KUR’ÂN’DA HİZMET

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Hazret-i Musa, Mısır’da karıştığı bir hâdiseden sonra Firavun’un kendisi hakkında yakalama kararı çıkardığını duyar ve Mısır’dan kaçar.

Aç, bîilâç vaziyette meçhule doğru yolculuğuna devam ederken, Medyen’de karşılaştığı iki yardıma muhtaç kıza yardım eder. Bu hizmeti onu Şuayb -aleyhisselâm- ile tanıştıracaktır. Hazret-i Şuayb, 8-10 yıl hizmet şartıyla onu kızıyla evlendirir. Sarayda yetişen Hazret-i Musa; Anadolu evliyâlarını hatırlatan mütevâzı bir hizmet devresi neticesinde, peygamberliğe hazırlanır. Bu uzun soluklu hizmete; yine bir hizmet ile hazırlandığına göre, peygamber tabiatının vazgeçilmezidir bu. Çünkü tebliğ hizmeti çilelerle doludur. Peygamberler, kavimlerinin lideri ve reisi gibidirler fakat;

“Kavmin efendisi, hizmetkârıdır.” fehvâsınca aynı zamanda hizmetkârıdırlar.

Tıpkı kendilerine hâdimü’l-harameyn dediren vakıf insanı, hizmet ehli padişahlar gibi…

Fatih; Akşemseddin’in işaretiyle, fetihten sonra Unkapanı’nda sofralar açtırır ve fetih ordusuna bizzat elleriyle hizmet eder.

Bu çarpıcı misalden sonra;

Başlık «Kur’ân’da hizmet» olunca; klâsik usûl, hizmetin lügavî mânâsından girip, Kur’ân’da geçtiği yerleri listelemek lâzım!.. Fakat Kur’ân’da h-d-m kökü geçmiyor!

Lâkin hizmetin geniş mânâlarını düşününce Kur’ân’ın tamamı hizmeti anlatıyor da diyebiliriz.

Çünkü İslâm’ı hulâsa eden iki başlık var:

1. Allâh’ın emrini tâzim,

2. Yarattıklarına şefkat…

İkisi de hizmette birleşiyor.

Biz Allâh’ın kuluyuz. Abd, rabbine yani kul, efendisine hizmet eder. Abd kelimesini İngilizcede; «Slave: Köle» veya «Servant: Hizmetkâr» ile karşılıyorlar. Allâh’a kulluğumuz, ibâdetimiz, abd oluşumuz, O’nun «hizmetkâr»ı olmamız demek. O’nun emrine boyun büküyor, secdeye kapanıyor, itaate koşuyoruz. Bir hizmetkârın efendisinin buyruğuna uyması gibi, biz de Rabbimiz’in her emrine âmâdeyiz.

O’nun bize emirlerinin çoğu da; aynı zamanda mahlûkata şefkatten, yani halka hizmetten geçiyor. Zekât başlı başına; fukaraya, miskinlere, yolda kalmışlara ve borçlulara hizmet… İnfak ve sadaka onun mecburiyet ötesi, hudutsuz hâli. Orucu tutamaz vaziyetteysen, infak… Yeminini tutamasan, infak… Hacda elini tutamasan, kıl koparsan; infak…

Allah ganîdir. Hizmeti görülmeye ihtiyaç duymaktan müstağnîdir. Bu sebeple O’na hizmet ve kulluklar ya remzî / semboliktir yahut da halka hizmet şeklinde tecellî eder.

Meselâ, Hazret-i İbrahim ve İsmail’e Cenâb-ı Hak;

“Evimi temizleyin!” buyurur. “Evimi (yani Kâbe’yi, Mescid-i Harâm’ı) tavaf edenler, ibâdete kapananlar, rükû ve secde edenler için temizleyin, temiz tutun.” (el-Bakara, 125)

Hem sembolik olarak Hakk’a hizmet hem de halka hizmet…

İşârî mânâsıyla; Hakk’ın evi olan kalbi temizlemek bile, Allâh’a kulluk, Allâh’a hizmet…

Kur’ân’da Allâh’a her iki türlü hizmetin çeşitli ifadeleri var:

Allâh’a yardım etmek.

Allah hizmet edilmekten de, yardıma muhtaç olmaktan da münezzeh ve müteâldir. Burada Allâh’ın dînine yardım, dînine hizmet kastedilmiştir.

Yine yardım kökünden gelen ensâr; Allah Rasûlü’nün ve Allah yolunda hicret edenlerin yardımına koşan, onlara hizmet eden Medineli müslümanların ismi olmuştur. İslâm hizmetkârlarıdır onlar. Allah Rasûlü’nün hizmetkârlarıdır.

Onların hizmetinin büyüklüğünü anlamak için, bu hizmeti onlar kabul edene kadar nice kabîle ve şehrin reddedişini hatırlamak kâfîdir.

“Ey îmân edenler! Eğer siz Allâh’a (Allâh’ın dînine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7)

Allâh’ın dînine hizmet de, onu yaşamak ve yaşatmakla olur.

