KÜLFETSİZ EVLİLİK! -3-

YAZAR : Ahmet ZİYLAN

Mevlâ’m bütün mahlûkātı, dişi ve erkek olarak çift yaratmış.

Bunlar yiyip içmeyi yani beslenmeyi bilirler. Kim öğretti? Mevlâ’m öğretti.

Kimi yumurtadan çıkar, kimi doğar, kimi yumurtlar, kimi doğurur.

Doğum yapan dişilerin süt emzirecek memeleri vardır. Doğum yapınca memelere Mevlâ’m süt verir. Anne, yavrusunu o sütle besler. Ana şefkati ile büyütür neslini, çoğalmaya vesile olur.

Yumurtlayan mahlûkat da yumurtalarını emin yerlerde biriktirir, kuluçkaya yatar. Onları belli bir derecede sıcak tutar. Bir müddet sonra yumurtadan yavrular çıkar. Onları korur, besler, büyütür, neslini devam ettirir.

Ne yapacağını nereden öğrenir? Allâh’ın takdiri… İdrakine akıl yetmez.

Ancak bildikleri üç mevzu vardır:

1. Neslini çoğaltmak,

2. Beslenmek ve yavrularını beslemek,

3. Kendine ve yavrularına bir barınak yapmak veya bulup korumak.

Mahlûkat; yavruları için, canını bile verir. Bir tavuk, civcivlerini korumak için aslan kesilir. Kediler, köpekler, kuşlar… Hulâsa bütün hayvanlar böyledir. Bu, takdir-i ilâhîdir.

Bir tarihte Adapazarı Kuzuluk’ta, yürüyüş olsun diye gezmeye çıkmıştık. Arabaların geçtiği caddede bir koyun koşarak gidiyor. Bir araba çarpar endişesi ile tutmak istedik, mümkün mü?!. Delicesine koşuyor, bir şey yapamadık. İki-üç yüz metre ötede bir boşlukta, bir sürü otluyor. Deminki koyun buradan kaçmıştır diye tahmin ettik.

Başlarındaki çobana sorduk:

“–Bir koyun kaçıyordu, herhâlde buradan kaçmıştır, haberin var mı?”

“–Var! Başa çıkamadım. O koyun yavrusuna koşuyor, yavrusu var da… Evi bilir! Bir şey olmaz inşâallah…” dedi.

Allâh’ım ne büyüksün!

Hayvan yavrusuna süt verecek. Gözü hiçbir şey görmüyor.

Bir seferinde de Şanlıurfa’nın Karaali kaplıcalarındayız. Gezelim diye, yakın bir köye gittik. Akşama yakındı, koyun sürüsü eve döndü. Bir ahır kapısını açtılar, 25-30 tane kuzu koşarak annelerini buldular. Hepsi birbirlerine benzer. Ama hiçbiri yanlışlıkla başka annelere gitmedi. Akıl ermez hikmetler bunlar!..

Gaziantep’te oturduğumuz «han»da; bir tarafı kapalı küçük bir pencereye, bir güvercin yumurtlamış, üstüne de kuluçkaya oturmuş. Arkadaşım rahmetli Ali ERKENDİRCİ dedi ki:

–Bak Hacı Abi! Şu pencereye gelen kuş, erkek; her gün bu saatlerde gelir, dişi kuş kalkar kendisi oturur. Dişi kuş beslenmeye gider, 30-40 dakika sonra gelir tekrar yer değiştirirler.

Takip ettik. Yarım saat kadar sonra gerçekten de öyle oldu.

Onlara nesillerini çoğaltmak için kim öğretti bunları?.. Bunun benzeri ve daha fazlasını belgesellerde görmek mümkün. Böyle manzaralar karşısında Allâh’ın büyüklüğünü, takdirini ve rahmetini görmemek mümkün değil! O -celle celâlühû- her şeye kādirdir. Nesilleri de çoğaltır.

Gelelim insanlara; insanlarda da, insanın mükerremliğine münasip şekilde, benzer bir ahval vardır…

Çocuk doğar, büyür. Belli bir yaşa geldiğinde; evlenmesi, eşini bulması gerekir. Erkek veya kadın; Allâh’ın emri, aynı. İnsana Mevlâ’m akıl vermiş, fikir vermiş, düşünme vermiş ve onu mahlûkātın efendisi kılmış. Fakat erkeği kadına, kadını erkeğe muhtaç kılmış. Tek başına olmaz. Evlenip bir aile yuvası kurması lâzım. Etrafının da ona yardımcı olması lâzım.

Yani anne, baba, teyze, dayı, amca, hala, arkadaş… hepsinin yardımcı olması lâzım.

Evlenmeyen erkek çocuklar; -Allah korusun- zinâya düşebilir. Bu iğrenç günaha düşerse, zinâ onun dünyasını ve âhiretini helâk eder. Zinâ yapan ya fakir düşer yahut da âmâ olur, bir şey görmez.

Evlenmeyen kızlar da kendileri ve toplum için sıkıntı oluştururlar. Onun için nasibi çıkınca evlendirmek lâzımdır.

