İMAM-HATİP NESLİNİN
CELÂL HOCASI

YAZAR : Ömer Sami HIDIR samihidir@gmail.com

Yeni bir tâlim-terbiye döneminin başındayız ve yine gündemimizi; müfredat, imam-hatip okulları, ücretli eğitim yahut eğitim ücretleri hususundaki tartışmalar meşgul ediyor. Herhâlde insanımız yetiştirdiği gençlerden ve hattâ kendinden memnun değil ki; bu tartışmalar, II. Mahmud zamanındaki ıslahatlardan bu yana her dönem başı yapılıyor ve neticesinde eğitim sistemimizde birtakım değişikliklere gidiliyor.

Sonuç ne derseniz; iki asırdır gençliğinin önemli bir kısmını batılılaşma zehrine kaptırıp; şucu-bucu yapıp bir türlü millî ve mânevî değerlerine bağlı yapamayan, fennî ilimlere yönelirse içtimâî, içtimâî ilimlere yönelirse fennî ilimleri ihmal eden, uyuşturucudan, bağımlılıktan, suç ve ahlâksızlıktan alıkoyamayan bir eğitim sistemimiz var hâlâ. Devletimizin ilelebet pâyidar kalmasını istiyorsak bu tabloya bakıp da; umutsuzluğa kapılma yahut; «Bir kısmı da böyle olsun, ne yapalım!» deme lüksümüz de yok. “Esbâba tevessül, zâhire riâyet…” kaidesince elimizden geleni yapmakla mükellefiz. İşte bu noktada; «Bir kişiden ne olur? Ben ne yapabilirim ki?!.» gibi abes sualleri ortadan kaldıran misaller de var tarihimizde. O misallerden birisi de ilk dönem cumhuriyet devrinin baskısını sonuna kadar hissetse de, gayretiyle neredeyse tek başına bir neslin kaderini değiştiren, Celâl Hoca nâmıyla bilinen Mahmut Celâleddin ÖKTEN’dir.

Cumhuriyetin ilânından sonra tekke, zâviye ve medreseler kaldırılarak din ve mâneviyat eğitimi sadece devletin kontrol ettiği bir alan hâline getirildi. Devletin açtığı imam-hatip okulları otuzlu yıllarda tek tek kapatılınca bu alanda büyük bir boşluk meydana geldi. Zamanın İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi TANRIÖVER’in 1947 senesi CHP kongresinde anlattığı şu hâtırası, vaziyetin vahâmetini çok net bir şekilde ortaya koyuyordu:

“Parlamentodaki tartışmadan bir gün sonra, altı parlamento çalışanı yanıma geldi ve; «Altı köye hizmet veren yalnızca bir imam var. İmam onları yıkayıp gömünceye kadar cesetleri günlerce muhafaza etmek mecburiyetinde kalıyoruz. Eğer bize daha fazla imam göndermezseniz, ölülerimizin cesetleri hayvanlarınki gibi açıkta çürüyecek.» dediler.”

Çok partili siyasî hayatın başlamasıyla iktidarı zora giren CHP, 1947 senesinde imam-hatip yetiştirmek üzere okullar açılmasını kabul eder. Bu okulların taslağını oluşturması vazifesi de Celâleddin ÖKTEN’e verilir.

CELÂL HOCA KİMDİR?

Mahmut Celâleddin ÖKTEN 1882 senesinde Trabzon’da doğdu. Baba tarafından Gürcüzâdeler olarak bilinen, dînî ilimler alanında isim yapmış köklü bir aileye mensuptur. Dört yaşında iken babasını, kısa bir süre sonra da annesini kaybetmiştir. Babaannesinin himayesinde büyüyen Celâleddin ÖKTEN; küçük yaşta hâfızlığını tamamlamış, ilk eğitimini de Trabzon’da almıştır. Tahsil için İstanbul’a giden Mahmut Celâleddin önce Dârülmuallimîn-i Aliyye’yi sonrasında da Dârülfünûn Edebiyat şubesini bitirerek hem edebiyat hem de felsefe diploması almış oldu. Memuriyete İstanbul Sultânîsi Arapça muallimliğiyle başladı. İlmî salâhiyetinin yanında öğretmenliğine güç katan hitabeti sayesinde kısa sürede «Celâl Hoca» olarak şöhret buldu.

