KÜLFETSİZ EVLİLİK! -2-

YAZAR : Ahmet ZİYLAN

* Bu yazı, yarım asırdan beri hayat yolculuğunda vefâ ve sadâkat üzere beraber yürüdüğümüz çok değerli refîkamın, şimdiki gençlere ders olması zaruretine binâen kıymetli müsaadesi üzerine kaleme alınmıştır.

Külfetsiz Evlilik -1-’de hisse alınır ümidiyle evlenme hâtıramızı yazdık. Geçen sayıdaki makalemizin son sayfasından hatırlatmak maksadı ile üç-beş satır yazarak devam ediyoruz; o günün ve bugünün şartlarına göre bir sürü noksanımız vardı. Ama kanaat yani, gönül zenginliği vardı. Şikâyet etmeden hâlimize râzı olarak evlenmek.

Bence en büyük zenginlik buydu. Çünkü bu şekilde hanımım da ben de birbirimize bereket vesilesi olduk.

İşte o bereket; sonradan maddî imkânları da beraberinde getirdi Allâh’ın lutfu olarak.

Şimdi düşünelim, biz sadece ertelemiş olduk. Çünkü zaman içinde -Cenâb-ı Allâh’a hamd olsun- eşyalarımız da oldu, evlerimiz de oldu. Fakat o gün sıkıntıların üstesinden gelmeseydik, yokluğa râzı olmasaydık, kanaat etmeseydik belki hiçbir zaman imkânımız olmayacaktı. Biz sabrettik Rabbimiz verdi. Biz dünyalığın azlığına, yokluğuna aldırmadık, Cenâb-ı Allah istediğimizden fazlasını verdi. Mevlâ’ma hamd ve şükürler olsun.

• Kanaat ehli olmalı, kanaat ganîmetin yolunu açar.

Evin avlusunda düğün yemeği pişti. Komşular, akrabalar, fakir-zengin yoldan geçenler, davet edilen ve edilmeyenler evde pişen düğün yemeğinden yediler. Duâ edip kalktılar. Masrafı; en ucuz düğün salonunun ücretinin yarısından azdı ama kanaat vardı, bereket vardı, tevâzû vardı.

Şimdi bazılarının; düğün salonlarında durumu olmadığı hâlde, yüksek fiyatlara düğün yemeği verdiklerini biliyoruz. Çünkü misafirler varlıklı; «Onlara ayıp olur!» diye. Ama fakirlerden hiç haberleri yok.

«Yavrularını evlendiriyorlar, şu basit salonda düğün yapıyorlar!» derler, kınarlar korkusu Allâh’ın emrinin üstüne çıkıyor, düğün sahibine yıkım oluyor. Evlenince de israf devam ediyor. Gelir gideri karşılamayınca dâvâ başlıyor, ayrılmaya kadar gidiyor.

Kanaatin ganîmet olduğunu bildiği hâlde; nefsin isteklerine uyan bazı anne-babalar evlâtlarının huzurlu olmasını değil, lüks yaşamasını istiyor. Ama sonu hüsran!

Misal;

Anne kızına öğüt veriyor:

–Sen bîçârenin tekisin; nikâh kıyılırken bile damadın ayağına basmadın, bassaydın üstünlük sende olurdu, sözün geçerdi.

Kız:

–Anne benim şikâyetim yok ki!

–Nasıl yok? Gittiğin yerlere yaya veya otobüse binerek gidiyorsun. Haydi beyinden bir araba iste göreyim!

–Anne benim ehliyetim yok ki!

–Öğrenene kadar bir şoför tutarsın yavrum. Kendilerine gül gibi kız vermişim çok mu?

–Evin önünde araba koyacak yer yok anne.

–Bir de araba park yeri olan ev alsınlar. Ama dikkat et, kayınvâlidenin evinin sokağından aldırma. Kendine ev işlerine bakacak bir kadın bile ayarlamadın, böyle pısırık olursan ezilirsin!

Sözde kızına nasihat veriyor, aile saâdetini mi istiyor yoksa sonu hüsran olan lüks hayatı mı, düşünün…

Başka bir anne;

Kızı geldiğinde soruyor:

–Nasılsın, iyi misin?

Kızı:

–İyiyim, ama yemekleri zor yiyorum, kayınvâlidem bana acayip bakıyor, kayınbabam hâlimi-hatırımı sormuyor.

