Her Şey Akar; SU, TARİH, İNSAN ve FİKİR

YAZAR : Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Zaman; su gibi akıp gidiyor. Ömür; gün gün, an an eriyip bitiyor. Bu deveran, âhiret inancı olmayanlar için, korkunç bir felâkete, dehşet verici bir sona doğru ilerlerken; âhiret inancı olanlara ise, dünyanın bir imtihan mekânı olduğunu kabul edip, kârlı bir alışveriş yaparak, heybelerini doldurma imkânı sunuyor.

Zamanın hızla akması gibi, kâinatta her ne varsa, sürekli hareket edip, belli bir mecrâya doğru ilerleyip gidiyorlar. Bu deverâna karşı durmak ve hareketsiz kalmak, bu muhteşem ve noksansız sistem içerisinde yok olup gitmek demektir. Akmayan su bulanır. Akış sadece bir ihtiyaç değil, bir zarurettir. Akmazsan, mevcudu da muhafaza edemezsin. Akış tekâmülün devamıdır. Tekâmül etmeden, müessiriyetin yolunu kimse bulamaz.

İnsan, hem değişir hem de değiştirir.

Her şeyin akıp gitmesi gibi, insanoğlu da doğumundan itibaren kendisine takdir edilen ömrün sonuna kadar sürekli değişip durmaktadır.

Allah Teâlâ; insanı diğer mahlûklardan ayrı olarak, düşünen, araştıran, sorgulayan, imar eden özelliklerde yaratmış ve imtihan edilmek üzere dünyaya göndermiştir. (el-Bakara, 155)

İmtihan için dünyada bulunan insan; yaşadığı yeri hem insanların, hem hayvanların, hem de bitkilerin rahatça yaşayabileceği hâle de getirebiliyor, zulümle ve zorbalıkla bu mekânları yaşanmaz hâle de getirebiliyor.

İmtihanın sürekli olması gibi insanın tekâmülü de süreklidir. İnsan sürekli bir şeyler öğrenir. Çünkü yaradılışı gereği; hep araştıran, sorgulayan bir yapıya sahiptir. Çocukluk devresinden başlayıp, ölüm ona ulaşıncaya kadar, ömrü boyunca; sürekli araştırır, öğrenir, öğrendiğini uygular, uyguladığı şeylerin daha fazlasını ve daha iyisini yapmak için gayret gösterir, hep daha iyiyi ve daha fazlasını yapmak için çaba sarf eder.

İnsanlık tarihine baktığımız zaman; ilk dönem insanlar ile şimdiki insanlar arasında, muazzam değişim ve dönüşüm olduğunu fark ediyoruz.

İnsan dünya üzerinde; sürekli gelişen, değişen ve değiştiren bir yolculuk yapıyor. Bu yolculuğun ve değişimin bir sınırı da, sonu da yok. Çünkü insan; araştırdıkça, öğrendikçe kendisine verilen akıl ve ilim ile yeni keşifler yapıyor. Kendisinin rahat etmesi, daha güzel ve rahat yaşaması için icatlar yapıyor, yenilikler getiriyor.

Bu gelişmelerin, makul ölçüler içerisinde kalmak kaydı ile yaşadığımız çağa ve ihtiyaçlarımıza olumlu yansımaları oluyor elbette. Ancak, kâinatta her şeyin zıddı ile kāim olması hasebiyle; ilim, irfan, ahlâk sahalarında tekâmül etmesi gereken insanlık, bu imkânları maalesef ifsâd etmek veya katliâm yapmak için de kullanabiliyor.

İnsanlığın tekâmülü sadece teknoloji, fen ve bilimle olmuyor. Çünkü ilim ve fen ile elde edilen bazı imkânlar, tek bir insanın mârifeti ile milyonlarca insanın helâk edilmesini mümkün hâle getiriyor.

İnsanlığın asıl tekâmülü; önce îman, sonra da ilim, irfan ve edep ile olur. Şayet bu özellikler bir insanda olmazsa; elindeki imkânları ıslah için değil, ifsâd için kullanıyor. Bu mevzuda bir mütefekkirin şu sözü dikkatimizi çekiyor.

