HÜZÜN YILININ ÂBİDELERİ

YAZAR : Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Acı büyüktü…

İmtihan çetindi…

Yeri asla doldurulamayacak bir değer, öteler âlemine sefer etmişti.

Hanımlar ve Anneler Sultanı Hazret-i Hatice-i Tâhire-i Tâcire-i Kübrâ -radıyallâhu anhâ- vefat etmişti!

Vahyin merkezi Rasûlullâh’ın evi, hüzün üzerine hüzün yaşamıştı.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın amcalarından Ebû Tâlib vefat etmişti. Rasûlullâh’ın çocukluğundan beri sürekli O’nunla beraber olan bu fedâkâr amcanın, müslüman olmadan ölmesi, Rasûlullâh’ı çok üzmüştü.1

Amcasının ardından Hazret-i Hatice Annemiz’i de kaybeden Rasûlullah -aleyhisselâm-, hüznün en zoruyla karşı karşıya kalmıştı.

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, her şeyi onda bulurdu. Sıkıntılarını hafifleten, müşriklerden gördüğü işkencelerin acılarını gideren, azmini güçlendiren; kendisine sürekli Allâh’ın hoşnutluğunu ve rahmetini müjdeleyen, eve her dönüşünde içten gülümseme ile karşılayıp bütün sıkıntılarına ortak olan, vefâkâr ve fedâkârlıkta örneği görülmeyen sevgili eşini kaybetmişti.

O ev hanımı, evinin hanımefendisiydi…

Ev dediğimiz sadece temellerden, duvarlardan; kapı, pencere ve eşyalardan ibaret değildi. Ev, içinde eş varsa gerçek evdi. İçinde her şeyi ile anlayış yıldızı olan eş yoksa orası sadece sığınak veya barınak olurdu. Ev, eş ile ev olurdu. Eş ile yuva olurdu ev…

Hüzünleri büyüktü…

Özellikle de Peygamberimiz -aleyhisselâm- çok üzülüyordu.

Bir yandan sevgili eşini kaybetmiş; bir yandan en büyük paylaşımcısını kaybetmişti. Bu zor zamanda; sevgili kızlarının öksüz kalışlarına çok üzülüyorken, diğer taraftan da onlara hem babalık ve hem de annelik yapmaya çalışıyordu. Fakat ne yaparsa yapsın, sevgili kızlarına karşı bir kadın kadar olması mümkün değildi. Hele bir de bu kadın Hanımlar ve Anneler Sultanı Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ- olursa…

Bu yıla bundan dolayı hüzün yılı dendi. Çünkü bu yılda çok hüzün verici şeyler yaşanmıştı. Önce sevgili amcası Ebû Tâlib, sonra da kadınlar sultanı Hazret-i Hatice! İki büyük insanın kaybı hüzne sokmuştu herkesi. Özellikle de Peygamber evini… Hüzün evi hâline gelmişti bu mübârek ev. Çünkü her köşesinde Hazret-i
Hatice’nin hâtırası vardı. Her yer, ondan birer parçaydı sanki…

Rasûlullah -aleyhisselâm- için, amcalarından Ebû Tâlib dış destekçisiydi. Yani bir diğer anlamıyla, Mekke’deki sosyal ve siyasî gücüydü.

Diğer taraftan Hazret-i Hatice Annemiz ise, O’nun iç destekçisi ve sığınağıydı! Yani sevgi, şefkat, bağlılık başta olmak üzere, huzur, mutluluk, rahatlama ve paylaşım sultanıydı!

Rasûlullah -aleyhisselâm-; bu iki büyük kaybın ardından, öyle bir hüzün çemberi içine düşmüştü ki, günlerce evinden dışarı çıkamadı. Çok âcil ihtiyaçlarının dışında, hep evinde bulunup, çok az dışarı çıktı. Sevgili kızlarına kol-kanat gerdi. İç kanamayı durdurmak, onulmaz yaralarına merhem olmak için, sevgili annelerini kaybetmenin acısıyla kıvranan sevgili kızlarıyla beraber oldu!2

Fakat bu böyle çok da uzun sürmedi. Başlarına gelen felâket ne kadar büyük olursa olsun, İslâm dâvâsı hepsinden büyüktü. Kayıpları ne kadar önemli olursa olsun; insanları İslâm’a davet etmek, ondan da önemliydi. Bunca hüzün ve acılarına rağmen, Peygamber evi çok geçmeden yine hareketlendi.

Rasûlullah -aleyhisselâm-, bunca hüznüne rağmen çıkıp davetini sürdürdü. Yollarını kaybetmiş insanlara Hak yolunu göstermeye çalıştı.3

Dayanılmaz acı ve hüznüne rağmen, insanları Hakk’a ve hakikate davet eden Rasûlullah -aleyhisselâm-, yine müşriklerin insafsız saldırılarına maruz kaldı.

Nasipsiz müşriklerin beyinsizlerinden bir beyinsiz, Rasûlullâh’ın önünü kesip, herhangi bir insana bile söylenemeyecek kadar ağır ve çirkin sözler söyledi! Sayıp sövdü! Bir başka nasipsiz, üst başına toz toprak saçtı! Her türlü çirkin hareketler yapıldığı hâlde, bunu gören hâin müşrikler de kahkahalarla gülüyorlardı!4

Peygamberimiz -aleyhisselâm-; bunca çirkin söze karşı, onların seviyesine inmeyerek cevap vermeyip, saçılan toz toprak ile dönüp evine geldi!

Sevgili babalarının bu şekilde eve dönüşünü gören kızlar, şok geçirmiş gibi yerlerinden fırlamışlar, Allah Rasûlü babalarının üst başını temizlerken, hıçkırıklara boğulmuşlardı.5

Rasûlullah -aleyhisselâm-; yaşadığı sıkıntı ne kadar zor ve çekilmez olursa olsun, sürekli metânetini muhafaza ettiği gibi, bu durumda bile sevgili kızlarını teselli ediyordu:

“–Ağlamayın sevgili kızlarım! Ağlamayın! Muhakkak ki, Allah Taâlâ babanızı koruyacak, savunacaktır!”6

Yıl, hüzün yılıydı…

Kayıplar çok büyüktü…

Acı, dayanılmazdı…

Ama hüznü yudumlamak ve dayanılmaza dayanmak gerekiyordu. Başa gelen sıkıntıları bahane ederek, bir adım bile duraklamadıkları gibi, asla gerilememişlerdi.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- ve sevgili kızları başta olmak üzere, sahâbîlerin her biri, yeni bir destan yazıyorlardı!

Çünkü onlar hüzün yılının âbideleriydiler!

Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın yolunda olduğunu iddia eden her müslüman da, O’nun gibi davranmalıydı! Peygamber Efendimiz, her alanda örneğimizdir çünkü!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem… –

___________________________________

1 İbn-i İshâk-İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 57-58.
2 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 123, 211.
3 Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 208-210.
4 Ebû’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 134.
5 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Megazî ve’s-Siyer, c. 1, s. 130-134.
6 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 350.