Şikâyet… Şikâyet…

Olgun anne:

–Kızım şikâyet yok! Burada doğdun, orada öleceksin, bunu kafana koy! «El kapısı derler» ya böyle olur. Sen istediğin gibi rahatlığı bu dünyada bulamazsın, sen onlara uyacaksın; kocana, kayınpederine, kaynanana hürmette kusur etmeyeceksin. Onları sevecek, hatırlarını sayacaksın. Eh kusur olur, hoş göreceksin. Ayıp, yanlış aramayacaksın, iyi taraflarını göreceksin. Yemeklere burun kıvırmayacak, kendini alıştıracaksın. İnat etmeyip, geçimli, iyi huylu, engin gönüllü, edepli olacaksın. Mevlâ’m erkeği kadına, kadını da erkeğe emânet etmiş. Elmanın yarısı o, yarısı sensin. Allâh’ın emânetine sert davranmayacaksın. Sen böyle yaparsan, o da böyle yapar. Sen kocanın annesine, babasına muhabbet gösterirsen; o da, seninkine gösterir. Düşün, anne olarak söylüyorum: Bir çocuğu büyütmek kolay mı? Büyütmüş delikanlı olmuş, bir can gelmiş elinden almış. Elbette biraz kıskanma, hırçınlık olabilir, hoş göreceksin!

Reis-i Cumhurumuz Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN da;

“Kız evden gider, oğlan da elden gider!” diyor ya gerçekten öyle oluyor.

Onun için karşılıklı sevgi, hürmet, hoşgörü… Ailenin refahı için; iki tarafın da fedâkârlık göstermesi şart, annelerin de yardımcı olması lâzım. Gelin nasıl kayınvâlidesine hürmetli ise, damadın da aynı olması, kayınvâlidesine muhabbetli ve yakın olması şart. Karşılıklı sevgi-saygı olmalı.

«Ben sevmiyorum, gidip gelmem!» denirse huzur beklenmesin. İnat yok, bencillik yok; karşıdakinin insan olduğunu unutmamak lâzım.

Evliliği Mevlâ’m emrediyor, evlenme ile Allâh’ın emri yerine getiriliyor. Aile ortaklığı kuruluyor.

Bütün ortaklıklarda Mevlâ’m; «İki ortak dürüst, fedâkâr, geçimli olursa; üçüncü ortak Ben’im.» buyuruyor. Ama; «Hile karışırsa, muhabbet olmazsa; Ben çekilirim, şeytan girer!» buyuruyor. Düşün Mevlâ’m seninle olursa her şey güzel olur. Sırtın yere gelir mi!?.

“Hasbünallâhu ve ni‘mel vekîl.”

“Allah bize yeter, o ne güzel vekildir!” diyerek samimî olarak sığınırsan Allah yâr ve yardımcın olur.

Sâlih ve sâliha çift aile yuvası kurarlarsa, o evde bereket sonsuz olur!

Onun için evlilik yuvası kurmak isteyenler; şöyle olsun, böyle olsun, güzel olsun, zengin olsun… diye isteyeceğimize; «Sâlih veya sâliha olsun.» demeliyiz, yuvamızı kurmalıyız.

Atalarımız;

“Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır.” demişlerdir.

Yine erken evlenenle, erken kalkan zarar etmemiş; kârlı çıkmış.

“Gelin gelir rızkı da beraber gelir.” derler. Biz de bekâr kızlara, bekâr erkeklere sesleniyoruz:

• Sudan sebeplerle evlilikleri geciktirmeyiniz. «Ben bilirim, benim istediğim gibi olmalı.» dersen bulamazsın. Sen bu benlerden, kendini üstün görmekten vazgeçmelisin. Biraz da Mevlâ’mın takdirine râzı olmalısın.

Anneler, babalar:

• Gençlere köstek olmayıp, yardımcı olmalısınız.

Allah; eşi olmayanlara hayırlı eş, işi olmayanlara hayırlı iş nasip eylesin!

Faydalı olur ümidi ile hayat hikâyemize devam ediyoruz:

Ben istemez miydim, dört dörtlük bir düğün yapayım? Hanımım istemez miydi, evlenirken her şeyi dört dörtlük olsun? Elbette isterdik. Fakat takdîr-i ilâhî, bize bunu nasip etti. Biz de o nasibi; isyanla çiğnemedik, huzurla yudumladık. Sabrettik; elhamdülillâh, sabrın sonundaki selâmete erdik.

Birbirimize de sözümüzü tuttuk. Ne hanım bana, o zorluklardan dolayı; ne o gün ne sonrasında sitem etti, ne de ben ona herhangi bir kusur buldum. Huzur içinde kader birliği ettik.