Kur’ân’da; İslâm, ibâdet, amel-i sâlih, takvâ, ihsân, kıyâm, sıyâm, kunût vb. bütün şahsî ibâdetleri titizlikle yerine getirmeyi ifade eden tabirler, Allâh’a ferdî hizmet ve kulluğu ifade eder.

Diğer taraftan, dîni yaşatmak hizmetleri gelir:

Muhâcir, mücâhid, âmir bi’l-mâruf, nâhî ani’l-münker gibi eliyle, diliyle, bedeniyle, ilmiyle, kalemiyle ve kılıcıyla Allah yolunda hizmet edenler gibi; infak eden, zekât veren, ihsanda bulunanlar gibi maddeler de maddî imkânlarıyla hizmete koşanları ifade eder.

İnsan Rabbine muhtaç olduğu gibi birbirine de muhtaç. Rabbimiz, insanı birbirine de hizmet ettirerek; merhamet, tevâzu, hayırseverlik vb. duygularla insanı pişiriyor, olgunlaştırıyor.

İnsana hizmet… Kur’ân; anne-babaya ihsandan hanımlarla güzel geçinmeye, evlâdını güzelce emzirmekten ailenin ihtiyaçlarını karşılamada cömert olmaya, akrabayı arayıp sormaktan komşunun hakkını vermeye nice hizmet maddesini tanzim eder. Kin ve düşmanlığı bertaraf ederek sulh ve selâmeti inşa etmeye hizmet eder.

Görüldüğü üzere, Kur’ân’da hizmet fiili geçmez; fakat Kur’ân’daki her şey, hizmeti anlatır.

Servant, hizmetkâr demek, demiştik. «Serve» hizmet etmek. Türkçemize servis aracı, servis etmek, servis sağlayıcı, self servis gibi kelimelerle giren bu yabancı mefhumun mânâlarını idrâk edebiliyoruz. Bir mektebin talebelerini, bir müessesenin çalışanlarını evden işe, işten eve götürmek ne büyük bir hizmet!.. Bu servisi çeken şoför veya firma bedava yapmıyor fakat, firma biraz da mesai başlangıcını garanti etmek için bu hizmeti üstleniyor.

Türkçemizde hizmet kelimesi bu kelimenin tercümesi olarak da kullanılıyor. «Yayın hizmeti, hizmet sektörü, falanca şubemizle hizmetinizdeyiz…» gibi tabirler, bir ücret mukabilinde verilen servisleri ifade ediyor.

Aslında maddî karşılığı alınsa da hizmet, hizmettir. Bir doktor sadece para kazanmak için mi hasta muayene eder? Bir eczane, sırf para kazanmak için mi ilâç satar? Geç saate kadar dükkânında bekleyen mahalle bakkalının tek derdi maddî menfaat midir?

Hayır.

Hepsinde âmme hizmeti de vardır. Biri yapmasa birinin yapması gereken hizmetlerdir bunlar. Eğer niyetlere de dikkat edilirse, gerçekten maddî ücreti alınan hizmetlerde bile bir ibâdet sevabı umulabilir.

Hizmetin, bizim medeniyetimizdeki tasavvufî mânâsı ise; meccânî, Allah rızâsı için yapılan faaliyetleri ifade eder.

Bugün belediyelerin yaptığı birçok hizmet, eskiden vakıflar eliyle yapılırdı. İstanbul’a su getiren Kanunî’yi bilirsiniz. Bunu devlet başkanının vazifesi olarak değil, şahsının halka bir hizmeti olarak yaptı. Bu hizmetin bedelini de halktan vergi olarak almadı. Kendi servetinden ödedi.

«Hizmet» mefhumunu tekellerine almaya çalışıp, gâvura hizmet eden birileri de parayı çok severlerdi. Hâlâ her eşelenen yerden onlara ait büyük meblâğlı paralar çıkıyor. Hâlbuki esas, Yâsîn-i şerifteki Habîb-i Neccâr’ın haykırışında saklıdır:

“(Hizmeti karşılığında) sizden herhangi bir ücret istemeyen ve kendisi de davet ettiği yola uyan kimselere uyun!”

İkisi bir arada.

Ücret isteyen de ürpertir insanı, istemeyen de. Ücret isteyen, acaba beni istismar mı ediyor diye düşündürür. İstemeyen ise, hayırdır nereden bu değirmenin suyu diye endişeye sevk eder. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmiyor da olabilir!..

Her ikisinin de çözümü, davetçinin, hidâyet ve istikametindedir. Hem düzgün, sağlam ve tutarlı hem de şahsına bir ücret istemiyor. Menfaati önemsemiyor. Dünyaya talip değil. İşte buna tâbî olunur.

Hayırlı ümmet de, «insanlar için çıkarıldıkları» idrâkinde, Rabb-i
Zülcelâl’in ve insanlığın hizmetinde istikamet ve fedâkârlıkla koşturacaktır. Kıyâmete kadar…