İnsanlığı Kurtaracak İksir;
NEBEVÎ AHLÂK

YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Kur’ân-ı Kerim’de;

“Asra yemin olsun ki; insan mutlaka ziyandadır. Ancak îmân edenler, sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (el-Asr, 1-3) buyurulur. İslâm dîninin hulâsası olarak da ifade edilen bu ilâhî beyan; günümüzde insanlığın dûçâr olduğu hüsrana işaret ettiği gibi, bunun sebeplerini de ortaya koyar mahiyettedir. İnsanlık bugün derin hüsranlarla, içtimâî bir cinnetin pençesinde ihtilâçlarla kıvranmaktadır. İlim ve teknolojideki çok büyük ilerlemelere rağmen, o derecede koyu bir câhiliyye karanlığında fıtratından sapmış, istikametini kaybetmiş insan; barış ve huzuru tesis etmesi şartıyla kendisine tevdî buyurulmuş dünyayı, kan ve ateşlere gark ederek yaşanmaz hâle getirmiştir.

Bugün; ahlâkî bir esastan mahrum, dünyevî ihtiraslarla zıvanadan çıkmış sömürgeci batı dünyasının gidişâta hâkim olmasıyla, dünyamız barış ve huzura hasret kalmıştır. «Tarihin Sonu» teziyle, insanlığın ideali olarak gösterilen maddeci batı medeniyeti; kendi insanını rûhen çürüttüğü gibi, estirdiği dünyevî cereyanlarla diriliğini hikmetle kazanmış İslâm âlemine de nüfûz etmiş, gönülleri kurutarak buhranlara sürüklemiştir.

İslâm âlemi, iki asır öncesine kadar mutaassıp batılı seyyahların bile hayranlıkla kaydettikleri rahmet ikliminden uzaklaştı; batıdaki bütün içtimâî hastalıklar bünyesine bulaştı, gıpta edilen fazîletlerini kaybetti, kirlendi. Şiddet, tahammülsüzlük, müsâmahasızlık cemiyetin en bâriz vasıfları oldu; can ve mal emniyeti, önemli ölçüde zaafa uğradı. Ebeveynini doğrayan çocuklar, çocuklarını katleden ebeveynler, bir hiç uğruna birbirlerini öldüren eşler ve yakınlar, bir sigara parası için hayatı söndürülen insanlar… gibi kan donduran cinayetler, vaka-i âdiyeden oldu. Cemiyetin en muhkem kalesi olan aile müessesesi sarsıldı; tecrübelerin paylaşıldığı, karşılıklı saygı ve sevginin huzur neşrettiği an‘anevî aile tipi kayboldu. Çekirdek aile tipini, küçülen yapısıyla bile idâme ettirmek iyice zorlaştı; boşanma nisbetlerinde batı ölçülerine yaklaşıldı. İslâm cemiyetinin timsâli olan «mahremiyet» mefhumu aşındı; hayâ ve iffet hissiyâtı modernlik vehmine fedâ edildi, her türlü sapıklığın «özgürlük»le te’vili yoluna gidildi. Mezhebî ve kavmî asabiyetle çıldırtılmış, sömürgecilerin kuklası terör çeteleri, İslâm ülkelerinin başına belâ oldu…

Kur’ân-ı Kerim’de, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Nitekim; kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size Kitap ve hikmeti öğreten, size bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” (el-Bakara, 151) beyanıyla takdim buyurularak, O’nun mübârek, emsalsiz şahsiyeti de;

“(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Sen yüce bir ahlâk üzeresin…” (el-Kalem, 4);

“(Rasûlüm!) Biz Sen’i âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107)… diye vasfedilir. Nitekim, bu minvalden olarak;

“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı.” (Süyûtî, el-Câmiu’s Sağîr, I, 12) buyuran Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, yine;

“Ben başka bir maksatla değil, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta‘, Hüsnü’l Hulk, 8) ifadesiyle, ilâhî vazifesini hulâsa buyurur.

“Kendini bilen, Rabbini bilir.” buyuruluyor; muhakkak ki, Rabbini bilmeyen kendini de bilmez. Mehmet Âkif, hasretle Rahmet Peygamberi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i bekleyen dünyanın, ıstıraplar içinde yanan hâlini şöyle tasvir ediyor:

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin,
Salgındı, bugün Şark’ı yıkan tefrika derdi.

Câhiliyye karanlığında yolunu kaybedip, kendisine lutfedilen insanlık şerefi ayaklar altına alınan cemiyet, O Hâtemü’l-Enbiyâ’nın teşrîfiyle, bir ruh inkılâbına sahne oldu; şerha şerha yarılan, dikenler saran, yılan-çıyan basan çöl, bereketli yağmurlarla gülistana döndü. Şair Seyrî, zirveler aşan bu müstesnâ seviyeyi;

Çölde yangınları, söndürdü o Gül,
Hem de cennetlere, döndürdü o Gül.

diye belirtiyor.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, îlâhî beyânın tecessüm ettiği mübârek şahsiyetiyle câhiliyye insanını tâlim ve terbiye ederek, her birini «gökteki yıldızlar mesâbesine», rehber insanlar seviyesine çıkarmıştır. Ashâb-ı kiram hazerâtının «En Güzel Örnek» olan Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’le, kâ‘bına varılamaz aynîleşme gayretidir ki, kendilerini ümmetin en üstünü kılmış; câhiliyye bataklığından kurtarıp, müstesnâ «asr-ı saâdet»i yaşatmıştır.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıtmazsınız. Allâh’ın «Kitâb»ı ve Rasûlü’nün «Sünnet»i.” (Muvatta‘, Kader) buyuruyor. Nitekim bu vasiyete sâdık kalınan asırlarda, sadâkat nisbetinde, insanlık «asr-ı saâdet» meltemleriyle huzura kavuşturulmuş, adâletle buluşturulmuştur. Dünyamız bugün barbar sömürgeci güçlerin elinde, o zamanki câhiliyye devrini fersah fersah geride bırakan bir karanlığı yaşıyor. Mekke müşriklerinin inat ve taassubunu taşıyan bu güçler, zulümâtı kaldıracak nûru engellemek için her çareye başvuruyorlar. En önemli hedefleri de, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek vasiyeti. Bahis mevzuu ilâhî kaynaklar hakkında akla uygun bir itirazda bulunamayan bu mihraklar; aynen Kureyş müşrikleri gibi karikatürlerle, alaylı yazılarla, -hâşâ- onları insanların gözünde küçük düşürmek ahlâksızlığını irtikâp ediyorlar. Şüphesiz, yine onların tâlimatlarıyla bir barış ve huzur dîni olan İslâmiyet’i, terör dîni olarak göstermek için çırpınanlarla, -hâşâ- peygambersiz bir İslâm dîni ihdas etmeye çalışanlar da bu cümledendir.

Nebevî ahlâk, insanlığı kurtaracak iksirdir. Müslümanlar, bu modern(?) câhiliyyeden kurtulup, yeniden dünya ve âhiret saâdetini kazanacak istikameti tutturmak için; Kur’ân-ı Kerim ve sünnet-i seniyyeye sarılmak, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ve selef-i sâlihîn hazerâtının izinden giderek diğergâmlık, sevgi, merhamet, şefkat, vefâ, müsâmaha… gibi nebevî fazîletleri kuşanıp yeniden dirilmek mecburiyetindedir. Bu, aynı zamanda; mükellef olunan mazlumlar âleminin kurtuluşu ve bütün insanlığın saâdete kavuşması için de bir vecîbedir.