HAYRANIM…

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

Günün ilk ışıkları ile vardı yıllarını verdiği mütevâzı Kur’ân kursuna. Vücudu artık gönül hızına yetişemiyor, ara sıra tekletiyordu. Yıllardır sabah ezanıyla beraber gelir, yatsıyı müteâkip çıkardı.

Zihinlerin en açık olduğu bu kıymetli vakitlerde öğrencilerinin başında olur, onların derslerini erkenden alırdı. Bu, onun için bir vazife veya bir mesaiden ziyade bir yaşayış tarzı olmuştu artık. Yıllardır öyle herkesin bir sürü işinin çıktığı gibi işi de çıkmazdı. Rabbim her işini denk getirir, hocanın kimseye şikâyet ettiği olmazdı. Talebelerinin zihninde, onun kursa gelmeme ihtimali gibi bir durum hiç söz konusu bile olmazdı.

Emektar ayakları, yine sağ-sâlim kavuşturmuştu kutlu dâvâsına, sükûnet limanına:

–Selâmün aleyküm Mecid Ağabey. Hayırlı sabahlar!

–Aleyküm selâm, Bekir Hocam. Hayırlı sabahlar hoş geldiniz!

–Hoş bulduk. Allah râzı olsun!

–Hocam, demirci Mustafa Ağabey geldi sizden az önce. Kursa -hayır olsun diye- iki kuzuyla iki çuval pirinç bıraktı.

–Öyle mi? Allah Allah! Helâl olsun bu adama. İşlerinin bozuk olmasına rağmen, buraya yaptığı hayrı hiç kesmedi. Belki azaldı hâliyle; ama ısrarla yaptığı yardıma devam etti. Allah işlerini denk getirsin!

–Öyle Hocam, ben de duydum. Veren de O, alan da… Kendi görür ecrini…

–Peki, kolay gelsin Mecid Ağabey!

Bekir Hoca tam odasına geçerken bir misafirinin daha geldiğini söylediler:

–Hilmi Ağabey, hoş geldin buyur otur şöyle!

–Hoş bulduk Hocam, Allah râzı olsun. Çok meşgul etmeyeyim…

–Estağfirullah, ne demek buyurun!

–Az önce Demirci Mustafa’yı gördüm, buradan çıktı galiba. Hayırdır, borç istemeye mi geldi?

–Hayır! Hayratta bulunmuş, iki kuzu ile iki çuval pirinç getirmiş hâfızlık öğrencilerine.

–Öyle mi? Hım… Demek onun için…

–Ne dedin ağabey, anlayamadım?

–Aslında bende kalsa daha iyi olurdu; ama adamını tanı hocam da duâ ordun bu adamdan duâsını eksik etmesin.

–Buyur ağabey.

–Bu Demirci Mustafa, sabah bana geldi. Bir miktar borç istedi. Ben de;

“Onca borcun içinde, iflâsın eşiğinde adama bu para ne etsin? Hangi açığını kapatır?” diye gönlümden geçirdim. «Eski dosttur» deyip geri çevirmedim. Buradan çıktığını görünce de merakımdan geldim. Sû-i zan etmişim. Yanımdan ayrıldıktan çok kısa bir müddet sonra burada görünce… Sizden de borç istedi diye düşündüm, hattâ düşünmekle kalmadım; önce ayıpladım;

“Bu kadar mı düştün?” dedim kendi kendime. Sonra da;

“Yahu kınama! Belki hakikaten çok dardadır, ne yapsın? Sen olsan ne yapardın?” diye düşündüm.

–Sonra da…

–Sonra da kendi gönlümdeki bu kıymığı çıkarmak için en uygun olanın sizinle konuşmak olduğunu düşündüm. Zaten girer girmez de cevabımı alıp yeterince mahcup oldum. Çünkü sabah benden istediği borç, iki kuzu ve iki çuval pirince anca yeter.

–Ben durumunun bir hayli zor olduğunu duymuştum; ama bu kadar dara düştüğünü anlayamadım. Çünkü hiç kesmedi ve hiç hissettirmedi. Allah râzı olsun. Rabbim, hakkında hayırlıysa, eskisinden daha çok kazanç ve bereket nasip etsin inşâallah.

–İnşâallah Bekir Hocam, bana müsaade…

–Müsaade Allah’tan. Kal sağlıcakla!

–Sizler de Hocam!

Bekir Hoca, Hilmi Beyi yolcu eder etmez, demirci Mustafa Beyin atölyesinin yolunu tuttu.

Demirci, Hocaefendiyi kapıda karşıladı, içeri buyur etti. Kısa bir hoş beşten sonra Bekir Hoca müsaade alarak mevzuya girdi:

–Mustafa Ağabey, belki haddime değil; ama bir şeyler duydum. İşlerinizin biraz zora girdiğini…

–Yorulma Hocaefendi! Ecir hesabını sen mi tutuyorsun? Yaparım, yapmam!

–Yok! Estağfirullah… Şey… Öyle demek istemedim. Hani bizim yapabileceğimiz bir şey olursa diye gelmiştim.

–Allah râzı olsun Hocam. Siz zaten fazlasıyla yapıyorsunuz. Siz geleceğimizin mimarı olan gençlere sahip çıkmaya devam edin fazlasıyla kâfî…

–Aşkımız, dâvâmız bu zaten ağabey. Ben rahatsız ettim. Müsaade varsa ben kalkayım artık!

