NİÇİN, KİM İÇİN, HANGİ REFLEKS?

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

egitim_notlari-yuzakidergisi-eylul2015
Hayata gözünü açtı.

Gün geçtikçe büyümeye başladı. Her an yeni bir şey öğreniyordu.

Öğrenirken şaşkınlaştı.

Birbirine zıt şeylerin ortasında kalmıştı. Bütün taraflar; nice müthiş reklâmlar, câzibeler, mantıklar ve formüller kullanıyordu. Gitgide kafası karıştı.

Çünkü;

Kendi içinde de her zıtlığın bir yansıması vardı. Bir tarafı dünyaya saplanıyor, bir tarafı ötelere uçmaya çalışıyordu. Bir yanı doğruluk ve hidâyetin eşiğine can atıyor, bir yanı kaçıyordu.

Kendi, öz içinde tarifsiz tartışmalar, amansız çekişmeler, şiddetli konuşmalar ve haykırışlar vardı:

–Doğru olanı niye yapmadın ey nefs?

–Görmedin ey idrak, filân öyle bir surat ekşitti ki!

–Kötünün yüzünü güldürmek için sen de doğruyu kurban ettin, öyle mi?

–Ne yapsaydım, yoksa huzursuzluk hissediyorum.

–?!.

Başka bir mesele açıldı:

–Şu çirkin işin sana ne kadar zarar vereceğini hâlâ anlamadın mı?

–Anlar gibiyim aslında. Fakat anlasam da fark etmez.

–Niye?

–Çünkü böyle yapınca daha gündemde oluyorum. Naz da yapabiliyorum, istediklerimi de yerine getirtebiliyorum. Keyfim keyif!

–?!.

Bir mesele daha açıldı:

–Sözünü niye çiğnedin yine ey nefs?

–Sakız çiğnemekten çenem yoruldu da o yüzden. Yahu ne sözü! Her tarafımdan kısılmış hissettiğim bir şey söz mü olur ey akıl bozuntusu ve gönül kuruntusu?

–İnsan sözüne riâyetle hürdür, bilmiyor musun ey nefs eşeği?

–Bende tam tersi.

–Bende ise senin tam tersi.

–Öyleyse sen yoluna, ben yoluma.

–Maalesef ki, biz beraber bir kişi oluyoruz, ruh ve beden bütünlüğünde.

–O zaman sen bana karışma!

–Bensiz yaşayamazsın!

–Sen de!

–?!.

Bir mesele daha açıldı:

–Bu da ne ey nefs?

–Ne yapayım, ailem ve çevrem, doğru söyleyince bana öfkelendiler, fakat yalan söyleyince başımı okşadılar.

–Ama kandırdın da böyle yaptılar.

–Olsun, artık doğru söylemekte korku, yalan söylemekte rahatlık hissi var içimde.

–?!.

Bir mesele daha açıldı:

–Dün bazı eğitimciler bizim gibi tartıştı, senin yüzünden.

–Aksine, senin yüzünden. Ama nasıl? Tam bizim gibiydiler. Benim kafadakiler, senin kafadakilere; «–Hayır, olmaz!» dedi. Sonrasını biz devam ettirelim.

‒Hay hay! Peki, niçin olmaz?

‒Büyüyünce yapması gereken şeyleri çocuğa küçük yaşta söylemek doğru değil.

‒Niye?

‒Çocukluğunu yaşasın!

‒Büyüklüğün hazırlığı, çocukluğu yaşamaya engel mi?

‒Değil ama olmaz yine de!

‒Niçin?

‒Dengesi bozulur.

‒Allah Allah! Çocuk her gün büyüyor. Onu, şeytan fırçasıyla göz boyayarak küçüklüğe hapseden prensip, nasıl bir denge?

‒Fakat küçük o!

‒Kendin büyük olsaydın, ona küçük diyemezdin!

–?!.

Bir mesele daha açıldı:

–Ne acayip karar veriyorsun ey nefs?

–Kararı bana bıraktılar, sen bilirsin dediler, duymadın mı?

–Fakat, ruh, akıl ve gönül sahibi olarak karar benim hakkım, biliyorsun.

–Ne yapalım nefs olarak benim payıma düştü artık. Benim kararlarıma enfes diyorlar, nefsânî demiyorlar artık.