Celâl Hoca, 1925’te İstanbul İmam-Hatip Mektebi Arapça muallimliğine tayin edildi. Bir müddet sonra «Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu»nun aleyhinde konuştuğu iddiasıyla açığa alındıysa da yapılan tahkikat neticesinde vazifesine iade edildi. Ardından da İstanbul Sultânîsi Arapça muallimliğine geçti. Harf inkılâbından sonra Arapça derslerinin kaldırılması üzerine, okulun Türkçe hocalığını üzerine aldı. Uzun yıllar İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe, edebiyat, felsefe ve mantık dersleri okuttu. Vefa Lisesi’nde felsefe hocası iken 1947 yılında emekliye ayrıldı.

Emekliye ayrıldıktan sonra kendisine verilen imam-hatip okullarının taslağını oluşturması vazifesi onu heyecanlandırmıştı. Celâl Hoca kendi ifadeleriyle;

“Asrın ihtiyaçlarını müdrik, doğuyu ve batıyı bilen; münevver, aydın desinler diye dinden taviz vermeyen; dindar desinler diye de dinden taviz vermeyen; tavizsiz fakat müsamahakâr bir gençlik…” yetiştirmek istemekteydi. Bunun için içi fennî ve dînî ilimlerle dolu 7 yıllık bir imam-hatip okulu taslağı hazırladı. Lâkin halkın seçimlerde bir nebze desteğini almak için okulu açma sözü veren CHP iktidarı işi sürüncemede bıraktı. Taslak iki sene komisyondan komisyona gezdi. 1949 senesinde CHP iktidarı; bir okul değil, on ay eğitim veren, bitirene herhangi bir diploma yahut resmî vazife verilmeyen bir kurs açılmasına karar verdi. İstanbul’da açılan imam-hatip kursunun müdürlüğüne de Celâl Hoca getirildi.

Celâl Hoca açılan kursun yapısından hiç memnun olmasa da kursun kapanmasına gönlü râzı olmadı. Bu sebeple kursiyer sayısının yeterli miktara ulaşması için sokaktan geçen hamalları dahî günlük kazandıkları ücretleri vererek tuttu ve kursun açık kalmasını temin için yeterli kursiyer bulundurdu.

YETER! SÖZ MİLLETİN!

1950 senesinde DP; «Yeter! Söz milletin!» sloganıyla iktidara gelince, imam-hatip okullarının açılması mevzuu tekrar Maârif Vekâleti’nin gündemine geldi. Bunu bir fırsat olarak gören Celâl Hoca, Yeni Maârif Vekâleti Reisi Tevfik İLERİ’ye ulaştı ve ona hazırladığı 7 senelik imam-hatip okulunun taslağını sundu. Celâl Hoca’dan çok etkilenen Tevfik İLERİ, onu Adnan MENDERES’le görüştürdü. Adnan MENDERES’in de taslağı kabul etmesiyle, imam-hatip okulunun açılması için ilk adım atılmış oldu.

Maârif Vekâleti ve Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanlarından bir komisyon oluşturuldu. İktidar değişmiş olsa da bürokratların fikrî yapıları değişmemişti. Bu sebeple Celâl Hoca’nın komisyonla olan günleri mücadele içinde geçmiştir.

Kendi ifadesine göre; kimi zaman, bu okulların müfredatına yabancı dil, sosyoloji, felsefe, fizik, kimya gibi derslerin konulmasına karşı çıkan diyanetin hocalarıyla; kimi zaman da, bu okullarda Arapçanın ders olarak yer almasına karşı çıkan, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe tercümesini ve Lâtin harfleriyle yazılan kitaplardan okutulmasını isteyen bakanlıktan gelen bürokratlarla mücadele etmiştir. Komisyonun menfî tutumuna karşı, Tevfik İLERİ’nin kararlılığı sayesinde 1951 senesinde Celâl Hoca’nın istediği şekilde imam-hatip okullarının açılmasına karar verildi.

Celâl Hoca İstanbul’a döndüğünde İstanbul Maârif Müdürü kendisini çağırdı. Ankara’dan imam-hatip okulunun açılması için emir geldiğini, lâkin ellerinde bina ve tahsisat olmadığı için bunun mümkün olmadığını söyledi. Bu işten vazgeçmesi söylense de Celâl Hoca yılmadı. O dönem yeni kurulan İlim Yayma Cemiyeti’ne müracaat edip desteklerini istedi. Cemiyetin sağladığı imkânlarla Fatih Zeyrek’te bir bina satın alınarak eğitime başlanacağı duyuruldu.

İmam-hatip okullarının açılması bütün memlekette heyecana sebep oldu. Sadece İstanbul İmam-Hatip Okulu’na çoğu hâfız 200 kişi kayıt yaptırdı. Celâl Hoca, çoğu fakir ve yatacak yerleri olmayan talebeleriyle tek tek ilgilendi. İlim Yayma Cemiyeti’nin de desteğiyle yatacak yerleri, iâşeleri ayarlandı.

