İlim, Fedâkârlık, Kurban HAKK’A YAKLAŞMAK İÇİN

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

muhammet_ali_esmeli-yuzakidergisi-eylul2015

İnsanoğlu, rûhâniyet ve nefsâniyet arasında imtihan edilen varlık.

Hangi tarafa meylederse, ona göre şekillenen ve her şeyi ondan ibaret hâle gelen bir varlık.

Dolayısıyla;

Hakk’a yaklaştıkça; hakkaniyetli, şefkatli ve merhametli. Hakk’a yaklaştıkça; adâletli, fazîletli ve kerem sahibi. Hakk’a yaklaştıkça; akıllı, basîretli, idrak ve mânâ ehli. Hakk’a yaklaştıkça; şuurlu, şerefli ve izzetli. Hakk’a yaklaştıkça; muhterem, mübârek ve kıymetli. Hakk’a yaklaştıkça; ancak sağlam bir mü’min, dirâyetli bir şahsiyet ve gerçek bir insan!

Fakat;

Hakk’a uzak düştükçe de türlü haksızlıkların kaynağı, acımasız ve kalpsiz. Hakk’a uzak düştükçe; zalim, tıynetsiz ve vahşî. Hakk’a uzak düştükçe; ahmak, âmâ, anlayışsız ve mânâsız. Hakk’a uzak düştükçe; şuursuz, paçavra ve zelil. Hakk’a uzak düştükçe; vicdansız, gaddar, abus ve değersiz. Hakk’a uzak düştükçe; inancı çürük, karakteri bozuk ve insanlığı sahte.

Bu bakımdan Cenâb-ı Hak, emrediyor:

•Ey îmân edenler!

•Allah’tan korkun!

•O’NA YAKLAŞMAYA vesile arayın!

•O’nun yolunda cihâd edin!

(Ancak bunları yaptığınız takdirde);

Siz, umulur ki kurtuluşa erersiniz. (el-Mâide, 35)

Allâh’ın, her insana takdir ettiği bir ümit kapısı var. O ümit kapısına ulaşmak için de mecburî basamaklar var. Ebedî kurtuluşa dair ümit kapısının basamakları âşikâr:

•Îman,

•Allah korkusu ve takvâ,

•Hakk’a yaklaştıracak vesileye sarılmak,

•Allah yolunda cihad, gayret, hizmet.

Kuru kuruya ümit yok. Ümit bunlara bağlı. Kim bunlara riâyet ediyorsa, ona ümit kapısı ardına kadar açık. Kim bunlara riâyet etmiyorsa, ona da ümit kapıları açılmayacak şekilde kilitli.

Bunlar;

Ebedî kurtuluşun reçetesi. Hakk’a yaklaştıran basamaklar. Allâh’a yakınlık ölçüleri.

Kaldı ki, şu her yönüyle çileli, ıstıraplı ve meşakkatli bir gurbet diyarı olan dünyada, insanoğlu; bir vuslat yolcusu olarak, her açıdan kendisini Hakk’a yaklaştıran adımlara, basamaklara, geçitlere, kapılara, gönüllere ve rehberlere, yani vesilelere muhtaç.

Çünkü dünya, ne kadar zulümle de dolsa, hastalıkla da dolsa, günahla da dolsa, felâketle de dolsa, rezâletle de dolsa, ârif olan kullar bilirler ki;

Her derde derman olacak bir vesile var; onu arayan, hikmete mazhar olur.

Her zulmü def edecek bir vesile var; onu arayan, adâlete ulaşır.

Her hastalığa şifâ olacak bir vesile var; onu arayan, sıhhat bulur.

Her günahkârın affı için bir vesile var; onu arayan, rahmete nâil olur.

Her felâketten kurtarıcı bir vesile var; onu arayan, selâmete kavuşur.

Her rezaleti bertaraf edici bir vesile var; onu arayan, haysiyet ve fazîleti elde eder.

Mesele;

Hakk’a yaklaştıracak vesileyi aramak, bulmak ve sarılmak.

İlimde, ibâdette, kullukta, kurbanda, her meselede Hak bunu emrediyor. Bu formülü gösteriyor insanlığa. O’na yaklaşmamız ve böylece kulluk makamında gerçek bir insâniyet hüviyetiyle ebedî kurtuluşa mazhar olmamız için.

İlâhî tâlimat:

Her mevzuda Hakk’a yaklaştırıcı vesileyi ara!

Öyleyse bir ömür aramalı:

Kulu Rabbinden uzaklaştırıcı sayısız tuzakların harman olduğu dünyada, Hakk’a yaklaştıracak olan nedir?

Bizleri çeşit çeşit yönlere her taraftan kuvvetle çeken yığınla insanlar arasında, Hakk’a yaklaştıracak gerçek vesile hangi insandır?

Beyinlere güve gibi girmeye çalışan onca kütüphaneler dolusu kitaplar içinde, gönülleri ve idrakleri Hakk’a yaklaştıracak olan hangi kitaptır?

Zulümler, vahşetler, cinayetler, felâketler ve amansız mücadeleler ortasında, Hakk’a yaklaştıracak vesile nedir?

Ümmet-i Muhammed arasındaki düşmanlıkları bertaraf ile onları bir binanın tuğlaları gibi sağlam kardeşler hâlinde Hakk’a yaklaştıracak olan vesile nedir?

Vesile?

