KAYBOLAN ÇOCUKLAR

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

–Açılın! Açılın! Acil vak‘a!

–Hemen ameliyathâneye alalım!

–Baş üstüne doktor bey!

–Evet, ne olmuş? Hızlıca anlatsın biri bana?

–Kendisi inşaat ustası imiş, dördüncü kattan sert zemine düşmüş. Boyun, göğüs kafesi ve kalça kemiklerinde kırıklar ve bu kırıklara bağlı travmalar…

–Anlaşıldı. Herkes vazife başına. Hemen bir röntgen istiyorum…

Hanımı, çocukları ve haberi olan akrabaları soluğu hastahânede almışlardı. Herkeste meraklı bir bekleyiş…

Mehmet Usta ameliyata gireli beş saat kadar olmuştu. İçeriden gelecek bir haber; yüreklere su serpebileceği gibi, yürekleri hüzne de boğabilirdi. Mehmet Ustanın en küçük çocuğu annesine usulca yaklaştı:

–Anne, babam ölecek mi?

–Allah bilir yavrum, Allah bilir. İnşâallah onu bize bağışlar. Ama doktor amcaların, şu an baban yaşasın diye uğraşıyorlar. Biz duâ etmeye devam edelim kuzum, gel haydi.

Mehmet Usta; mahir bir inşaat ustası, mütevâzı bir ev reisi idi. En büyük zenginliği, kanaati ve bakmaya kıyamadığı çocukları idi. Bugüne kadar kimseyle tartıştığı, bile bile kalp kırdığı vâkî değildi.

Hanımı da ehl-i takvâ bir ev hanımı idi. Bu kazanın kendileri için bir imtihan olduğunun şuurunda idi ve muvâzeneyi bir an olsun elden bırakmadı.

Ameliyat bitmiş, doktor çıkmıştı. Herkes doktorun söyleyeceklerine odaklanmıştı. Doktor; Mehmet Ustanın vücudunda çok ciddî kırıkların olduğunu, iyileşmesinin bir hayli zaman alacağını ve bir daha bu işe geri dönemeyeceğini söyledi. Ama kritik durumu atlattığını söyleyince herkes derin bir nefes aldı.

Herkes Leylâ Hanım’a ve çocuklarına geçmiş olsun dileklerini iletip ufak ufak müsaade almaya başladı. Leylâ Hanım, herkese teşekkür ederek evlerine uğurladı. Eşi gözünü ilk açtığında yanında olmak istiyordu ve bir an olsun yanından ayrılmadı.

Mehmet Usta kendine geldiğinde, hanımını başında görünce çok mutlu oldu. Ameliyatın ağırlığından olacak ki bir müddet konuşamadı bile. Toparladığında;

“–Hanım şu an kolum kalkıyor mu?” diye sordu.

Hanımı bozuntuya vermedi:

“–Bir hareket oldu; ama çok ciddî kırıkların varmış. Doktor kesinlikle hareketsiz kalmanı tembihledi.”

Mehmet Usta bir hafta kadar sonra, evde istirahat etmek üzere taburcu edildi. Onun için hayatın seyri değişmişti. İyileşip de kendini ayakta tutacak gücü hissettiğinde ilk işi, kendine bir helâl rızık vesilesi aramak oldu. Önceki işyerinden; geçirmiş olduğu kaza sebebiyle, malûlen emekli olmuştu. Lâkin emekli maaşı, çocuklarının eğitimine ve evinin geçimine yetecek kadar değildi. Hâl böyle olunca kendince yapabileceği işler noktasında istişârelerde bulundu. Çevresinden gelen yönlendirmeler ve karşına çıkan fırsatlar neticesinde, kendisini bir lisenin güvenlik kulübesine buldu.