–?!.

Bir mesele daha açıldı:

–Yahu bu da ne? Ne tarafa öyle ey nefs?

–Artık yönlendirici tâlimatlar, refleksler hep bana göre düzenlendi, talihine küs ey gönül! Aramızda problem çıkarsa, sana değil bana sahip çıkarlar. Sana değil, bana hak verirler. Artık hayli ailelerin de pek çok eğitimcilerin de refleksi sadece benden yana.

–Unutuyorsun lâkin: Ömür birkaç nefeslik. Görsen de görmesen de ecel kapıda. O içeri girince kime hak verirler, hiç düşündün mü? Tâlimatlar kime göre olur? Talihine kim küser ey nefs? Hangi refleksler hüküm sürer?

–?!.

Bu iç çekişmesi devam ederken delikanlının omzuna eğitim bülbülü kondu. Gencin dışı sessiz, içerisi gürültülü iç tartışmalarını; o ârif hatip, hikmet kulağıyla işitmişti. Hikmet lisanıyla da başladı şakımaya:

“–Ey âhirzaman delikanlısı!

Söyleyeceklerime kulak ver, yüce hakikatlere de gönül ver!

Öyle bir zaman içinde yaşıyorsun ki, bir yönüyle nimetinin artmasına vesile, bir yönüyle de âfetinin artmasına sebep. Doğdun, dünya hayatının içinde buldun kendini. Onu anlamaya çalışıyorsun. Ancak hayatı anlamak, ölümü anlamadan mümkün değil.

En doğru anlayışlar, sana çok yakın her zaman. Fakat çok acı tuzaklar var, aldatıcı perdeler var. İşte her köşede, sahte câzibeler ve başıboş hevesler yakana asılıyor. En beteri de; senin inancının, ahlâkının, fikirlerinin ve yaşayışının şekillenmesinde açıkça rol oynayan şaşkın refleksler.

Sen çünkü o reflekslere göre şekil alıyorsun. O reflekslere göre tecrübe oluşturuyorsun. O reflekslere göre gidişat belirliyorsun. Onlara göre cesur veya korkak oluyorsun. Onlara göre günaha veya sevaba dalıyorsun. Çünkü şekillenme yaşındasın.

Yazık ki;

Bir zamanlar, kötünün önüne set çeken o refleksler, artık kötünün önünü açmakta ve iyi olanın yolunu kesmekte. Bu da üstelik üzeri en kaliteli cilâlarla boyanmış vaziyette çekici bir akademik metot hâline dönüştürülmekte.

Bir zamanlar, yanlışı bertaraf eden o refleksler, şimdilerde doğruyu bertaraf etmeye çalışıyor.

Bir zamanlar, hakka ayarlı hassâsiyet dolu refleksler; şimdilerde özentilere ayarlı, safsatalara ayarlı.

Bir zamanlar, gayret ve muvaffakıyete bağlı refleksler; şimdilerde tembelliğe, keyfe ve kayırmaya bağlı.

Bir zamanlar, çileler ve cefâlar, ıstıraplar ve belâlar ortasında dirâyet doğuran refleksler; şimdilerde zevkler ve sefâlar, seraplar ve cilâlar içinde şahsiyet kısırlığına yönelik.

Bir zamanlar, oturaklı ve ciddî, ağırbaşlı ve gece-gündüz eğitim terlemeleri ile dâhîler üreten refleksler; şimdilerde hafif, rastgele, ehemmiyetsizlik ölçülerine revaç veren eğitim lâkırdıları ile cüceler yetiştirmeye kendini kaptırmış. Bunu da görüntü perdelerine dev projeler diye yansıtmakta.

Bir zamanlar köylü bir babanın, annenin ve mahalle hocasının basit görünen mânâlı bir refleksi, evlâdı çok mükemmel yetiştirirdi. Şimdilerde yıllarca mürekkep yalamış kimselerin o mânâyı yansıtamayan ve yüce eksenini yitirmiş refleksi; artık yetiştirmiyor, üstelik daha da bozuyor maalesef. Bu bozmaya; «âferin» diyen sahte eğitim ağızları yüzünden de felâketi ve kötü ahvâli fark etmiyor.