Yani;

Ne olursa olsun birbirimize verdiğimiz sözü karşılıklı olarak tuttuk. Hiç çiğnemedik.

Fakat şimdi yazmakla bu söz çiğnendi mi?

Asla!

Çünkü yine sözümüzü çiğnemedik. Çünkü baktık ki; bugün kız veya erkek birçok evlâdımız evlilik bahsinde yok yere kendilerini harap ediyorlar, taşıyamayacakları yüklerin altına girip darmadağın oluyorlar. Hattâ bazılarının yuvaları daha kurulmadan sırf maddiyat yüzünden; «Şu olmadı, bu olmadı!» diye boşu boşuna yıkılıp gidiyor. İşte bu sebeple onlara ders olması için bizim mütevâzı, râzı ve kanaatkâr olmak etrafında yaptığımız külfetsiz evliliğimizi anlatmayı zarûrî bir vazife olarak hissettik. Kıymetli hanımımla değerlendirdik, istişâremizi yaptık ve onun izni ile yazıya aktardık.

Burada şunu ifade edeyim:

Bizim evliliğimiz külfetsiz ve yokluğa göre bir kanaat içinde olduğu gibi, sonrası da aynı şekilde devam etti. Yani;

Daima tasarruf içinde yaşadık. Çünkü tasarruf olmadan hiçbir şey olmaz. Her zaman hesabını bilmek lâzım. Eğer hesabını bilmezsen, hiçbir yere gidemezsin, varamazsın!

İşte bu ölçüden hareketle adım atmaya çalıştık.

«Daha sonra bozdurabiliriz…» diye düşünmüş olduğumuz hâlde o altınları da hiç bozdurmadık, ihtiyaç olmadı, hayatımızda israf olmadığı için onları bozdurmak gerekmedi.

Belki birkaç kere bozdurmayı düşündükse de Rabbim bozdurma noktasına getirmedi.

Hâsılı;

Hep kıt kanaat yaşadık.

Aldığımızı, sattığımızı bilerek en ekonomik şekilde günlerimiz geçti.

Bundan da hiçbir zaman gocunmadık, rahatsız olmadık, herhangi bir eksiklik hissetmedik.

Eğer böyle yapmasaydık;

Eğer evlendiğimiz gün ve sonrasında; hesabımıza göre değil de heveslere göre hareket etseydik, ötesini hiç hesap etmeyip de gücümüzün üstüne çıksaydık, yıllarımız artık onları telâfi etmekle geçerdi. Ayaklarımızın üstünde durabilmek mümkün olmazdı. İnkişaf edemezdik. Bugünkü bereketlere mazhar olamazdık.

Maalesef tecrübesiz gençlerimiz şimdi bu hakikatleri göremiyor. Çok külfetli evlilikler yapıyorlar. Evliliğin maddî ağırlığını mânevî ağırlığından daha mühim görüyorlar. Ceplerini de kalplerini de ezen bir evlilik sonrası, artık yıllarca düğün ve eşya borçlarını ödemekle perişan oluyorlar. Hayatlarında herhangi bir ilerleme ve gelişme gösteremiyorlar. Böyle olunca da gece-gündüz acı ve ağır bunalımlar ortasında kalıyorlar ve gerçek huzuru bir türlü bulamıyorlar. Çünkü bilmiyorlar ki; gerçek huzur, maddeten her şeyin olması değil, hesaba göre râzılık, kanaat ve külfetsiz bir yuva kurabilmektir. Kimisi bunu bildiği hâlde yine aynı hataya düşüyor. Zira; «Başkaları ne der?» diye düşünüyor. Hâlbuki başkalarının ne diyeceği değil, imkânların ne olduğuna ve yüce Mevlâ’nın ne diyeceğine bakmalı.

Şimdi bugünlerde evlilikler bahsinde en mühim meselelerden biri bu, diye düşünüyorum.

Çünkü;

Şimdi düğünler bir israf harmanı gibi. Düğünler, gerekli gereksiz öyle masraflara boğuluyor ki; hayata atılacak birçok gencin önünü kesiyor, gözünü korkutuyor.

Sonra lüzumsuz birçok şey, öyle büyütülüyor ki; «O olmazsa biz yokuz!» diye, sözler atılıyor, nişanlar bozuluyor, kavgalar ediliyor…

Değer mi?

Bu hâtıralarımı bunun için anlattım. Bakın bize… Sizin de birçok aile büyükleriniz benzeri şartlardan geçti. Benzeri mahrumiyetleri tattı.