Okulun müdürü, vazifelerini sıralarken bir hayli kat‘î ve kısa konuştu. Söylediklerine bakılırsa vazifesi tahmin ettiğinden daha kolay görünüyordu. «Bismillâh!» deyip vazifesine büyük bir iştahla ile başladı; lâkin bir şeyler arzu ettiği gibi gitmiyordu. Her gün onlarca çocuk ısrarla okuldan kaçıyordu. Mehmet Usta, bu çocukların bir şekilde isimlerini listeledi ve okul müdürüne götürmeye karar verdi.

Çocuklar derse girince önünü ilikleyip müdürün kapısına yaklaştı. İçeride hararetli ve neşeli bir alım satım mevzusu vardı. O çevrede hiç de tekin bilinmeyen mafyavârî bir adam, müdürle çok samimî bir şekilde konuşup gülüşüyorlardı.

Müdür bey, Mehmet Ustayı görünce ciddîleşti, hattâ suratı asıldı. Sonra listeyi eline aldı ve şöyle bir göz gezdirdi. Canının sıkıldığı belliydi. Sanki isteği dışında bir refleksle netâmeli misafirine de bir baktı. Sonra Mehmet Ustaya dönüp;

–Bunlar bizim harcımız değil! Biz kapıdaki işimize bakalım. Biz ne yaparsak yapalım, okuldan kaçmaların önüne geçemeyiz. Sen kapıdan giren-çıkana dikkat et! Sana liste vs. diye bir vazife vermedim. Bak şu anda kapıda değilsin, hadi bakalım!..

Mehmet Usta bu duruma çok üzülmüştü. Müdür beyden daha ciddî bir alâka bekliyordu. Onun bu hâli Mehmet Ustayı çok endişelendirmişti. Aradan birkaç gün geçti, müdür bey hâlâ mevzunun çözümüne dair bir adım atmamıştı. Usta, kendince bu çocukları uyarma yoluna gitti ve bir gün delikanlıları tam kaçarken yakaladı ve babacan nasihatlerde bulundu; ama anlayan kim? Çocukların bir de dalga geçmesi yanına kâr kaldı.

Mehmet Usta çok üzülmüştü, sonuçta kendisi de bir babaydı ve kendi evlâdının böyle umarsızca göz ardı edilmesine asla râzı olmazdı.

Bir gün yeğenini yanına çağırdı ve kendisine yardım etmesini istedi. Yeğenini güvenlik kulübesine bırakarak yine çocukların okuldan çıkışını takip etti ve çocukların peşine düştü. Bir müddet çocukları takip etti; lâkin birkaç sokak ileride bir hurdalıkla inşaatın arasında çocukların izini kaybetti. Etrafta bir kaç tur atsa da liseli gençleri bulamadı. Ama çok uzakta olmadıklarından emindi. Boynu bükük geri döndü. Yeğeni onu böyle görünce sordu:

–Dayı! Hayırdır, bu ne hâl böyle?

–Sorma evlât! Çocukları kaybettim; ama şüphelendiğim bir şey var. Emin olamadığım için çaresiz geri döndüm. Yarın da gelip bana yardım eder misin?

–Elbette dayı, ne demek!

–Allah râzı olsun evlât. Peki, sabah ola hayrola inşâallah.

Ertesi gün Mehmet Ustanın yeğeni tekrar yardıma gelmişti; yalnız bugün müdür bey erkenden ustayı yanına çağırdı ve uyardı:

–Mehmet Efendi! Bana sormadan yerini başkasına bırakıp yerinden ayrılamazsın!

Mehmet Usta çok keskindi:

–Müdür bey! Ben bu çocukların bu hâlinden çok rahatsızım ve buna göz yummak istemiyorum. Sizin de bu konuyla yeterince ilgilenmediğinizi düşünüyorum. Siz bilirsiniz; ama ben bu çocukların ne yaptığını bulacağım.

Müdür bey buna çok sinirlenmişti:

–Sana ne diyorsam onu yap! Geç işinin başına ya da bu işi bırak git!

Mehmet Usta, bu tavır üzerine işi bırakmayı düşündü; ama müdür beyin bu tavrından çok işkillendi. Bu işin ardında ne var ne yok bulmaya kararlıydı. Vazife yerine döndüğünde olan biteni yeğenine anlattı.