Bir zamanlar, hiçbir şey anlatmadan bile ilâhî eksende sırf tutarlı ve kararlı refleksler ile topluma ve nesillere neler neler kazandırılıyordu. Şimdilerde tutarsız ve kararsız refleksler ile neler neler kaybettiriliyor.

Ey delikanlı!

Bütün bunlar; «–Zaman değişti, artık teknoloji çağı, yeni nesil her şeyden anlıyor, büyüklerin anlamadığı şeylerden de, meselâ şunlardan da…» şeklindeki boş bahane ve biraz da yorucu mes’ûliyetten kaçışın ürettiği yaklaşımlar sebebiyle ortaya çıkıyor. Birileri de bunu benimsetmek için toplum çapında bozucu telkinlerin reklâmını yapıyor, birileri prensipleştiriyor, birileri de gāfilâne şekilde uygulama yarışları içinde.

İçinde kalmasın diye çocuklara açılan heves kuytuları, gaflet tuzakları acımasız bir çark dişlisi gibi işliyor. Kişilik hataları, inanç tuzaklarına aldanışlar, fikir mikropları evlâtların hayatına sokuluyor. Sadece içinde kalmasın, refleksi ile. Oysa o ölümcül virüsler, akıldan da gönülden de ruhtan da içeriye daldırılıyorlar ve bir daha içeriden çıkarılamıyorlar. Nice tahrip edici huylar, belâlı hevesler ve zehirli fikirler, içeride kalıyor.

Yani ey delikanlı!

Eğitimin en güçlü şekillendiricisi olan refleksler, artık eğitmiyor, eğitimsiz ve ham hâle dönüştürüyor. İnsanîlikten çıkarıyor, mahlûkatın vaziyetine düşürüyor.

Sen de değerlendir;

Yalana karşı gösterilen sıcak refleks, onu düzeltir mi? Doğruya karşı soğuk refleks, onu inşa edebilir mi? Gerçeğe karşı bahaneci ve kaçıcı refleks, hakikatlere yöneltebilir mi? Hayalciliğe ve uydurmacılığa karşı alkışçı refleks, boş safsatalardan vazgeçirebilir mi? Artık rahatlık veya farklılık olsun diye şapşal bir şekilde yemeği ateşten uzak tutma kompleksleri oluşturup da bunu savunan bir refleks, onu pişirebilir mi? Aynı şekilde nesli; çilesiz, tecrübesiz, sıkıntısız, kaygısız, dertsiz, problemsiz olarak yetiştirmeyi çok şey zanneden refleksler, bir tanecik bile yetişmiş bir adama sahip olabilir mi?

Ey delikanlı!

O refleksler yüzünden cehenneme girmek için bahaneler arayan şaşkınlardan olma. Kendine, her zaman ölüme bakarak sor: Niye cehenneme girmek için bahane arıyorsun sen?

Arama o bahaneyi.

Çünkü bahanesi olanlar, bari bahanem boşa gitmesin diye cehennem yolculuğunda inatçı olabiliyorlar. Ne acı ahmaklık! Fakat âhirzaman refleksleri yüzünden maalesef böyle. Bak, nice rezil günahlar ve berbat yaşayışlar, en ağır zulümler ve felâketler bile ekran ekran alkışlanıyor? O alkışların rüzgârına kapılanlar da, yönlerini bir türlü cennete dönemiyorlar. Niçin?

Değer mi?

Yerdeki kazanç, gökteki iflâsa değer mi? Birkaç nefes, sonsuz nefeslere değer mi?

Ey delikanlı!

Unutma;

Peygamber amcaları bile toplumun kendilerine vereceği refleksler yüzünden îmân edemediler. Ebû Tâlip, Hazret-i Peygamber’i çok sevdiği hâlde;

«–Îmân edersem, ardımdan Mekke’nin kadınları bana ne der! Yeğenine uydu, derler!» diye bir tesir refleksi yüzünden maalesef hidâyet kevserinden içemedi.

Ebû Leheb zaten gururunun berbat refleksinde boğuldu.

O hâlde ey delikanlı!

Bütün olumsuz refleksleri, olumlu görünseler bile elinin tersiyle devir gitsin!