“Eğer bir insanı akıl yönünden eğitip de ahlâk yönünden eğitemiyorsanız, toplumun başına yalnızca bir belâ yetiştiriyorsunuz demektir.” (Theodore Roosevelt)

İnsanlığın asıl tekâmülü, İslâm dîni ile olmuştur. İslâm dîni gelmeden önce; gerek dünyanın tamamında, gerekse Arap Yarımadası’nda, insanlığın en karanlık dönemlerinden biri yaşanmaktaydı. İslâm’ın hâkim olmadığı bölgelerde, azgınlığın ve tekebbürün zirveleri yaşanmaktaydı ve savaşlar insanlık dışı görüntülere sahne oluyordu. Şayet bir yer savaşta ele geçirilmişse, belli bir süre o beldede askerlerin her şeyi yapması bir savaş geleneğiydi. Yağma, talan, katliâm ve tecavüzlerin yer aldığı insanlık dışı sahneler, sıradan hâdiseler olarak kabul ediliyordu.

Ancak; her şeye bir ölçü getiren İslâm dîni, savaşa ve öldürmeye bile ölçü getirdi. Çünkü İslâm, öldürmeye değil yaşatmaya talipti. İslâm hukukunda; bir belde savaş ile ele geçirilmişse, o beldenin düşkünleri, yaşlıları, kadın ve çocukları dokunulmaz kabul ediliyordu.

İslâm devrimci değil, tekâmülcü bir anlayışa sahiptir. Devrim (inkılâp, ihtilâl); bir yerin mevcut düzeninin, zor kullanılarak ânîden değiştirilmesidir. Oysa İslâm; önce gönüllerin fethini gaye edinir, zor kullanmayı yani savaşmayı en son seçenek olarak görür.

İslâm bir beldeye hâkim olduğu zaman; o beldede mevcut âdetler, kanunlar ve uygulamalar şayet İslâm’a uygunsa, muhafaza eder. Uygun değilse ve ıslah edilmesi mümkün ise ıslah eder. Şayet ıslah edilmesi mümkün değilse ilgā eder. Eğer; böyle bir uygulama yoksa hem toplumun, hem de bölgenin ihtiyacı varsa; yeniden inşa eder. Çünkü İslâm yıkmak, yok etmek için değil ihyâ ve inşa için gönderilmiştir.

Bir şeyleri değiştirmek isteyen önce kendisinden başlamalı.

Bir toplumun düzelmesi öncelikle fertlerden başlar. Tarihteki en büyük hareketler bile, yalnızca bir insanın harekete geçmesi ile başlamıştır. Câhiliyye karanlığı içerisinde boğulan insanlığa, önder olarak gönderilen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; insanlık tarihinin en büyük değişimini gerçekleştirmiştir.

İnsan ömrü; hızla akan, bir nehir gibidir. Bu ömrün her ânı, bir kere yaşanan ve paha biçilmez değerde bir hazinedir. Ne var ki, birçoğumuz bu hazineden habersiziz ve bu hazineyi heder etmekteyiz. Kendisine verilen ömür ve zaman nimetini iyi değerlendirenler; kısa zamanda menzil almakta, değerlendirmeyenler ise zamanın çarkları arasında öğütülüp gitmektedir.

İnsanoğluna lutfedilen, ancak çoğunlukla hebâ edilen en büyük nimet ve imkânlardan birisi de zamandır. Zamanın kıymetini Allah dostlarından Dâvûd-i Tâî Hazretleri, şu güzel sözle ne güzel ifade ediyor:

“Gece ile gündüz yol üzerindeki konaklama yerleri gibidir. İnsanlar onlarla merhale merhale son durağa doğru gitmektedir. Her merhalede gücün yeterse, önündeki yol için azığını hazırla. Elinden geleni yap.”
Kendisine takdir edilen ömrü; hayır ve hasenâta, iyiliğe, doğruluğa, Hakk’ın hizmetine ve yeryüzünde, tüm mahlûkların rahat, huzur ve güven içerisinde yaşamaları için adayan insanların; bedenleri ölse de, isimleri kıyâmete kadar yaşıyor. Bunun için insanın biraz gayret göstermesi ve tekâmül etmesi gerekiyor.

İnsanın tekâmül etmesi için üç basamak vardır:

1. İç âlemini Allah’tan uzaklaştıran her şeyden tahliye etmesi,

2. Cenâb-ı Hakk’ın rızâ ve muhabbetini celbedecek güzel ahlâk ve sâlih amellerle hâllenmesi.

3. Mârifetullah ve «muhabbetullah»tan hissedar olması. (Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi)
Rabbimiz bizleri Hakk’ın yolunda, halkın hizmetinde koştursun. Sadece kendi için yaşayanlardan değil; kardeşleri için yaşayan, üzülen ve yorulanlardan eylesin. Dünyada ve âhirette sâlihler ve sâdıklarla birlikte eylesin inşâallah. Âmîn…