Yeğeni:

–Dayı sana sonuna kadar destek olurum; ama bu uğraşın kıymeti bilinmezse sence neye faydası olur?

–Haklısın evlât, bir benden ne olur ki? Aslında bu yarı canımla ben de buna çok cesaret edemiyorum; ama bu işte bir iş var!

Dayı-yeğen hararetli bir şekilde bu işi tartarken, gözü yaşlı bir kadın okulun kapısına geliverdi:

–Güvenlikçi ağabey! Bir görüşebilir miyiz?

–Hayırdır inşâallah bacım, buyur.

–Ağabey, benim çocuğum bu okulda okuyor. İki gündür eve gelmedi. Bu da fotoğrafı… Allah rızâsı için yardımcı olursan çok memnun olurum.

Mehmet Usta çocuğu tanımıştı. İsmini defalarca müdür beye götürdüğü Yusuf’tu bu.

–Ne diyorsun bacım sen? Peki, iki gündür neredesin?

–Sorma! Babasına söyledim; ama o da hayırsızın teki. Hiç dönüp ilgilenmedi bile. «Yolsuz kalınca gelir!» deyip kestirip attı. Ne bileyim, siciline işlenmesin diye polise de gidemedim. Ben de kadın başıma…

Kadıncağızın polise gidemeyişinden, oğluna güvenemediği belliydi.

–Bacım, sen bu fotoğrafı bana bırakır mısın?

–Elbette ağabey.

–Numaranı bırak, ben seni arayacağım, inşâallah buluruz delikanlıyı.

Mehmet Ustanın aklına bir fikir gelmişti. Ertesi gün için müdür beyden izin istedi. Kaçan çocukların peşine düşüp ne yaptıklarını öğrenmeye kararlı idi. Özellikle son günlerde bu çocuklar, okul çıkışında geri dönüyor ve oradan evlerine gidiyorlardı; ama üzerlerindeki acayip koku, onu bir hayli meraklandırmıştı. Ertesi sabah, okulun başlangıç saati ile kendince tebdil-i kıyafet okul girişinde mevzî aldı. Yine aynı çocuklar okuldan kaçtılar. Onları sıkıca takip etti ve hurdalık ile inşaatın yan yana olduğu sokağa girdiklerinde çocukların hurdalık tarafında bir yere girdiklerini gördü. Ameliyatlı hâliyle bir duvara tırmanmak ve tellerin arasındaki daracık bir kesikten geçmek iyice nefesini kesmişti. Fakat ne olursa olsun, bu işin peşini bırakmaya vicdanı el vermiyordu. Gizlice onları takip etti ve sonunda onları buldu.

Liseli kaçaklar, birine yalvarıyorlardı:

–Ağabey bulabildiğimiz parayı getirdik. Çaldık çırptık, yapmadığımız kalmadı. Bütün bulabildiğimiz bu! Ne olur arkadaşımızı bırak! Yoksa ailesi polisi arar, hepimiz yanarız!

–Hayır, asla! Ben onu uyardım; ama kendi kaşındı. Şimdi ikileyin bakalım! Yoksa ne yapacağımı biliyorsunuz! Ha bu arada isterseniz polise gidebilirsiniz. Başınıza ne geleceğini biliyorsunuz!

Tam bu sırada Mehmet Ustanın hiç beklemediği bir şey oldu. Bir araba hızla oldukları yere doğru geldi ve hurdalığın ortasında durdu. Bu adam, müdürün odasında gördüğü kişiydi. Mafya dizilerini aratmayan tavır ve hareketlerle arabadan indi. Diğerleri ona saygı duruşuna geçtiler. Önce bir süzüp sonra çocukları azarlamaya başladı:

–Siz kendinizi ne zannediyorsunuz ulan! Bunu Yusuf tercih etti. Parası yoksa bulaşmayacaktı. Eğer siz de öyle olmak istemiyorsanız ne yapıp edip parayı tamamlayın!

