HÂFIZ KİMDİR?

YAZAR : Enver Osman KAAN enoskaan@hotmail.com

«Hâfız kimdir?» sorusu aklımıza Kur’ân’ı ezberleyen kişiyi getirmektedir. Bu tarif, teknik olarak doğrudur; ancak «tematik ve muhtevâ olarak doğru mudur?» sorusunun cevabı yazımızın mihverini oluşturacaktır.

Evet hâfız, Kur’ân’ı ezberleyendir. Kur’ân kelime olarak «قَرَأَ-يَقْرَأ» fiilinden ism-i mef‘ul mânâsı taşıyan mastar bir kelimedir ve «toplanmış» anlamına gelmektedir. Hâfız ise «حَفِظَ-يَحْفَظ» fiilinden ism-i fâildir ve «koruyan» demektir. Hâfız, «toplanmış olanı koruyan» demektir. Kur’ân’da toplanan lâfız ve mânâ beraberdir. Dolayısıyla hafızlık; Kur’ân’ın yalnız lâfzının korumak değil, mânâyı da korumaktır. Mânâyı dikkate almadan Kur’ân lâfzını korumanın bir anlamı yoktur. Kur’ân’ın lâfzını koruyup mânâsını ihmal etmek, tıpkı tüm vitaminleri alınmış bir meyve gibi veya mesajların bulunduğu mektubu kaybolmuş zarf gibi bir şeydir. Buna göre hâfız, Kur’ân’ın hem lâfzını hem mânâsını koruyan kişi olarak tarif edilebilir. Kur’ân’ın lâfzı, metni; mânâsı ise emirleri, yasakları, ilkeleri ve değerleri demektir.

Günümüzde Kur’ân’ı bir bütün olarak dikkate alan hâfızlara ihtiyaç vardır. Bu gerçek görülmediği takdirde; hem ülkemizde hem de İslâm dünyasında Kur’ân’ı esas alıp, Kur’ân’ın rûhuyla, ilkeleriyle, değerleriyle bağdaşmayan işler yapan çeşitli akımların, grupların ve cemaatlerin oluşması kaçınılmazdır.

Bu sebeple, ülkemizde ve İslâm dünyasında; Peygamber Efendimiz’in öğrettiği gibi, sahâbe efendilerimizin yaşadığı gibi, ilim ve fikir adamlarının anladığı gibi Kur’ânî değerleri yaşadığı çağa taşıyacak hâfızlara özlem duyulmaktadır. Kur’ânî değerlerin sağlam kalesi; geleneğimize sırtını yaslamış, ama orada takılı kalmamış, oradan aldığı ilim ve usûl ile Kur’ânî ilkeleri günümüze taşıma azminde olan Kur’ân muhafızlarına ihtiyaç duyulmaktadır.

Şu bir gerçek ki; hâfız olmanın, müslümanlar arasında daima özel bir yeri olmuştur. Müslüman toplumlarda, hâfızlık büyük bir makam olarak görülmüştür. Toplantılarda hâfızlar başköşeye oturtulmuş, hâfızların önünde yürümek sû-i edep sayılmıştır. Hâfızlara, yürüyen Kur’ân denilmiş; hâfızlar isimleri ile çağırılmamış, «hâfız efendi» diye seslenilmiştir. Hâfızlık; evliliklerde tercih sebebi sayılmış, hattâ hâfızlara abdestsiz dokunmanın mekruh olduğu iddia edilmiştir. Estetik bir tasvirde hâfızlık; Kur’ân’ın kalplere yazılması, hâfızalara kazınması, satırlardan sadırlara dökülmesi olarak tarif edilmiştir.

Hâfıza yapılan bu iltifatlar; müslümanlar nezdinde Kur’ân’ın değerini ortaya koyan önemli göstergelerdir. Ancak hâfızlara yapılan bu taltiflerin müslümanları gevşekliğe ve kolaycılığa götürdüğü de gözlemlenmektedir. Şöyle ki müslümanlar çocuklarının hâfız olmasını yeterli görmektedir. Ancak hâfızların nitelikleri, hangi işlerde istihdam edildikleri üzerinde durulmasında fayda vardır. Hâfız olup hâfızlığın şânına yakışmayan, Kur’ân’ın şânına yakışmayan işlerde çalışılmasının yanında; maalesef hâfızlığı, bir ses sanatçılığı gibi geçim kaynağı hâline getirenler de bulunmaktadır. Böyle kişilerin yaşantılarına bakıldığında, maalesef Kur’ânî değerlerden uzak bir hayata sahip oldukları görülmektedir. Böyle bir hafızlık; Kur’ân’ın hâmilliğini değil, Kur’ân’ın hamallığını yapmaktan başka bir şey değildir.

Hâfızların Kur’ân’da «kitabın vârisleri» olarak tanımlandıkları bilinmelidir. Kur’ân’da, kitap mîrâsını devralanlar üç farklı şekilde nitelendirilmektedir. Bu husus bir âyette şöyle ifade edilmektedir:

“Sonra, kullarımız arasından seçtiklerimizi Kitâb’a mîrasçı kıldık. İçlerinden kendine zulmeden var. Orta yolu tutan var. Allâh’ın izniyle hayırlarda öne geçen var. İşte bu, büyük lutfun ta kendisidir.” (Fâtır, 35/32)

Söz konusu âyette zikredilen üç kişiden;

Birincisini, nefsine düşkün olan ( ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ/ kendine zulmeden);

İkincisini, doğru yola girmiş olan ( مُقْتَصِدٌ/ orta yolu tutan);

Üçüncüsünü, hizmet şuurunda olan ( سَابِقٌ بِالْخَيْرَات/ hayırlarda koşturan) olarak tanımlayabiliriz.

Nefsine düşkün olan; taşıdığı değerlerin farkında değildir, günahlara kolayca bulaşır, keyfini vazifesinden önde tutar. Bunlar Allâh’ı dünya menfaati için sever, sırf Allah’tan korktukları için O’na ibâdet ederler.

Doğru yolu tutan; taşıdığı değerlerin farkındadır ama ihmalkâr davranır. Mecburî vazifelerinden başkasını yapmaz. Allâh’ı âhiret için sever, Allâh’ı sevdiği için ibâdet eder.

Hizmet şuurunda olan ise, taşıdığı değerlerin farkında olan ve gereğini yapandır. Dolayısıyla vazifelerini seve seve yapar, hizmetlerde koşturur. Allâh’a, rızâsına talip olduğu için ibâdet eder ve Kur’ânî değerleri hakkıyla temsil eder.

Allah -celle celâlühû- cümlemizi ve özellikle hâfız kardeşlerimizi üçüncü gruptan eylesin. Âmîn…