İKİ KAŞ ARASI

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

fatih_garcan-yuzakidergisi-eylul2016

–Hayırlı sabahlar Müdür Bey.

–Hayırlı sabahlar muhterem ağabeyim. Buyurun şöyle oturun.

–Teşekkür ederim Müdürüm. Rahatsız etmedim inşâallah.

–Estağfirullah Yahya Ağabey. Ne rahatsızlığı? Niye öyle dediniz? Üzüldüm doğrusu…

–Müdürüm sizi birkaç gündür çok durgun görüyoruz. Doğrusu bazı değişiklikler iki-üç haftaya dayanıyor. Yanlış anlamayın ama birim çalışanları eskisine göre bu hâlinizden çok memnun. Lâkin beni meraklandıran; yıllardır asıp-kesen, burnundan kıl aldırmayan, kolay kolay beğenmeyen Enis Müdür gitmiş yerine lokum gibi bir Enis Müdür gelmiş.

–Eee… Daha güzel değil mi işte? Herkes memnun ise… Problem nedir? Tadını çıkarsanıza!

–Estağfirullah Müdürüm öyle demek istemedim. Ben yıllardır tanırım sizi. Ne kadar sert davransanız da çok insan canlısı birisiniz. Adam gibi adamlığınıza hep denk gelmişimdir. Aksini iddia eden hakka girer vallâhi. Beni meraklandıran; ne oldu da bu kadar kısa sırada böyle bir değişiklik oldu? Haddimi aşmış olmak istemem; ama ben sizde maddî-mânevî çok güzel yansımalar gözlemledim. İnanın ben de bu vesile her ne ise öğrenip hayatıma çeki düzen vermek istiyorum.

–Hayırdır Yahya Bey, nereden çıktı şimdi bu? Övüyor musun? Yeriyor musun?

–Müdürüm, kesinlikle öyle bir hadsizlik niyetim yok! Aslında geçen şöyle bir şey oldu:

Eve vardım, tam o sırada hanımla kapıda denk geldik. Baktım kan-ter içinde kıpkırmızı kesilmiş. Hayırdır falan derken;

“–Hiç sorma bugün çok kötü bir şey oldu.” dedi.

“–Merak ettim, anlat bakalım.”

“–Bugün öğleden önce markete gittim. Market, burun direklerini kırarcasına pis kokuyordu. Duyarlı bir müşteri olarak, market yetkililerini hiyerarşik düzende bir güzel payladım. Neyse oradan terziye uğradım, aynı orası da dayanılmaz bir koku içerisinde. Yılların terzisi Sefer Ağabeyi de münasip bir lisan ile uyardım. Daha sonra fırına gittim. Ne olsa beğenirsin? Yine aynı koku… Söylemeden edemeyeceğim diyerek fırıncı Bayram Ağabeyi de, hiç başına kakmadan elbette, uyardıktan sonra pazara uğradım. İnanır mısın yine aynı koku… Hiçbir alış veriş yapmadan eve dönme kararı aldım.”

“–Eee bunda mahcup olunacak ne var? Belli ki biraz hasta falan oldun. Her koku seni rahatsız etti!”

“–Öyle değil işte! Evin önüne gelip de tam torunu bebek arabasından çıkaracakken bir de ne göreyim? Çocuğun bezi…

Sabah tam hazırlandım pazar-market alış verişe gideceğim. Torunun altını değiştirmek icap etti. Değiştirdim. Çıkarken de; «Nasıl olsa dışarı çıkıyorum, çocuğun bezini evdeki çöpe atıp boşuna evi kokutacağıma giderken yol üzerindeki çöpe atarım»diyerek bezi, bebek arabasının ön kısmına astım. Çıkarken de ablam aradı. Ben de konuşmaya dalıp gittim ve bezi çöpe atmayı unuttum. Akşama kadar her gittiğim yere…”

“–Yapma ya!”

“–Aynen öyle! Kendi eksikliğimden dolayı öyle kalpler kırdım ki üzüntümü tarife kelimeler yetmez. Nasıl kızdım kendime! Bir de herkese bilmiş bilmiş öyle bir akıl veriyorum ki anlatamam… Ben bir daha nasıl bakacağım o insanların yüzüne? Ki terzi ağabey ile fırıncı ağabey galiba meseleyi anladılar da beni mahcup etmemek için tüm söylediklerimi sînelerine çektiler. Çünkü çalışanları onları uyarmak istediklerinde ikisi de ânında susturup tek kelime ettirmediler. Ay nasıl mahcup oldum anlatamam!..”