Bu arada çok cılız bir inilti, yardım istiyordu:

–Yardım edin ne olur! Kurban olayım, son bir kez daha…

Öğrenciler ne yapacaklarını bilemediler… Boyun büküp geri döndüler. Mehmet Ustanın zihninde bir sürü şey canlanmaya başladı. Bu adam ciddî ciddî mafya ise, müdürün odasında konuşulan kutlanan şeyler neydi? Müdür de tezgâhın içindeydi demek ki!..

–Vay namussuz herifler! Körpecik çocukların sağlıkları ile gelecekleri ile oynamaya utanmıyorsunuz ha? Biliyordum ardından böyle bir şey çıkacağını! Ok yaydan çıktı müdür efendi, ok yaydan çıktı!

Mehmet Usta, hemen telefona sarıldı ve polisi aradı durumu birkaç dakikada özetleyip suçüstü için bir ekip göndermelerini rica etti. Emniyet yetkilileri de bu çağrıya serî bir şekilde mukabelede bulundular ve karanlık adamlar derdest edildiler. Yusuf’u da hurdalığın altındaki mahzenden çıkarıp hastahâneye götürdüler.

Mehmet Usta; akşam eve gittiğinde olanları hanımına anlatınca, hanımı çekindi:

–Bey! Bu işlere bir başına nereden bulaştın? Kim bilir o müdürün arkasında kimler var? Başına iş aldın? Her şeyi anlatmışsın ama sana güvenip de adamakıllı takip edecekler mi acaba?

Mehmet Usta mütevekkildi:

–Hanım sen duâ et! Yeter! Ben o körpecik çocukların göz göre göre hebâ olmasına müsaade edemem! Yarın Rabbime nasıl hesap veririm? Allah’tan korkarım! Sonuna kadar gideceğim. Biliyorum belki tek başıma bu işi hâlledemem; ama yarın Rabbime verecek bir cevabım olur. Ben de çok iyi biliyorum ki; bu adamlarla aşık atacak çapta değilim… Fakat Allah kerim!

Aradan bir buçuk ay kadar geçmişti. Açılan soruşturmada müdürün uyuşturucu çetesiyle bağlantısı tespit edilmişti. Mafyaya çalışan birkaç kişi vasıtasıyla sahipsiz çocuklar; önce uyuşturucuya alıştırılıyor, sonra da aileden ve okuldan koparılarak uyuşturucu taciri yapılıyordu. Müdür de bu işe göz yumması karşılığında nemalandırılıyordu.

Her şeyin açıklığa kavuşmasında Mehmet Ustanın takibi ve şahitliği büyük rol oynamıştı. Yusuf ve annesi de oradaydı ve sevinç içindeydiler. Hepsi duâlar ediyorlardı. Diğer veliler de toplanmış, gençliğe sahip çıkmak ve kötü alışkanlıklarla mücadele etmek için kuracakları derneğe Mehmet Ustanın başkanlık etmesini istiyorlardı.

Mahkeme çıkışında Leylâ Hanım, beyine tebessümle fısıldadı:

–Sen haklıydın bey; eğer sen o gün yetişmeseydin, bu kadıncağızın çocuğu Yusuf, belki de bugün ölmüş olacaktı. Allah senden râzı olsun. Rabbim senin gönlüne bu işi düşürmüş, sen de peşine düşmüşsün. Eğer; «Bir benden ne olur?» deseydin, bugün belki bir Yusuf değil başka Yusuflar da bu zalimlerin pençesinde hebâ olup hiçliğe karışmış olacaklardı.

Mehmet Usta huzur içinde cevapladı:

–Rabbim hizmetimizi kabul etsin hanım… Rabbim kabul buyursun! Bir inşaat ustasıyken, gençliğin hayırla inşasına bir tuğla koymaya memur etti Mevlâ bizi… Kırık belimizle, çetelerin belini kırmaya muvaffak kıldı. Şükürler olsun O’na… Hizmetinden ayırmasın!..