Daima söylerim:

Kız evlendireni duyduğum zaman, ben kızımı evlendiriyormuşum gibi sevinirim. Bir de ev alanı duyduğumda çok sevinirim.

Bu sebeple duâlarımda;

«Eşi olmayan kızlarımıza hayırlı eş, işi olmayanlara hayırlı iş, evi olmayanlara ev ver yâ Rabbî! Sevdiklerime, tanıdığıma, tanımadığıma herkese ver yâ Rabbî!» derim. Mevlâ’m duâmızı kabul eylesin! Âmîn…

Erkek çocuğun yaşı geçse de; sesli olarak, ona-buna sorarak eş aramaya devam eder. İstediğini bulamasa da gönlünü indirir, birini bulur evlenir.

Kız evlât ise; bir-iki isteyenini geri çevirirse, kendisinin istediği de gelmezse evde kalır. Annesi-babası da;

“Kızımızın zamanı geçiyor! Kızımızı alın!” diye kimseye diyemez. İşte zorluk buradadır.

Yakın akrabalar ve arkadaşların devreye girmesi;

«Benim bir yeğenim var, arkadaşımın bir kızı var; oğlunuza uygun…» diyerek yardımcı olması lâzım.

Zamanımızda maalesef;

“Nemelâzım… Yarın geçinemezler; «Sebep olan kebap olsun!» derler, bedduâ ederler.” korkusu ile insanlar, evlilik hususunda aracı ve yardımcı olmaktan çekinir oldular. Hâlbuki, bu da içtimâî bir vazifedir ve imkânı olduğu hâlde yapmayan, sorumludur.

Hulâsa;

Gençlerin evlenmelerine yardımcı olmak lâzım.

“Mevlâ’m evlenenle ev yaptırana yardım eder.” derler.

Bir hâtıra:

Ben çocukken mahallemizde üç yaşlı kadın vardı. Mahalleye 4-5 kilometre mesafede bağları vardı, bir de merkepleri vardı. Her gün bağlarına gider gelirlerdi. Onlar hakkında; «Ermeni’den dönme» denirdi. Hiç kimseye zararları olmazdı, hürmetkâr kadınlardı. Biz de bir gün babamla bağdan dönerken, yolda bu hanımlara rast geldik. Babam konuşmayı seven biriydi. Hanımlara;

“–Bacım ayıp olmasın da, size «hiç evlenmemiş» diyorlar. Doğru mu?” diye sordu.

Hanımlar da;

“–Evet!” dediler.

“–Niye?”

“–Ağama bak! Bizi isteyen oldu da varmadık mı?”

Babam sanki suç işlemiş gibi, yutkundu sustu.

Ben de duygulandım. Suç kimindi?

Bizim önderimiz Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- evlenmemiş mi? Evlenmiş. O hâlde O’nun sünnetine ittibâ etmek lâzım.

Herkes eşini arayacak, bulacak; çaba sarf edecek, gönül indirecek, kendini üstün görmeyecek. Yuvayı kuracak. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sünnetini icrâ edecek. Sağdan, soldan; bildiklerin, tanıdıkların da yardımcı olması lâzım.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur:

“Kadın dört şey için nikâhlanır:

• Malı için,

• Soyu için,

• Güzelliği için ve

• Dindarlığı için.

Sen dindar olana bak. (Değilse) kaybedersin.” (Buhârî, Nikâh, VI. 123; Müslim, Radâ, 53)

Burada Peygamberimiz’in tavsiyesi, dindarlığın tercih sebebi hâline getirilmesidir. Yoksa bir hanım hem güzel hem dindar olur, hem asil hem dindar olur, bunda tabiî ki bir sıkıntı olmaz. Fakat dindar olmadığı hâlde, namazını kılmadığı hâlde, haram-helâle dikkat etmediği hâlde; sen, güzel diye, soylu diye, zengin diye, bunları öne alırsan, iki dünyada sıkıntı çekersin!

Yuva kurma, evlenme; nikâhla başlar. Nikâh, şahitler huzûrunda;

«–Filân oğlu/kızı filânı kocalığa/zevceliğe kabul ettin mi?» sorusuna, iki tarafın da;

«–Evet! Kabul ettim.» demesi ile akdedilir. Karı kocaya bir de evlenme cüzdanı verilir.

Nikâh olmadan birlikte olanlar, zinâ içindedirler. Onlardan olan çocuklara, veled-i zinâ denir. Hiç hayır gelmez.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- anlatıyor:

Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- buyurdular ki:

“Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir.

Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı siz(in çokluğunuz) ile iftihar edeceğim.

• Kimin maddî imkânı varsa, hemen evlensin.

• Kim maddî imkân bulamazsa, (nâfile) oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehveti kırıcıdır.” (Tirmizî, Nikâh, 3)

Ebû Ümâme -radıyallâhu anh-’ın rivâyetine göre, Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Mü’min; Allâh’a takvâdan sonra en ziyade, sâliha bir zevceden hayır görür.

• Böylesi bir hanıma ne söylese, itaat eder.