Ne oldu? Neleri eksik kaldı?

Bugün her şeyi; mükemmelce düzenleyip, hazırlayanlar daha mı mutlu?

Saâdet; eşya ile para ile olmaz. Huzur, gösterişle gelmez. Mutluluk, kıyasla elde edilmez.

Atalarımız ne güzel söylemiş:

“İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.”

Eğer gönüller bir ise;

Bırakın; en kolay, en külfetsiz yolla hayata atılsınlar. Hayat boyu el ele, ne eksikse birlikte tamamlasınlar.

“Şunu da isterim, bunu da isterim!” diye tutturan gelinler, anneler, kayınvâlideler; yangına körükle giden teyzeler, halalar, yengeler…

Unutmayın ki;

Kıydığınız çocuklar sizin kendinizin, sizin ciğerpâreniz, evlâtlarınız, sizin yeğenleriniz… Onların ve kendinizin mutluluğuyla oynamayın!..

Sonra şunu da düşünün:

Sen kızını vermişsin veya oğluna gelin almışsın. Artık bu insanlarla hısım-akraba olmuşsun. İsteyip zorladığın şeyler; o ailenin belini bükerse, sen kendi evlâdının geleceğine zarar veriyorsun demektir.

Senin kızın ise, onun da hanımı olacak. O; hanımına ne lâyıksa, ne lâzımsa almaz mı? Niye esirgesin? Niye bu tevekkülsüzlük, ne bu itimatsızlık?

Yok, eğer alamıyorsa bunu da en iyi senin anlaman, senin kabul etmen lâzım. Sabretmen lâzım. Onları borca, harca ve zarara sokmaman lâzım.

Âdetler, kıyaslar;

«Filâncalar yaptı, biz filâncadan eksik miyiz?» gibi ahmakça değerlendirmeler ne kadar boş!.. Ne kadar mânâsız!..

Rızkı veren Allah. Saâdeti verecek olan da Allah!.. Sen Cenâb-ı Allâh’ın ve Peygamberimiz’in emirlerine kulak ver.

«O, benim en güzel örneğimdir.» diyorsun. Bir bak bakalım; O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendi hanım veya kızlarına ne hazırlayabilmiş?

Damatlarına hangi maddî hususları şart koşmuş?

Aksine Peygamberimiz buyurmuş ki:

“Nikâhın hayırlısı, külfetsiz olandır.” (Ebû Dâvud, Nikâh, 32)

İşte Hazret-i Fâtıma’nın çeyizi:

1. Üzerinde namaz kılınacak güzel bir seccade,

2. Üç adet üzerine oturulacak minder,

3. İçi hurma kabuğu lifleriyle doldurulmuş yastık,

4. Buğday öğütecek el değirmeni ile su tulumu, su testisi, su bardağı,

5. Değirmende öğütülmüş buğdayın kepeğini ayırmaya yarayacak bir elek,

6. Elle örülmüş bir battaniye, havlu,

7. Sedir, yani divan,

8. Kadife yorgan,

9. Yere serilecek sofra…

Hepsi bu!..

İşte külfetsiz evlilik…

Zamanımızın gençlerine; ne asr-ı saâdetteki kadar ne de bizim şartlarımız kadar zorlusunu tavsiye ediyor değiliz. Fakat, muvâzeneyi şaşırmamak lâzım. Zorlaştırmamak lâzım. İsrafa, lükse, gösterişe ve moda gibi ahmaklıklara düşmemek lâzım.

Sünnet olan velîmeyi; akrabaya, eşe-dosta ikram edip, duâlarla, huzur ve saâdet içinde dünyaevine girmek gerek. Kimsenin sözüne, haddinden fazla aldırış etmemek lâzım. Her lâfa-söze kapılmayıp, her tenkidi, mantık ve hakikat süzgecinden geçirmeden kabullenmemek lâzım. «Onun-bunun dediği olsun.», «Benim dediğim olsun.» diye kahrolmamalı; sadece ve sadece; «Allâh’ın dediği olsun, Hazret-i Peygamber’in söylediği ve yaşadığı gibi olsun.» diyerek huzur ve şükür cennetine adım atmalı.

Rabbimiz, cümlemizin evlâtlarına hayırlı evlilikler ve hayırlı zürriyetler ihsan eylesin. Nesillerimizi, huzur ve mutluluk içinde yetişen, İslâm’ı en güzel şekilde yaşayıp iki cihan saâdetine erişen bahtiyarlardan eylesin.

Âmîn…