EL-YEVMÜ’L-HAK

YAZAR : Sami GÖKSÜN

sami_goksun-yuzakidergisi-agustos2016

Âhiret, ölümden sonra başlayan gün…

Kur’ân-ı Kerim «O Gün»e şu isimleri vermekte:

«el-Yevmü’l-âhir: Âhiret günü, sonraki gün»

«Yevmü’l-kıyâme: Kıyâmet günü, kopuş ve kıyam günü.»

«Yevmü’l-hurûc: Kabirlerden çıkış günü»

«Yevmü’l-ba‘s: Dirilme günü»

«Yevmü’l-cem‘: Toplanma günü»

«Yevmü’t-telâk: Buluşma günü»

«Yevmi’d-dîn: Din günü, ceza günü, karşılık günü»,

«Yevmü’l-hisâb: Hesap günü»,

«Yevmü’l-feth: Hüküm ve karar günü»

«Yevmü’t-teğâbün: Kâr mı zarar mı edildiğinin anlaşılma günü»

«Yevmü’l-hulûd: Ebedîleşme günü»,

«Yevmün elîm: Elemli, acı gün»

«Yevmü’l-hasret: Pişmanlık günü»

«Yevmü’l-vaîd: Va‘dedilen azap günü»

«el-Yevmü’l-mev‘ûd: Va‘dedilen gün»

«Yevmü’l-fasl: Hak ve bâtılın, mü’min ve kâfirin ayrışma günü»

«Yevmü’t-tenâd: Feryat-figan günü»

«Yevmü’l-âzife: Yaklaşmakta olan felâket günü»

«el-Yevmü’l-hak: Vukûu muhakkak olan gün»

İsrâfil isimli meleğin Sûr’a birinci defa üflemesiyle; kâinâtın altüst olması ve umumî ölüm hâlinin gerçekleşmesinden sonra, yine aynı meleğin Rabbimiz’in emriyle Sûr’a ikinci defa üfürmesi yani, bütün ölülerin yeniden diriltilmesi ve kabirlerinden çıkmasıyla âhiret âlemi başlar.

Devamında ise; bütün insanların mahşerde toplanıp, herkese kitabının yani dünyada yaptıkları iyi ve kötü işlere ait amel defterinin verilmesi; amellerin ilâhî mîzanda tartılması; herkesin dünyadaki işlerinden hesaba çekilmesi; Sırat, şefaat, cennet, cehennem bunların hepsi âhiret gününün hâdiseleridir. Bunlara; âhiret ve âhiret ahvâli denir.

Âhiret hayatına ve bu hayatla alâkalı hâdiselere inanmak, îman esaslarının beşincisidir. Îman esaslarının beşincisi olarak zikredilse de, âhirete îman birçok âyet-i kerîmede Allâh’a îmandan hemen sonra zikredilerek âhiret hayatına îmân edilmesi istenir. Meselâ Bakara Sûresi’nin 8. âyetinde şöyle buyurulur:

“İnsanlardan bir kısmı; «Biz Allâh’a ve âhiret gününe inandık.» derler. Hâlbuki onlar inanmamışlardır.”

Aynı sûrenin 62. âyetinde:

“Allâh’a ve âhiret gününe îmân edip, salih amel işleyen kimselerin Rableri yanında büyük ecirleri vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.”

Tevbe Sûresi’nin 45. âyetinde ise, mü’minler;

“… Onlar ki Allâh’a ve âhiret gününe inanırlar.” diye methedilirler. Takvâ sahibi olanlar, yani Allâh’ın emirlerine sıkı sıkı sarılıp, yasaklarından dikkatle kaçınan gerçek mü’minler;

«Âhirete yakînen îmân etmekle» şek ve şüpheden uzak, kesin bir îmân ile inanmakla övülürler.

Her müslümanın namaz kılarken günde 40 defa okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi Fâtiha’da yüce Allah için;

«Mâliki yevmi’d-dîn: Din gününün sahibi» denir.

Böylece, yapılan her işin bir mes’ûliyeti; dolayısıyla bir karşılığı, yani ceza ve mükâfatı olduğu fikri, müslümana telkin edilir. Çünkü bir insan, her hareket ve davranışının; iyi ise iyi, kötü ise kötü bir karşılığı olacağına ne kadar çok kesin olarak inanırsa, o işi o kadar çok istekle yapar veya ondan daha çok kaçınır. İşte ölümden sonra dirilmeye ve âhirette hesap vermeye îman, ceza ve mes’ûliyet fikrini ortaya koyar. İyi insan olma aşkını kuvvetlendirir.

Bütün bunlar dikkate alındığında; âhiret gününe îmânın, insan hayatı üzerinde çok büyük ve derin tesirleri vardır. Dünya hayatını gerçek yönüyle tasavvur etmek, bu îman sayesinde mümkün olur. Meselâ;

Âhirete îman, her şeyden evvel insan hayatına bir hedef, bir yön verir. Yaratılışımızın hikmet ve gayesini öğretir. Çünkü hedefi olmayan bir hayat, hayat değildir. Gayesi olmayan bir varlığın, hiçbir değeri yoktur.

Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak, insanı gayesiz olarak yaratmamıştır. Her varlığı olduğu gibi, onu da yaratıp başıboş bırakmamıştır. İnsanı da bir gaye, bir hedef için maksatlı olarak yaratmış; ona, yaratılmasındaki bu gayeyi tahakkuk ettirecek vasıf ve kabiliyetler vermiştir. Nitekim yüce Rabbimiz Kıyâme Sûresi’nin 36. âyetinde bu hususu şöyle belirtir:

“İnsan başıboş olarak bırakılacağını mı sanıyor?”

Bu âyeti mü’minler olarak çok iyi idrak etmemiz lâzımdır. Çünkü âhiret gününün varlığı, bizim bu dünyada başıboş olmadığımızı bize hatırlatmaktadır. Bu noktadan hareketle mü’min; yüce Rabbimiz’in bize;

«Şahdamarımızdan daha yakın» (Kāf, 16) olduğunu ve;

«Biz nerede isek bizimle beraber» (el-Hadîd, 4) olduğu hakikatini çok iyi kavramalıdır. Bu kalbî kıvama gelen mü’minler; dünyaya geliş gayesini anlayıp, âhiret hayatı için bir an bile zamanını zâyî etmeden gayret gösterirler. Bir an bile Allah’dan gafil yaşamazlar. Neticesini de âhirette mükâfat olarak alırlar.

Bu hakikatin tersi durumunda ise, âhiret gününün inkârı; «İnsanın dünya hayatından başka bir hayatı olmayacaktır.» şeklindeki bâtıl düşünce; dünya hayatını, hayvanların hayatına benzetmekten başka bir şey değildir. Böyle bir kimse, bu dünyadaki maddî varlıklardan başka bir vücut tasavvur edemez. Mânevî, rûhânî ve semâvî yüce varlıkları ve ahlâkî değerleri düşünmekten âciz kalır. Dolayısıyla; insana lâyık olan, yüce ve fazîletli bir hayat seviyesine yükselemez. Gayesiz olarak, yalnız şahsî çıkarı için çalışır ve varlığın sırrını kavrayamaz. Hayatı, ancak geçici bir lezzet ve faydalanma vasıtası olarak anlar. İşte bu düşünüş ve seviyede olan gafil kimseler hakkında, yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“Biz cehennem için birçok cin ve insan yarattık.

➢ Onların kalpleri var, ama onunla (hakkı) anlamazlar.

➢ Gözleri var, ama onunla (delilleri) görmezler.

➢ Kulakları var, ama onunla (nasihatleri) işitmezler.

■ Onlar hayvanlar gibidirler.

■ Belki ondan daha sapıktırlar.

İşte (haktan ve hakikatten) gafil olanlar bunlardır.” (el-A‘râf, 179)

Yine âhirete îman; ümitleri yenilemeye, elemleri hafifletmeye, hayat boyunca başa gelen musîbetlere sabretmeye ve karşılaşılan sıkıntıları yenmeye en büyük yardımcıdır. Çünkü bu îman; insanı, karşılaştığı her türlü musîbetlere tahammül etmeye, engelleri aşmaya ve başına gelen felâketler karşısında ümitsizliğe düşmemeye muktedir kılar.

Yine âhirete îman; insanı, hayır işlemeye, şerden kaçınmaya, kötülükleri terk ederek, fazîletlerle zînetlenmeye, hak ve adâlete uymaya, Allah’tan korkarak her işinde O’nun koyduğu hududu aşmamaya sevk eden en büyük âmildir.

Hulâsa, insan âhirete inandığı zaman; bu dünyanın câzibesine kapılarak kötü yollara sapmaktan kurtulur. Hayatın zaruretleri içinde ezilmez, rûhî ve ahlâkî örnek bir hayata kavuşur. Allâh’ın rızâsını ve âhirette kavuşacağı nimetleri düşünerek, kalbi ve gönlü huzur içinde olur. Yaptıklarının mükâfatını, buradaki kısa ömür içinde görmek için çırpınıp üzülmez. Çünkü o mükâfatını, zerre miktarı hakkın zâyî olmayacağı yer olan âhirette beklemektedir. Zira yüce Rabbimiz bu konuda;

“Bugün herkes (dünyada) ne kazandıysa, onunla karşılanır. Bu gün asla haksızlık yoktur. Şüphesiz ki Allah, çabuk hesap görür.” (el-Mü’min, 17) buyurmaktadır.

Cenâb-ı Hak bu idraki, cümle inananlara ihsan eylesin… Bizi âhiret azabından muhafaza eylesin.

Âmîn…