Derken Müdürüm; hanım bunu hakikaten öyle olduğu için mi anlattı, yoksa bana mı bir şeyler anlatmaya çalıştı bilemedim. Ama bu mevzu, zihnimi allak-bullak etti. Zihnimde çakan şimşekler neredeyse trafoyu yaktıracak bana…

–Vallâhi mevzuyu nereye
bağlayacağını kestiremedim Yahya Bey! Hakikaten bir trafo yanıklığı söz konusu olmuş! Biraz daha farklı yoldan tekrar mı denesen şansını?

–Enis Bey; ben yıllarca gerek iş yerinde, gerek aile, gerek mahalle ortamında hep aksi ve memnuniyetsiz ihtiyar oldum. Milleti acı acı eleştirmekten kendime hiç sıra gelmedi. Neredeyse benim tanıdıklarım arasında olup da ardından kulp takmadığım kimse kalmadı. Ben yıllarca o kirli bez misali kirli bir nefsi iki kaşımın ortasına öyle bir yerleştirmişim ki; insanları hep; “Şöyle kokuyorsun-böyle kokuyorsun!..” diyerek eleştirmişim. Farkında olmadan nice kalpler kırmışım da haberim olmamış. İnsanlar artık bir yerden sonra; “Uğraşmaya değmez!” dercesine bana bulaşmamak adına hep en kestirme şekillerle kaçtılar yanımdan. Aslında insanların çekindiği biri olmak hoşuma gidiyordu. İnsanlara ayar vererek iyi bir şey yaptığımı zannediyordum. Ayar verdiğimi zannediyordum. Gel gör ki bugün yanımda şöyle derin derin dertleşeceğim kimsem yok. Ben aslında insanlarda sadece kendi eksikliklerimi görmüş ve onları eleştirmişim. Şimdi hiçbir ânı geri getirme şansım olmadığı gibi, kalbini kırdığım insanların da gönüllerini alma fırsatım olmayacak. Ama artık ben de kendimden sıkıldım. Kendi şahsiyetime isyan etmek istiyorum; ama onu bile nasıl yapacağımı bilmiyorum! Çok kalp kırdım çok! Ne olur bana yardım edin… İnsanların gözünde görüyorum artık; «Aman bulaşmayın da çeksin gitsin!» ifadelerini… Ve sizde son zamanlarda çok olumlu değişiklikler görüyorum. Ben de sizdeki o değişikliğin sebebine sarılıp sevilen biri olmak istiyorum.

–Yahya Ağabey, bir şey desem alınmazsın değil mi?

–Artık alınmam, söz!

–Ben hiç değişmedim ağabey! İnan bana… Ama senin hayata bakış açın demek ki son iki-üç haftadır değişmeye başlamış. Biliyorsun patronumuz son derece hoşgörülü bir insan. Eğer ben, bana yakıştırdığın gibi; “Yıllardır asıp-kesen, burnundan kıl aldırmayan, kolay kolay beğenmeyen Enis Müdür” olsa idim, eminim beni bir gün bile tutmazdı. Ve o güzel insan, senin için; “Özünde güzel insandır. İşine düşkündür. Sabredin, emin olun bir gün bu sabrınızın meyvesini yiyeceksiniz…” demişti. Tüm birim, seni bilir ve sever. Biz, hepsini unutmaya hazırız. Sen yeter ki bu gerçeği fark etmiş ol. Senin huzurun bizim huzurumuz.

–Hanım eve döner dönmez meseleye uyanmış, ben tabuta beş kala öğrenmişim neye faydası olacak?

–Öyle deme ağabey, olanda hayır vardır. Yalnız yengenin anlattıkları için bir şey diyemem…

–Nasıl yani?

–Hani dedin ya: “Hanım bunu hakikaten öyle olduğu için mi anlattı, yoksa bana mı bir şeyler îmâ etmeye çalıştı bilemedim.” diye…

–Yapma yaa!.. Tufaya mı getirdiniz beni yoksa?

–Estağfirullah ağabey. Sadece senin içindeki tertemiz özü artık herkes görsün istedik.

–Ben bunun hesabını sorardım size ya! Neyse…

–Sormaya hakkın var elbette yalnız seni tufaya getirmedik. Hâdisenin aslı, yengenin anlattığına çok yakın. Mevzudan da bizim hanımın haberi olmuş. Biz de bu meseleyi kalp kırmadan değerlendirmek istedik, o kadar.

–Takdir ettim doğrusu. Benim gibi hata ve eleştiri kabul etmez bir adama iyi ayar oldu. Allah sizden râzı olsun. Yalnız bir mevzuda anlaşalım; sizin işyeri dışında güzel çevrelere takıldığınız belli. Ben o işlerden pek anlamam, anlayamadım. Bana bu hususta yardımcı olur musunuz?

–Zevkle Yahya Ağabey. Emin ol çok duâ edeceksiniz.

–Çok memnun olurum. Allah sizin gibilerin sayısını artırsın.

–Estağfirullah ağabey. Âmîn… İnşâallah, Allah beni bu teveccühüne lâyık eylesin.