Türkçe, matematik, kimya gibi meslek derslerinin hocaları bakanlık tarafından atansa da fıkıh, hadis, kelâm gibi dînî ilimlerin hocaları atanamaz. Çünkü devlette yirmi senedir dînî eğitim veren herhangi bir okul ve yetişmiş hoca yoktur. Bunun üzerine Celâl Hoca, Osmanlı döneminde yetişmiş ilim sahibi hocaları tek tek dolaşarak onları okula çağırır. Ali Rıza SAĞMAN, Hasan Basri ÇANTAY, Ömer Nasuhi BİLMEN, Yaman Dede, Abdurrahman Şeref GÜZELYAZICI, Nurettin TOPÇU ve Mahir İZ gibi büyük hocalar, Celâl ÖKTEN’in davetine icâbet ederek okulda dersler vermeye başlar.

Devlet tahsisat vermediği için okulun eksikleri çoktu. Yetmişli yaşlarına gelmiş olmasına rağmen Celâl Hoca bu eksikleri kendisi kapatmaya çalışırdı. Hattâ hademe olmadığı için tuvaletleri dahî kendisi temizlerdi. Nurettin TOPÇU; bir gün Celâl Hoca’yı, tuvaletleri temizlerken görünce;

“–Hocam birkaç öğrenci çağırsaydınız da onlar yapsalardı bu işi!” der.

Celal Hoca ise;

“–Ben talebelerime okul yıllarında tuvalet temizledik dedirtmem.” diyerek karşılık verir.

Nurettin TOPÇU, hem hocası hem de arkadaşı olan Celâl Hoca’yı şu şekilde anlatır:

“Eğer bütün maddî imkân ve şartları, destekleyici hüsn ü niyetlerle birlikte kendisine verilmiş olsaydı, Celâl Hoca hayatının son yıllarında dahî İslâm dînini medeniyet âleminde 20. asır cemiyetini yaşatabilecek bir seviyeye yükseltici inkılâbı yapmaya muktedir bir mütefekkirdi. Vesikaların sıhhatini yoklamaya muktedir ihâta ile sahip olduğu yüksek terkip kabiliyetini kendinde birleştiren onun gibi ilim ve din adamını, değil memleketimizde, hattâ İslâm dünyasının ufukları arasında tasavvur edemiyorum.”

“Derse gelmediğim gün cenazeme gelin.” diyen Celâl Hoca; «kimi zaman elinde süpürgeyle temizlik, kimi zaman tamirat yaptı, çoğu zaman da tahta karşısına geçip öğrencilerine ders anlattı.» Neticesinde; Türkiye’nin dînî, ilmî, kültürel ve içtimâî hayatında çok ehemmiyetli yerleri olan isimleri yetiştirdi. Açılmasına önderlik ettiği imam-hatip okullarından toplumun çehresini bir nebze değiştirecek nesiller yetişti. Bugün Reîs-i Cumhurumuz dahî o okulların bir meyvesi.

İmam-hatiplerin açılmasında emeği olan diğer bir isim zamanın Maârif Vekâleti Reisi Tevfik İLERİ, Samsun’da yaptığı bir konuşmasında bu okulların ehemmiyetini şu şekilde anlatıyordu:

“Biz sadece bu memlekette baraj, liman, iskele yapmadık. Biz sadece bu memlekette yol, köprü, fabrika yapmadık. Biz sadece bu memlekette köylüye içecek su, köylüye yiyecek buğday temin etmedik. Biz aynı zamanda, bu milletin bekāsı için, ilelebet pâyidar olması için lâzım olan mânevî gıdayı da Türk çocuklarına vermek yolunu aradık, bulduk; imam-hatip mekteplerini biz açtık!..”

Bu ülkede, yapılan hiçbir iyilik karşılıksız kalmadığı (!) gibi, DP’nin bu hizmetleri de karşılıksız kalmadı ve bedelini 1960 darbesiyle ödediler. Adnan MENDERES idam edilirken Tevfik İLERİ ömür boyu hapse mahkûm edildi. Bir sene sonra vefat etti.

Son senesi baskılar altında geçse de Celâl Hoca, «hocalık» vasfından vazgeçmemiş, sıhhati kötüleşene kadar derslerine devam etmiştir. Celâl Hoca 21 Kasım 1961’de vefat etti, Edirnekapı Şehitliği’ndeki aile kabristanına defnedildi.

Mekânı cennet olsun!..