyor.

Onun için kalp önemli. Çünkü kişinin söz ve davranışlarını hangi niyetle ortaya koyduğu burada saklıdır. Bu bakımdan ağzımızdan en güzel sözler çıksa bile, önemli olan kalbin ne söylediğidir. Nitekim Rasûl-i Ekrem Efendimiz; kendi mübârek göğsüne, daha doğrusu kalbine işaret ederek üç defa;

“Takvâ işte şuradadır.” (Müslim, Birr, 32) buyurmuştur.

Onun için kalbin neyse sen osun. Kalbin nerede ise sen oradasın… Nitekim Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.” (Buhârî, Îmân, 39)

Îmanda da kalbin çok önemli bir yeri vardır. Îmânın genel kabul gören tarifi şöyle yapılmıştır:

“Îman; dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir.” Yani dilin ile söylediğin şeyi kalbin tasdik edecek. Aynı şekilde yaptıklarınla kalbin uyumlu olacak. Kısacası söz ve davranışlarınla kalbinden geçenler aynı olacak.

Bu bakımdan kalp önemli, kalpten geçenler önemli. Zira Cenâb-ı Hak, kalplerden geçeni bilir. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

“De ki: İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir.” (Âl-i İmrân, 3/29)

Onun için şeklen namaz kılmamızdan evvel; hangi niyetle namaz kıldığımız, namazda iken gönlümüzden neleri geçirdiğimiz, namazda iken kiminle olduğumuz daha mühimdir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bazı mü’minlerin oruçtan nasiplerinin aç ve susuz kalmak olduğunu ifade buyurmaktadır. Demek ki mesele; şeklen aç ve susuz kalman değil, bilâkis ne için ve kimin için aç ve susuz kaldığındır.

Şeklen bakınca; kurbanın, akıtılan kandan ve dağıtılan etten ibaret olduğu zannedilir. Ama Rabbimiz’in katında durum hiç de öyle değildir. Nitekim bir âyet-i kerîmede O şöyle buyurmaktadır:

“Kurbanların ne etleri, ne de kanları Allâh’a ulaşır. Allâh’a sadece sizin ihlâs ve samimiyetiniz ulaşır.” (el-Hacc, 22/37)

Bu husus, yaşadığımız hayattaki bütün söz ve davranışlarımız için geçerli olan bir husustur.

Bu bakımdan mü’minler olarak kendimize şu soruları net bir şekilde sormak ve yine net bir şekilde cevap vermek durumundayız:

• Niçin ibâdet ediyoruz?

• Niçin tesettüre bürünüyoruz?

• Niçin sadaka veriyoruz?

Bu ve buna benzer soruların cevabına net bir şekilde; “Allah rızâsı için!” diyemediğimiz sürece, yapıp ettiklerimizin Allah katında fazla bir değeri olmayacaktır.

Nitekim bir hadîs-i şerifte anlatıldığına göre;

Kıyâmet günü Allah Teâlâ, şehid olan birine ne yaptığını sorduğunda;

“–Sen’in uğrunda çarpıştım, şehid edildim!” diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak ona;

“–Yalan söyledin. Sana; «Cesur adam!» desinler diye çarpıştın.” buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.

Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur’ân okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak;

“–İlmi öğrendim ve öğrettim. Sen’in rızânı kazanmak için Kur’ân okudum!” diyecek. Allah Teâlâ ona;

“–Yalan söyledin. İlmi, sana; «Âlim» desinler diye öğrendin. Kur’ân’ı ise; «Güzel okuyor!» desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi.” buyuracak. O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.

Sonra zengin bir kimse huzûra getirilecek, o da malını Allah rızâsı için harcadığını söyleyecek. Hadîs-i şerifte ona da; «Cömert adam!» desinler diye malını sarf ettiğinin söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir. (Müslim, İmâre, 152)

Bunun için bütün söz ve davranışlarımızı Allâh’ın rızâsını gözeterek yapmalıyız. Aksi takdirde -Allah korusun- yaptıklarımız boşa çıkar ve şu ilâhî îkaza muhatap oluruz:

“Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde; malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın…” (el-Bakara, 2/264)

Demek ki mahşer günü geldiğinde, şeklen namazımızla, orucumuzla, sadakalarımızla muhakeme olunmayacağız; söylediğimiz sözleri, yaptığımız davranışları hangi niyetle yaptığımız, yani kalbimizden geçirdiklerimizle muhakeme olunacağız.

Nitekim Fahr-i Kâinât Efendimiz;

“–Bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batacaktır.” buyurduğunda Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-;

“–Yâ Rasûlâllah! Onların arasında ticaret için yola çıkanlar ve kötü niyetli olmayanlar varken, niçin hepsi birden yere batacaktır?” diye sormuş, bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:

“–Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir.” (Buhârî, Büyû‘, 49)

Onun için kalbe dikkat etmek gerek, kalbimizden geçirdiklerimize dikkat etmek gerek. Onun için söylediğimiz sözleri ve yaptığımız davranışları hangi niyetle söyleyip yaptığımıza dikkat etmek gerek…

Niyet o kadar önemlidir ki kişi, hasta yatağında bile cihad sevabı hattâ şehid sevabı elde edebilir.

Bir gazve esnasında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştu:

“Hastalıkları yüzünden Medine’de kalan öyle kimseler var ki; siz bir yolda yürüdüğünüz veya bir vadiyi geçtiğinizde, onlar da sizinle birlikte gibidir.” (Müslim, İmâre, 159)

Neden? Çünkü hasta olmasalardı onlar da gönülden İslâm ordusuna iştirak edecekler, Allah yolunda seve seve canlarını fedâ edeceklerdi. Ama hasta olmaları buna mâni oldu, cihâda katılamadılar. Bununla birlikte bedenen yanlarında değil idiler ama, gönüllerindeki niyetlerle onlarla birlikteydiler ve sevaba ortak oldular.

Yine bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

“Şehid olmayı yüce Allah’tan samimî olarak dileyen kimseyi, Allah rahat yatağında vefat etse bile, şehidlerin derecesine eriştirir.” (Müslim, İmâre, 156)

Demek ki insanın kalbindeki niyetler çok önemli. Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîfinde;

“İçinden; «Malım olsaydı falan kişi gibi (hayır) yapardım.» diye geçiren kimsenin niyet ettiği şeyi yapmış gibi kabul edileceğini ve hayır sahibi gibi ecir kazanacağını!” bildirmiştir. (Tirmizî, Zühd, 17)

Sâlih ve iyi niyet, bir nevî kalbin ibâdetidir. Mü’min kalbinden geçirdikleriyle de sevap elde edebilir. Nitekim Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı:

Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb-ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.

Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hattâ kat kat fazlasıyla yazar. Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb-ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.

Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar.” (Buhârî, Rikāk, 31)

Onun için kalbimizden geçirdiklerimize dikkat etmeliyiz, yaptıklarımızı sadece Allâh’ın rızâsını gözeterek yapmalıyız.

Unutmayalım ki yarın mahşer gününde yaptıklarımızla değil, kalbimizden geçirdiklerimizle yani niyetlerimizle muhakeme olunacağız.

Rabbimiz, cümlemizin niyetlerini sâlih ve sahîh eylesin!

Rabbimiz, niyetlerimizde isabet lutfetsin!

Rabbimiz, bizleri söz ve davranışlarında sadece kendi rızâsını gözeten kullarından eylesin!

Âmîn…