Bazen küçük bir hayırlı amel.

Bazen bir tek kelime.

Bazen sadece bir tebessüm.

Bazen yalnızca bir lokma.

Bazen bir bakış.

Vesile?

İllâ, Hazret-i Kur’ân. Onun ahlâkı, emir ve yasaklarına riâyet.

İllâ, yüce rehberimiz olan Hazret-i Peygamber ve O’nun şahsiyetini temsil eden Hak dostları.

İllâ, İslâm’ı yaşayışta takvâ ölçüleri.

Vesile?

Bütün mahrumları, mazlumları, muhtaçları, yetimleri ve kimsesizleri kuşatan bir merhamet ve şefkat rûhu.

Öldürmeye geleni bile diriltecek bir kardeşlik şuuru.

Her hususta fazîleti tercih eden bir kulluk ufku.

Vesile?

Allah yolunda cihad, hem düşmana karşı, hem de nefsimize karşı.

Vesile?

Neslimizi ezelî aslımız çerçevesinde ilâhî istikamette yetiştirmek.

Vesile?

Allah için namaz kılmak.

Allah için kurban kesmek.

Allah için infak etmek.

Vesile?

Tertemiz bir gönül.

Tertemiz bir secde.

Tertemiz bir vuslat.

İşte bunlar;

Allâh’a yakınlık sebebi. Hayatın bütün problemlerinin çözümü. Hayrın şer karşısında zaferi. Cehennemi cennete dönüştürecek olan hakikat. Benlik ve kibrin köleliğinden kurtulup da hiçlik ve tevâzu saltanatında ebedî ihtişam…

Bunun için Cenâb-ı Hak buyurmakta:

“Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19)

Nasıl ki bir tohum; toprağa yakınlık ve ona dâhil oluş neticesinde çimleniyor, büyüyor, kocaman ağaç oluyor ve ömür boyu hem sayısız meyveler veriyor, hem de ciğerleri hayat oksijeniyle dolduruyor ise, bir kul da Hakk’a yaklaşma neticesinde bu tecellîleri yaşıyor.

Onun için bütün ârif gönüller, kendilerini Hakk’a yaklaştıracak en küçük vesileleri bile bulunmaz birer ganîmet olarak görmüşler ve en basit fırsatları dahî ayrı bir aşk ve heyecan içinde değerlendirmişlerdir.

İmâm-ı Âzam’ı bir gün elbisesini yıkarken gören birisi bakar ki elbisedeki leke, namaza mâni olacak derecede değil. Merakla sorar:

–Yâ imam! Fetvânıza göre bu namaza mâni değil?

İmam tebessümle cevap verir:

–O fetvâ, bu takvâ!

Çünkü o bahtiyar gönüller;

Kendilerinde kibir, ucub, mağrurluk, şeytânî bahane, dedikodu vesaire kötü ahlâk kirlerini inceden inceye temizlemişlerdi. Onlarda zulüm, haksızlık, mü’minlere husûmet ve gaflet nâmına en ufak bir leke bile yoktu. İlimleri de tertemizdi, yaşayışları da tertemizdi, muameleleri de tertemizdi, eğitimleri de tertemizdi, bu uğurda fedâkârlıkları da tertemizdi, kurbanları da tertemizdi, vicdanları da tertemizdi.

Zâhirde ve bâtındaki bütün temizlik ölçüleri de sadece takvâ idi.

Çünkü onlar ilhamını Kur’ân’dan alıyorlardı. Onlardaki bu fazîletli İslâm hüviyetine hayranlık içinde M. Âkif ne güzel söyler:

Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhâmı,
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı!..

Bu şuur içinde İslâm, îmanları her türlü zehirli fikir ve boş felsefelerden muhafaza eder. Muhafaza edilmiş îmanlar da, insanları muhafaza eder. Muhafaza edilmiş insanlar da, memleketleri ve vatanları muhafaza eder. Yine M. Âkif’in ifadesiyle;

Sâhipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır!..

Bu sahip çıkışın sözdeki ifadesinden çok özdeki mahiyeti mühim.

Mahiyetinde çünkü;

Bu sahip çıkış; dînedir, diledir, tarihedir, bayrağadır. Bu sahip çıkış; îman medeniyetinedir, kardeşliğedir. Bu sahip çıkış; neslin de dedeleri gibi evlâd-ı fâtihan olarak eğitiminedir. Bu sahip çıkış; fedâkârlıklar içinde şühedâyadır. Bu sahip çıkış; fazîletleredir, vicdanlaradır, kurbanlaradır. Bu sahip çıkış; dünlere, bugünlere ve yarınlaradır.

Bu sahip çıkış;

Halkadır, Hakk’adır. Hakk’a yakınlık içindir.

Zira Cenâb-ı Hak buyurur:

قُلْ اِنَّ صَلَاتٖ۪ى وَنُسُكٖ۪ى وَمَحْيَایَ وَمَمَاتٖ۪ى لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖ۪ينَ

“De ki (ey Rasûlüm!): «Şüphesiz benim namazım da, diğer ibâdetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.»” (el-En’âm, 162)

İnsan olmanın özü burada.

Yâ Rabbî,

Bu kıvamı nasîb et! Sen’den uzaklardan uzaklaştır. Sadece yakınlara ve Sana yaklaştır! Ancak Sana yaklaştıran vesilelerle yaşat!

Âmîn…