• Ona baksa, sürûr duyar.

• Bir şeyi yapıp yapmaması hususunda yemin etse, kadın bunu yerine getirerek onu yeminden kurtarır.

• Kadınından uzak bir yere gitse; kadın hem kendi namusu ve hem de kocasının namusunu, malını ve iffetini korur, dürüst olur.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 5)

Unutulmamalıdır ki;

Bir mü’min hanımın, bir gayr-i müslim erkekle evlenmesi kesinlikle haramdır. Bir mü’min erkek de, (ehl-i kitap hariç) gayr-i müslim kadınlarla evlenemez.

Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur:

“Îmân etmedikleri müddetçe Allâh’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. (…)

Îmân etmedikleri sürece Allâh’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. (…)

Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O; insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp düşünsünler.” (el-Bakara, 221)

Evlilik hususunda bazen örf-âdet, dînimizin esaslarından öne geçiyor. Hâlbuki, dînimizin kaidelerine sahip çıkmalı, gelenek ve göreneklerimizi dînimize göre şekillendirmeliyiz.

Evlenecek iki insanın birbirini görmesini Peygamber Efendimiz tavsiye etmiş:

Muğîre bin Şu‘be -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm-’a gelip evlenmek istediğim bir hanımdan bahsettim. Bana;

“Git onu bir gör! Bu, onunla muhabbet ve ünsiyetinizin devamı için daha uygundur.” dedi. (Tirmizî, Nikâh, 5)

Bu rivâyete göre Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; nikâhtan önce erkeğin evleneceği kızı görmesine, kızın da erkeği görmesine müsaade etmiştir.

Anne babaların, evlâtlarını gönülsüz bir şekilde evlendirmeye kalkışmaları, ileride çok kötü neticeler verebilir. Bu sebeple, meşrû şekilde görüp gönül hoşnutluğuyla evliliğe karar vermelerine müsaade edilmelidir.

Zamanımızda nikâh kıyılırken olması gereken, bilmediğimiz veya uygulamadığımız veya unuttuğumuz Allâh’ın emrettiği ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in uyguladığı bir şart var. O da mehirdir.

Mehir; nikâhta konuşulmalı ve şarta bağlanmalıdır.

Mehir, nikâh akdi sebebiyle erkeğin kadına ödediği veya ödemeyi taahhüt ettiği nikâh bedelidir. Nikâh yapılan kadın için mehir bir hak, nikâh eden erkek için ise bunu ödemek farzdır.

1. Mehrin mülkiyeti kadına aittir. Tasarruf hakkı kadınındır. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“Evlendiğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin.” (en-Nisâ, 4)

2. Peygamber Efendimiz -sal­lâllâhu aleyhi ve sellem- bütün evliliklerde mehrin mutlaka verilmesini emretmiştir.

Nikâh esnasında konuşulmamış bile olsa; o hanımın akranına verilen mehirden, mehr-i misil hesaplanır ve ödenir.

Mehir peşin veya veresiye olma durumuna göre iki türlüdür:

a. Mehr-i muaccel: (Peşin mehir)

b. Mehr-i müeccel: (Veresiye mehir)

a. Mehr-i muaccel: Nikâh esnasında peşinen verilen mehirdir. Mehri peşin vermek fazîletlidir.

b. Mehr-i müeccel: Nikâh esnasında verilmeyip sonraya bırakılan mehre mehr-i müeccel, yani veresiye mehir denir. Mehr-i müeccel için bir ödeme plânı belirlenmişse, bu plân çerçevesinde zamanı geldiğinde ödenmelidir. Eğer bir ödeme plânı yapılmamışsa; boşanma hâlinde veya eşlerden birinin ölmesi durumunda, mehrin ödenmesi lâzımdır.

Mehrin en azı Hanefî Mezhebi’ne göre 10 dirhem (32 gram gümüş) veya karşılığı alım-satıma giren her mal mehir olabilir. Üstüne sınır yoktur.

Nikâhın tamamlanması ile karı-koca olmuş sayılırlar.

Gereken düğün-dernek yapılır. Gelinle damat odalarına çekildiklerinde, yatsı namazından sonra 2 rekât şükür namazı kılarlar. Namazdan sonra yaptıkları duâ, kabul olan duâlardandır.

Şöyle duâ etmeleri güzel olur:

Yâ Rabbî! Bize iffetimizle evlenmeyi nasip ettin Sana şükürler olsun. Son nefesimize kadar aşkla İslâm’ı yaşamayı, îmanla göçmeyi nasip eyle! Bizleri sev, sevdir, sevindir!

Yâ Rabbî! Birbirimize muhabbeti eksik etme, hayırlı evlâtlar ver! Her türlü âfetlere, zorluklara karşı sabrımızı artır, sabretmeyi bize nasip eyle! Şeytanın, nefsin, münafığın şerrinden bizleri muhafaza eyle! Bunları bütün ümmet-i Muhammed’e nasip eyle!

Bu duâlarımızı Muhammed -aleyhisselâm- hürmetine kabul eyle!

Âmîn…