Günümüzde İçtimâî Bir Hastalık; YALNIZLIK

YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Mevcûdât içinde canlı-cansız, ortak veya benzer hususiyetlere sahip her şey, topluluk esasında yaratılmıştır. Halk dilinde;

“Yalnızlık Allah Teâlâ’ya mahsustur.” sözü, bu kaidenin en açık ve sade bir ifadesi sadedindedir.

«Halîfelik» sıfatı ile yeryüzünü idare etme vazifesinin tevdî buyurulduğu insan (el-Bakara, 30); cemiyet kurma istîdâtının da en yüksek seviyede tecessüm ettiği, en mütekâmil varlıktır. Yüce dînimizin emir ve tavsiyeleri de; bu mukaddes vazifenin en güzel şekilde îfâsı için, cemaat olmayı önemle teşvik mahiyetindedir. Birlik ve beraberliğin kıvamı ile ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de;

“Mü’minler ancak kardeştirler. Onun için (herhangi bir anlaşmazlıkta) kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, esirgenesiniz.” (el-Hucurât, 10) buyurulur. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu hususu şöyle izah buyurur:

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27);

“Mü’min, mü’min kardeşi için, birbirine destek veren bir binanın tuğlaları gibidir.” (Buhârî, Salât, 88)…

İnsan; bir defa, hayâtiyetini devam ettirebilmek için cemiyet hâlinde yaşamaya, birbiriyle münasebette bulunmaya mecburdur. Zamana göre farklılaşan çok çeşitli ihtiyaçlar; ancak, her işte maharet kazanmış fertler tarafından hazırlanır. Fakat, cemiyet olmaktan maksat; sadece bu biyolojik ihtiyaçların karşılanması olmayıp, çok daha ulvî hedefler bahis mevzuudur. İnsanın mükellef olduğu, mes’ul tutulduğu vazifeleri îfâ edebilmesi; cemiyette de buna uygun içtimâî bir yapının teşekkülü ile mümkündür. Ancak bu sayededir ki; mâzîde, dünyayı kaplayan zulmün hükümranlığı yıkılıp, asırlara şâmil olan adâlet iklimi tesis edilmiştir. Gönüller bu ilâhî iksirle fethedilmiş; esen rahmet meltemleriyle, kıtalar huzura gark olmuştur. İlâhî değerler manzûmesi ile şekillenen bu içtimâî yapıyı; kilise taassubu ile körleşmiş birçok batılı seyyah bile, hâtıralarında gıpta ile yâd etmekten kendilerini alamamıştır.

Günümüzde ise gittikçe kalabalıklaşan nüfusa rağmen, insanımızın kapıldığı yalnızlaşma hâlet-i rûhiyesi; batılılaşmanın getirdiği mânevî hastalıklar cümlesindendir. İslâm’ın kardeşlik hukukunun getirdiği dayanışmanın zaafa uğramasıyla, yalnızlaşma her kesime yayıldı. Evde, aile fertleri yalnız; apartmanda, komşular yalnız; iş yerinde, çalışanlar yalnız; toplu faydalanma sahalarında, kullananlar yalnız… Tabiî bir netice olarak da İslâm coğrafyasında, ülkeler ve ümmet yalnız.

İnsanın, kalabalıklaştıkça yalnızlaşmasında; şüphesiz gittikçe derinleşen mâneviyat buhranı yani sevgi, şefkat, sabır, müsamaha, hasbîlik, diğergâmlık… gibi hususiyle dayanışmada gerekli fazîletleri yeterince taşımamak etkilidir. Bencillik ve kendisinden başkasına tahammül edememek, insanı beraber olmaktan alıkoyuyor; kendi köşesine çekilip, vehimleriyle, hayalleriyle baş başa kalmaya sevk ediyor. Cemaat olarak, ulvî gayeler için yaratılmış insanın, fıtratına aykırı olarak yalnızlaşması; dûçâr olduğu güvensizlik, sevgisizlik, bezginlik ve karamsarlık sebebiyle, melâlin pençesine düşüyor. Nitekim, depresyonun günümüzün en yaygın ruh hastalığı olduğu ve ilgili ilâçlara yüksek bir talep bulunduğu belirtiliyor.

