DEDİRTMEM! O KADAR!

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

–Ben size demedim mi; “Ben yönetim kurulu toplantısında iken kimse rahatsız etmesin!” diye?

–Kusura bakmayın beyefendi, mecbur kalmasaydım bunu yapmazdım. Haciz memurları geldi.

–Haciz memuru mu? Tamam, geliyorum.

–Bekir Bey! Geri dönen çekleriniz, zamanında yapmadığınız ödemeler…

–Biliyorum memur bey, yorulmayınız lütfen.

–Estağfirullah vazifemiz, yorulmuyoruz.

–Yapılacak bir şey kalmadı. Ne gerekiyorsa buyurun, yapın…

Bekir Bey, sırtını duvara dayadı ve yavaşça yere çömeldi. Tek kelime edemedi. Olanları seyretmekten başka bir şey gelmiyordu elinden. Tüm çalışanları özel eşyalarını yanlarına aldılar ve sessizce etrafında toplandılar. Hepsi, ekmek teknelerinin hazin sonunu gözyaşları içinde seyrediyordu.

Asistanı, elinde telefonla Bekir Beye yaklaştı ve;

“–Efendim eşiniz…” dedi.

Bekir Bey ilk başta konuşmak istemedi. Asistanı;

“–Efendim eşiniz önemli olduğunu söyledi.” dedi. Bekir Bey, telefonu eline aldı:

–Söyle Ayşe!

–Bekir Bey, zamansız aradım galiba; ama buraya gelmen gerekecek.

–Hayırdır?

–Haciz memurları geldi.

–…

Bekir Bey başını pencereye dayadı, ses tonu duyulacak en alt seviyeye indi. Neredeyse bir fısıltı ile;

“–Tamam geleceğim, ne diyorlarsa yapın.” dedi.

–Baş üstüne bey. Sen müsterih ol! Allah yardım edecektir. Çalmadın, çırpmadın. Nasibimizde bunu yaşamak varsa, yaşayacağız elbet. Veren de o, alan da…

–Hanım, şu dakika bile şöyle rahat konuşabiliyorsun ya, helâl olsun sana.

–Beni tanıdığını zannediyordum…

Bekir Bey odasının tam karşısındaki pencerenin önüne çöktü. Kollarını dizinin, çenesini de kollarının üzerine koydu. Hanımı ile bir yıl kadar önce aralarında geçen münakaşa geldi gözlerinin önüne:

–Bak Ayşe işler kötüye gitmese böyle yapmazdım! Ama artık bu ödeme kalemini bitirmek zorundayız. Tamam, iyi, güzel, hoş… Onca yetimi hayata kazandırmak, fakir gençlere umut ışığı olmak, kulağa hoş gelen şeyler. Peki, hanım bana kim umut ışığı olacak? Beni kim çekip çıkaracak bu durumdan?

–Allah! Bey, Allah! Rabbim her şeye kādirdir. Sen zannediyor musun ki bugüne kadar onca yardımı sen yaptın? Rabbim müsaade etmese nereye veriyordun? Ne olur bey gönlünü bulandırma, kıyma şu yetimlere! Bir sürü gayr-i menkulümüz var. Sat iki tanesini, atlat bu süreci…

–Olmaz hanım! Öyle iki sıkıntılı haber yüzünden ev, arsa satamam ben! Kolay mı alındı onlar?

–Yahu bey! Haddimi aşacağım belki kusura bakma; ama sen onları alırken bugünler için aldığını söylemedin mi? Hani o arsalar çok kıymetlenip kara gün dostu olacaktı? Şimdi satmayacaksın da ne zaman satacaksın?

–Bana bak Ayşe Hanım! Yardım kalemini bitiriyorum, o kadar! Bu konu kapanmıştır!

–Öyle mi bey? Sen benim amcaoğlumsun. Senin çocukluk zamanlarını da bilirim. Ayağında doğru dürüst bir lâstik ayakkabı bile yoktu. Top oynamak için dayıoğlunun lâstiğini istediğin gün gözümün önünde. Yalvardın âdeta, bir kerecik ayağın acımadan top oynayabilmek için. O sene mahsulün paylaşılma zamanı geldiğinde; senin hastalığın için, baban çok para harcadığından bir sonraki yıl için size seksen kilo buğday düştüğündeki babanın hâlini sen daha iyi biliyorsun. Unutma bey, seni o hastalıktan kurtaran da bu günlere getiren de Rabbin! Senin için en lüks giyecek, abinden kalan yamalılardı ve ben senin o günlerine ortak olmaya râzı olarak evlendim seninle. Hiç itiraz etmedim, hiç!

–Ne alâkası var şimdi benim söylediklerimle senin anlattıklarının?

–Ne demek yahu, ne demek? İki çekin döndü diye yetim yetâmânın, garip gurebânın hakkını kesmemi söylüyorsun bana! İlk kesmeye kalktığın harcama kalemi yetimlerin parası, hayır-hasenat kalemi oldu. Nasıl kabul etmemi bekliyorsun bunu benden? En ufak bir lüks harcamamı gördün mü? Bir gün olsun şu evde israfa şahit oldun mu? Bir gün olsun senden absürt harcamalar için para istedim mi?