–Estağfirullah hocam. Müsaade Allah’tan… Buyurun…

Bekir Hoca hayatının şokunu yaşıyordu. Kendini hiç bu kadar mahcup hissetmemişti. Kendi kendine söylendi:

“Sana ne be adam! Kim nasıl yapıyorsa yapsın hayrını! Çetelesini senden mi soracaklar? Adam haklı…”

Bekir Hoca barut gibiydi. Sanki herkes kendini ayıplıyor gibi hissediyor, başını yerden kaldırmadan gidiyordu. Bu arada yanında bir araba durdu. Bu, demirci Mustafa Beyin arabasıydı.

–Hocam! Ne olur buyur gel!

Bekir Hoca öylece kalakalmıştı. Ne olduğunu anlayamadı:

–Peki ağabey…

–Hocam kusura bakma. Az önce çocuklar ve çalışanlar seni duyar vaziyette idi. Biraz sert konuştum. Çok özür dilerim. Tam onlara;

«Daha çok kemer sıkmaktan, harcamalarımıza çok aşırı derecede özen göstermekten» bahsettim. Üzerine sen gelince ortamın rengini değiştirmekten başka çarem kalmadı. Çünkü onlar da bana;

“Sen de hayırlarını kes!” diyebilirlerdi. Hayırda ısrar etmenin ne demek olduğunu henüz anlayabilecek olgunlukta değiller. Ben de kasadan her çıkışı takip ettiriyorum; şu an bunu duymaları tepki oluşturabilirdi. Ama inşâallah yarın heves etsinler istiyorum… Sizin geliş sebebinizi tahmin etmek zor değil, muhtemelen Hilmi Kardeş dayanamadı. Neyse, önemli değil. Ben kasadan bu şekilde çıkış olmasın diye kısa süreliğine borç istemiştim. Aslında içinde bulunduğum durum, dışarıdan bakıldığında çok zor bir durum gibi görünüyor; ama benim için ilk değil. Yazdığı kadere hayran olduğum Rabbim, öyle güzel denk getiriyor ki… Yakın zamanda yönetime çocukları da dâhil ettim. Kendilerince yeni, modern taktikler uygulayarak kısa zamanda daha çok kazanmanın hırsına kapıldılar. Lâkin bizim gerçeğimiz belli… Benim için büyük bir risk olmasına rağmen sabrettim. Eğer bu olanları yaşamasalar, yarın bir gün başlarında olamadığım bir zamanda daha kötü çuvallayabilirlerdi. Fakir, hayatta iken böyle bir tecrübe onlar için hazineler değerinde olacaktır. Ben çok rahatım, çünkü malın sahibinin kim olduğunu biliyorum. Ben O’nun hakkımdaki kararına râzı olduğum kadar hayranım da…

–Helâl olsun Ağabey. Allah daha çok versin. İnşâallah çocukların da senin gibi bu sırrı yakalarlar.

–Bu işin sırrı; Allah yolunda yapılan infakta, ne olursa olsun, devam edebilme gayreti içerisinde olmakta saklı. Bunu bana rahmetli babacığım anlattı:

“Elinde paran bitse bile asâletini kaybetmezsin evlât! Kimin malını kimden esirgiyorsun? Nasibinde varsa, defalarca sıfırı tüketsen dahî, yeniden zirvelere çıkarır bu sır seni. Kurban olduğum Allah; bazen verir gönlüne bakar, bazen de alır öyle bakar. Kalbini doğru tutabilmişsen ne âlâ… Değilse ne o maldan ne o malla gelenlerden hayır görürsün!”

– Babanız, çok doğru demiş Ağabey! Şu an kim hoca, kim vaaz u nasihat ediyor bilemedim. Allah yâr ve yardımcınız olsun Ağabey!

–Estağfirullah Hocam, her birimiz hizmete memuruz. Size paradan, bana ilimden sormayacak belki; ama size ilminizin kaçta kaçını infak ettiğinizden, bana da malımın kaçta kaçını zekâtta, kaçta kaçını infakta değerlendirdiğimden soracak! Yarın hesap gününde tutunacak dalımız bunlar olacak!

–Aynen buyurduğunuz gibi Ağabey. Rabbim o esnada gönül ferahlığı nasip etsin!

–Âmîn… İnşâallah bu sıkıntıyı da aşmak nasip olursa o zaman hayır hasenâtta bulunmanın nasıl bir sır olduğunu çocuklarıma anlatmayı düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz sıkıntıdan kurtulmanın reçetesinin bu olduğunu hazmettireceğim inşâallah onlara. Yoksa hazıra dağ dayanmaz; şu an memleketteki herkesin hakkımda düşündüğü, çocuklarım için gerçek olur. Veren el olmanın sırrını, bir gönül kazanmanın ne büyük bir kıymet olduğunu, hele ki Kur’ân-ı Kerim yolunda bir hizmetin ne anlama geldiğini evlâtlarıma iyice öğretebilir, onların da buna alıştığını görürsem, gözüm arkada gitmeyeceğim inşâallah! Onlara bırakacağım tek mirasım belki de bu…

–Allah râzı olsun. Rabbim cümlemize hayırlı evlâtlar yetiştirmeyi nasip etsin.

–Âmîn Hocam. Size kısa bir zaman için de olsa yaşattıklarım için özür dilerim. Siz bu memleketin yüz akısınız. Bizim adımıza onca gence gece-gündüz sahip çıktınız ve çıkmaya devam ediyorsunuz. Siz bu hizmetlere devam ettiğiniz için bu memleket ayakta. Âdeta sigortamız gibisiniz. Allah sizden râzı olsun. Gücünüze güç katsın, hayırlı uzun ömür ihsan eylesin!

–Estağfirullah Ağabey. Rabbim lâyık eylesin inşâallah. Benim de tek mirasım bu gençler olacak inşâallah…