Örfî olan büyük aile tipinin, çekirdek aileye dönüşmesi, hattâ, onun da parçalanıp, fertlerin çeşitli mağduriyet ve sıkıntılara savrulmaları; aile içinde fertlerin her birinin köşesine çekilip, sadece kendileri ile hemhâl olmaları; ziyaretlerde bile, sohbet etmek yerine, televizyondaki programlara kilitlenmek; bir toplu taşıma aracında, yanındaki ile selâmlaşmak, birkaç kelime hâl-hatır sormak yerine, cep telefonuna veya bilgisayara kapanmak; çevresindekileri yok sayıp, en olmadık hareketleri yapmaktan kaçınmamak… gibi davranışlar, cemiyette dûçâr olunan yalnızlaşma hissiyatının tezâhürleridir.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mîrasçı kılacak sandım.” (Buhârî, Edeb, 28) buyururken, apartmanlarda, birbirlerinin kapısını çalmayan; karşılaştıklarında selâmlaşmamak için başlarını eğip geçen; bir dairesinde cenâze hüznü yaşanırken, diğerinde eğlenilen… insan manzaraları, bu vahâmet cümlesindendir. Merhum Üstad Necip Fazıl, «Canım İstanbul» şiirinde;

Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken, ağlar Karacaahmet…

der. Aynı mekânda oldukları hâlde, birbirlerine bîgâne olan insanların hâli de bundan farklı değil.

Günümüzde, teknolojinin gelişmiş olmasıyla yaygınlaşan; sosyal medya, televizyon, cep telefonu, bilgisayar… gibi vasıtalar, yalnızlaşan insanın sığınakları hâline geldi. İnsanın, hissiyatla etkilenen gerçek dünyada, birbirleriyle beraber faal olmaktansa; oturduğu yerde, hayalî veya tanımadığı şahıs ve vasatlarla, âtıl bir hâlet-i rûhiye ile meşguliyeti tercih etmesi, hayatın med-cezirleri ile karşılaşmayı göze alamayan zayıf bir mâneviyâtın tezâhürü olarak da görülebilir. Birkaç saat elektrik kesilmesinde hafakanlar basan, daha uzun kesilmelerde ise âdeta fâcia yaşayan insan manzaraları; bu bağımlılığın boyutunu gösteren bir örnektir. Nitekim ülkemiz; dünyada en çok televizyon seyredilen, en çok telefonla konuşulan ve en çok internet kullanılan ülkeler arasında gösteriliyor. Bir Karadeniz fıkrasında, Temel’e söyletilen;

“Birkaç gün internet kesildi. Evdekilerle sohbet ettik; hepsi de iyi insanlarmış.” sözü, bir latîfe olmanın ötesinde, hayatın bir gerçeğine de işarettir.

Yalnızlık; günümüz cemiyetlerinde, insanı âtıl bırakan, onu içtimâî hayattan koparıp kendi içine hapseden, şevkini tüketen bir illettir. Hâlbuki insan içtimâî bir varlıktır; sadece kendisine değil, çevresine ve Yaratıcı’sına karşı da vazifeleri ve mes’ûliyetleri vardır. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Mü’minlerin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir.” (Hâkim, IV, 352) buyuruyor. Hele de yaşanılan cemiyetin zor zamanlarında, karşılaşılan engelleri aşabilmek; ancak kardeşlik rûhuyla dirilmek, birlik ve beraberlik içinde olmakla mümkündür. İstiklâl şairimiz Mehmed Âkif, yaşadığı ağır şartlardaki hâlet-i rûhiyesini şöyle dile getirir:

Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım;
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım!

Böyle bir hengâmede, güçlükler paylaşıldıkça azalır; birlik pekiştikçe, engelleri aşmak kolaylaşır. Kur’ân-ı Kerim’de;

“… Sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyuruluyor. Şer ehlinin, ümmeti zebûn kılmak için birleştikleri bir zamanda; İslâm âleminin saâdet ve selâmeti için bencillik, yalnızlık çemberini kırıp safını seçmek, mü’min olmanın vecîbesidir.