HESAP GÜNÜNE HAZIR MIYIZ?

YAZAR : Ahmet ZİYLAN

a_ziylan

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Bütün dünyevî zevkleri bıçak gibi keseni çokça hatırlayın!” (Tirmizî, Zühd, 4; Nesâî, Cenâiz, 3) buyurur.

Nedir o zevkleri bıçak gibi kesen?

Ölüm…

Ölüm gelince, hiçbir dünyevî arzu kalmaz.

Ne yiyeyim, ne içeyim, ne giyineyim, ne alayım, ne satayım… Hepsi biter.

Ölüm hak…

Yani herkes er veya geç ölecek.

Ölüm bir son değil. Bir geçit. Sonu mahşere çıkan bir kapı.

Mahşerde insan küçük-büyük her yaptığından hesaba çekilecek.

«Paranı nasıl kazandın?

Nereye harcadın?

Ömrünü nasıl geçirdin?

Zamanını nasıl, nerede tükettin?» diye sorulacak.

Bunları duymayanımız, bilmeyenimiz yoktur. Biliyoruz da; ne kadar ciddîye alıyoruz, ne kadar titiz davranıyoruz? Maalesef cevap birçoğumuz için menfî…

Ölüm gerçekten var; gözümüzle görüyoruz ama şeytan ve nefis bizi;

“Senin için daha zaman çok; istediğin gibi aşkla, şevkle yaşa! Gününü gün et! Dünyaya bir daha mı geleceksin? Sonra tövbe edersin. Allah affeder, affı çoktur…” diyerek günah bataklığının içine itmekte. Günah bataklığına düşersen çıkmak çok zor, tevbe fırsatı da geçtikten sonra pişmanlıklar asla fayda vermez.

Bu sebeple, günah bataklığına hiç düşmemeye bakmalı… «Nasıl olsa tevbe edersin.» diyen şeytana asla kulak vermemeli…

Bu sebeple dînimiz, günahlara hiç yaklaşmamayı emreder.

Meselâ büyük günahlardan olan zinâ için;

“Yapmayın!” demez.

“Zinâya yaklaşmayın!” der. Çünkü zinâya meyilli olan, etrafında gezen biri; er geç zinâ çukuruna düşecek demektir.

Rezil içki, kumar meclislerinde düşüp kalkıp;

“Ben beraber oturuyorum ama içki içmiyorum, kumar oynamıyorum; günahkâr kişilerle arkadaşlık ediyorum ama günah işlemiyorum.” demek; kömür hamallığı yapıp da; “Üstüm, başım temiz!” demeye benzer.

Onun için arkadaşlarımızı iyi seçeceğiz. Biz onu doğru yola çekemiyorsak, ondan uzaklaşacağız. Âhirette kimin yanında olmak istiyorsak, onlarla arkadaş olacağız. Hatır için, istenmeyen kötü yollara girmeyecek; İslâmî yaşantıdan taviz vermeyeceğiz.

Hulâsa ölümü unutmayacağız.

Ölümden korkmak tek başına fayda vermez. Ölüme kendimizi hazırlayarak, her an ölüm meleği gelecekmiş gibi hazır olacağız. Allâh’ı unutmayacağız. Zikrini dilimizden düşürmeyeceğiz. İbâdetlerimizi aksatmayacak, kul hakkına dikkat edecek, muamelelerimizi düzgün yapacağız. Herkesle iyi geçinip, kötü ahlâklı olmayacağız.

Her gece;

“Bugün Allah rızâsı için ne yaptın?” diyerek kendimizi hesaba çekeceğiz.

Hazret-i Ömer buyurur:

“İlâhî mahkemede hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz!”

Hazret-i Osman da şöyle der:

“En akıllı insan; nefsini hesaba çeken, onu iyi idare eden, ölümden sonrası için amel işleyen ve kabir karanlığı için Allâh’ın nûrundan istifade edendir.”

Ölüm, kabir ve haşir hakikatleri varken, bu dünyanın ne kederi kedere, ne sevinci sevince benzer. Hepsi gelip geçici…

Bunu da hatırlatan bir hâtıramız:

On beş sene önce umreye gittiğimizde Harem-i Şerîf’i tavaf etmeye hazırlanıyoruz. Karşımızda Bursalı muhterem Tesbihçi Hüseyin Efendi’yi gördük, selâm verdik. Selâmı aldı, gözleri görmediği için;

“–Kimsin?” dedi.

Yanındaki arkadaşlar;

“–Gaziantepli Ahmet ZİYLAN.” dediler.

“–Ooo sen misin? Nasılsın, iyi misin?” diyerek hâl hatır sordu.

Biz de;

“–Sıhhatimiz yerinde; Mekke’de Harem-i Şerif’teyiz, Beytullâh’ın dibinde tavafa hazırlanıyoruz. Hüseyin Ağabeyimizle karşılaşmışız… Şükür, bundan güzel gün olur mu?” deyince;

“–Olur oğlum olur… Âhirette hesap verip beratını aldığın gün var ya, işte günlerin en güzeli o gündür…” dedi.

Âhirette hesap verip, defterini yani, ateşten kurtuluş beratını sağ elinle aldığın günün en iyi gün olduğunu içli duygularla hatırlattı.

O güzel günü görebilmek için; her harekette, her davranışta hesap gününü unutmayacağız.

Duâmızda;

“Yâ Rabbî! Hesap günü; «Oku kitabını!» denildiği zaman okunanlardan, mahcup olunacak amelleri bu dünyada yapmamamız, hoşnut olunacak amelleri de yapmamız için bize yardım eyle. Bizi affeyle!” diyecek, bu dünyada iken çok çok duâ edeceğiz. Yaşantımızda hesap gününü unutmadan; hesabını veremeyeceğimiz günahlardan uzak durmamız gerektiğinin idraki içinde olacağız.