Unutma;

Hazret-i Peygamber, risâlet vazifesine başladığında câhiliyye toplumunun refleksleri de bugünküler gibiydi. Bilgiç tavırlar, insanları gaflete ve nefsâniyete yönlendiriyordu. Ruh ve gönüller ihmal ediliyor, yüce hakikatler görmezden geliniyor ve birtakım uydurma prensiplerin bâtıllığı girdabında herkes mânâ itibarıyla darmadağın yaşıyordu. Sayısız cilâlı refleksler, ciddî terbiyeleri küçümsüyordu, gerçek düzelmeleri ve şahsiyet şekillenmelerini engellemeye çalışıyordu. İlâhî eksende tevhid özlü titiz bir edebi, kuvvetli bir terbiyeyi kabul etmiyorlardı. Toplumdaki o refleksler yüzünden adam olmak da zordu, adam yetiştirmek de.

Allah Teâlâ buyurdu:

–Ey Peygamber’im! Geç bilgiç cahillerin tavırlarını! Onların yaklaşım ve reflekslerini bir kenara bırak! Seni ne kadar kınasalar da onların kınamalarına aldırma!

–O câhiliyye tiplerini boş ver ey Rasûlüm!

–İnancı bozukları dikkate alma!

–Gafilleri umursama!

Bilesin ki;

–Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (Sen’in) onlarla hiçbir alâkan yoktur! (el-En’âm, 159)

Ey delikanlı!

Hazret-i Peygamber nasıl yetişti, hangi çilelerden geçti, iyi oku! Allah; çilesiz bir hayat yazmıyor, zahmetsiz bir rahmet yazmıyor, imtihansız bir dünya yazmıyor, sıkıntısız bir ömür yazmıyor kimseye. O’nun yazmadığı bir şeyi sen yazmaya kalkanlardan olma. Çünkü zıddını yazmak, hiç gerçekleşmeyecek bir yalandan ibarettir her zaman. Sakın, bir yalana ebediyetini kurban edecek kadar akılsız ve ahmaklardan olma!

Bak;

Yüce Allah, Hazret-i Yûsuf’a daha o körpecik iken neler yaşattı. Niye?

Sen sen ol, bu hakikati eğitimde rafa kaldıranlar kervanına katılma, yoksa hiçbir makbul hedefe ulaşamazsın. Ulaşabildiğin yer, sadece pişmanlık ve perişanlık noktası olur.

Ey delikanlı!

Artık her refleksi iyi tanı. Seni yetiştirecek olan refleksleri peygamberlerden al, onların izinden giden Hak dostlarından al, gönül erbabından al.

Düşün;

Haset niye çirkin bir ahlâk?

Çünkü o, güzel olan bir şeye karşı çok kötü bir refleks. Her güzeli bozmaya uğraşan bir refleks.

Dedikodu niye berbat?

Çünkü doğruluk terazisini iki taraflı değil tek taraflı ve eğri olarak kullanmayı tercih eden çok rezil bir refleks. Gönüllerdeki güzellikleri yıkan ve araları bozan uğursuz bir refleks.

Dolayısıyla;

Bugünkü eğitemeyen, yetiştiremeyen, ham bırakan, nefsânîleştiren ve arsızlaştıran her refleks de, kezâ aynı derecede kötü. Ne kadar yaygınlaştırılsalar, reklâm edilseler de.

Ey anneler, babalar, eğitimciler!

Siz de uyanın!

Reflekslerinizi süzgeçten geçirin. Peygamber terazisiyle inceden inceye tartın. Çocuğunuzun nefsânî yönünü destekleyen refleksleri terk edin. Onların rûhânî ve kalbî yönlerini diriltecek, düzeltecek ve güzelleştirecek tarihî ve dînî reflekslerinizi, takvâ ve ihlâs reflekslerinizi, hesap ve âhiret reflekslerinizi, tutup da asırlardır size düşman fakat cazip sırıtıklı tiplerin telkinleri ve alkışları yüzünden çöpe atmayın, dâhî yetiştiren düsturlu refleksleri raflarda toza boğmayın!

Yüce Mevlâ;

Bu milleti, eğitim sahasında yine peygamber terazisinde basîretli bir uyanışa ve dirilişe mazhar eylesin!

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn…”