Maalesef dünyanın; ihtişamı, süsü, câzibesi mıknatıs gibi bizi çekiyor. Ölümü de, âhireti de unutturuyor. İki günlük dünyaya dalıp âhireti unutmak ne büyük gaflet!

Dört sene önce umrede Harem-i Şerîf’in imamı; yatsı namazını kıldırırken, kıraatinin arasında;

“İkra’ kitâbek…” (el-İsrâ, 14) âyetini okurken, orada kaldı, devam edemedi. Baştan aldı yine tıkandı, devam edemedi. Ağlamaya başladı ama nasıl; hüngür hüngür ağladı, herkesi de ağlattı, sonra devam etti, namazı bitirdi.

Anlamayanlar;

“Ne oldu da hocaefendi hıçkıra hıçkıra ağladı?” diye sordular.

Hocaefendi;

“Oku kitabını! Bugün nefsin sana yeter!” denildiği an; orada yalan yok, inkâr yok, bilmedim yok, o zor günün önemini anladığı için o hâle düştü, hıçkırıklara boğuldu.

Allâh’ım o zor günde cümlemizi; hesabını kolay verenlerden eyle! Dünyada iken hesap gününü unutanlardan eyleme!

Ehl-i irfan şöyle buyurmuş:

İnsanlar gaflete düştükçe beş şeyi sevip, buna mukabil beş şeyi unutur:

1. Dünyayı sevip, âhireti unutur.

2. Hayatı sevip, ölümü unutur.

3. Saray ve köşkleri sevip, kabirleri unutur.

4. Malı sevip, hesabı unutur.

5. Yaratılmışları sevip, yaratanı unutur.”

Bizlere Zâtını, âhireti ve hesabı unutturma yâ Rabbî!

Hadîs-i şerifte;

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!..” (Münâvî, V, 663) buyurulur. Cenâb-ı Hak; hüsn-i hâtime nasip eylesin. Yani şu fânî hayatı en güzel şekilde sona erdirip, Rabbimiz’e yüz akıyla göçebilmeyi nasip eylesin. Eğer müslüman olarak, mü’min olarak, Allâh’ı zikrederek, şahâdet getirerek son nefesimizi verebilirsek, inşâallah, haşredildiğimizde de güzel bir sûrette diriltiliriz.

Âyet-i kerîmede;

“O gün de nice yüzler bembeyaz (nurlu) olacak, niceleri de kara yüzlü olacak. Kara yüzlü olanlara gelince, onlara;

«Îmânınızdan sonra küfrettiniz, bu günü unuttunuz. İşte küfretmenize mukabil tadın azabı!» denilecek…

Yüzleri bembeyaz (nurlu) olanlar ise Allâh’ın rahmeti içindedirler. Onlar da orada ebedî kalacaklardır.” (Âl-i İmrân, 106-107) buyurulmuştur.

Mahşer günü, herkesin hesaba çekileceği bir gündür. Her şahıs yaptıklarından sorulacak. Nâil olduğu küçük-büyük her nimetten sorulacak. Geçirilen her ânın hesabını Allâh’a mutlaka vereceğiz…

Mevlâ’m Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyet-i kerimede; âhiret gününün şiddetini, zorluğunu bize bildirmiş, bizi uyarmış. Herkesin mutlaka hesaba çekileceği, her kişinin kendi derdine düşeceği, kimsenin başkasına yardım edemeyeceği, ameline göre cennete veya cehenneme gideceği bildirilmiş.

Bu dünyada çeşitli bâdireler, felâketler karşısında, insan bir şeylere güvenebiliyor. Malına güveniyor; «Sigortam var.» diyor; «Kaskom var.» diyor. «Çevrem var, yakınlarım var.» diyor. «Güçlü bir teşkilâtım var, destekçilerim var, akrabalarım var.» diyor.

Kıyâmette bunların hiçbiri yok!

Malın mülkün ile alâkan, daha dünyada iken, son nefesi vermen ile kesiliveriyor. Hepsi yalan oluyor. Makam-mevkî gelip geçici…

Ne akrabası! İnsan o gün anne-babasından kaçıyor, anne-babalar evlâdından kaçıyor. Bu dünyada insan, canı yansa; «Anam!» der. Annesine sığınır. Orada ondan bile kaçıyor.

O gün tek fayda «kalb-i selîm»den… O gün tek fayda Allah ve Rasûlü’ne kuvvetli bir muhabbetle îman etmekten ve ihlâs ile işlenen sâlih amellerden…

Îmânı olan; «Allâh’a, âhiret gününe inandım!» diyen kardeşlerim, aman ha âhiret gününü unutup gaflete düşmeyin! İşte cennet, işte cehennem şimdiden seçin. Ateşe dayanabileceğiniz kadar günah işleyin! Ona göre kul hakkına dikkat edin. Ona göre kalp kırın, ibâdetlerinizi bu şuurla yapın…

Her adımımızı, bu işin âhiret faturası ne olur şuuruyla atalım.

Hani Kanunî Sultan Süleyman, bahçesindeki meyve ağaçlarına karıncaların zarar verdiğini görünce, emredip öldürtmez, Ebuussud Efendi’ye fetvâ sorar:

Dırahta ger ziyân etse karınca,
Ziyânı var mıdır ânı kırınca?

“Karınca ağaca zarar veriyorsa, onu öldürmekte beis var mı?”

Ebussuud Efendi de, fetvâyı aynı üslûpla verir:

Yarın Hakk’ın dîvânına varınca;
Süleyman’dan hakkın alır, karınca.

Yani karınca da olsa incitme! Hesabını düşün.

Mevlâ’m mahşer günü hesabını kolay, rahat verenlerden eylesin. Âmîn…