–…

–Eğer keseceksen sen biraz lüksünden kes. Her ay mağaza kapatarak elbise alıyorsun kendine. Bir elbiseyi en fazla iki-üç kez giydiğini görüyorum. Her gittiğin yerde, verdiğin bol bol bahşişlerle bilinir oldun. Kapıdakiler beni iyi karşılasın diye, önüne gelene yağdırdın. Sırf İsviçre’den, İngiltere’den getirttiğin saatleri satsak o yetimleri kaç ay idare ederim ben. Neymiş efendim; «Beyimiz ultra zenginmiş! Ortamın gerekleri varmış! Onu dedirtmezmiş, bunu dedirtmezmiş!»

–Hanım çok ileri gidiyorsun ama!

–Sen de öyle Bekir Efendi! Gönlüme öyle geliyor ki bu tavrın sana çok pahalıya mâl olacak! «Demedi!» deme. «Koskoca Bekir Bey bahşiş vermedi!» dedirtmezsin; ama; «Bir yetime üç kuruşu çok gördü.» dedirtirsin öyle mi? Seni asıl ayakta tutanın ne olduğunu fark edememen beni yıktı!

Yazık, çok yazık!

Bana verdiğin hiçbir harçlık dahî yok ki ben onu bir ihtiyaç sahibi ile paylaşmış olmayayım… Ve bana yapılan her teşekküre, seni adres gösterdim. Ardınca koca bir duâ ordusu vardı. Eğer sen yardım kalemini iptal ediyorsan ben de gönül kapılarıma kepenk vuruyorum bilgin olsun. Beni kaybettin bey! Ben o çocukların heyecanı ile heyecanlanıyor, onlarla bir hüzünleniyordum. Onlar üşürken nasıl ısınırım? Bu evin sıcağı bizi ısıtır mı? Onlar açken… Sen bilirsin bey, sen bilirsin…”

Gelen haciz memurlarından iki tanesi Bekir Beyin odasına girdiklerinde aralarında uzun uzun konuşmaya başladılar. Ekibin başı, tüm haciz memurlarını yanına topladı. Tâlimat tarzı bir konuşmadan sonra hepsi etrafa dağıldı ve o âna kadar topladıkları eşyaları yerlerine bırakmaya başladılar. Bekir Bey yavaşça doğruldu, olan bitene bir anlam vermeye çalışıyordu. Onun bu merakına bir yetkili kısmen de olsa cevap oldu:

–Bekir Bey, haczi durduruyoruz. Yarın hukuk danışmanınız ve muhasebecinizle birlikte ofisimde bekliyor olacağım.

–Tabiî ki… Elbette… Erkenden geliriz.

–Yarın görüşmek üzere.

İcra Müdürü kartını vererek ayrıldı. Haciz memurlarının çıkışı ile birlikte iş merkezinde sevinç çığlıkları atılmaya başladı. Bir tek Bekir Bey sevinemiyordu.

Ne olmuştu da bu haciz durmuştu? Kim ne yaptı da iş değişti? Çünkü bu merhaleye gelmek demek, dönüşü olmayan bir yola girmek demekti.

Hemen hanımını aradı:

–Ne yaptınız? Nedir durum?

–Vallâhi bey, ben de anlamadım. Birden bir telefon geldi ve ne aldılarsa aynen geri koydular.

–Eee! Bir şey demediler mi?

–Gerekli bilginin sana iletileceğini söylediler ve gittiler. Sana bir şey söylemediler mi?

–Yarın için bekliyorlarmış.

–Şükürler olsun Rabbim’e. Kurban olduğum evimizi, barkımızı bize bağışladı.

–Hanım, o kadar peşin konuşma! Buraya da geldiler aynısı oldu. Henüz bir şey geçmiş değil.

–Şükrettim, çok mu? Yalnız, sen kazancından şüpheli isen orası başka!

–Hanııım! Elhamdülillâh şüphem yok.

–O zaman müsterih ol. Sabah ola hayrola inşâallah.

Ertesi gün Bekir Bey, hukuk danışmanı ve muhasebe müdürlerini de alarak zikredilen adrese gittiler. İcra Müdürü Rauf Bey, bazı yeni uygulamalardan bahsederek kendilerine muhtemel çıkış yolları gösterdi. İşleri bu duruma getiren ihmalleri art arda sıraladı. Takip edilecek süreç ve merhaleler hakkında detaylı bilgiler vererek bazı tavsiyelerde bulundu.

Görüşmeler bitmiş müsaade alınmak üzere kalkılmıştı. Kapıya doğru yöneldiklerinde Bekir Bey İcra Müdürü Rauf Beyden özel bir görüşme talep etti. Rauf Bey kabul etti:

–Elbette Bekir Bey, buyurun lütfen.

–Teşekkürler. Kusura bakmayın ve merakımı mazur görün. Dün ne oldu da bu haciz durduruldu? İçinde bulunduğum ruh hâli dolayısıyla bildiklerimizi de unuttuk. Öylece kalakaldım.

–Estağfirullah. Bir dakika bekleteceğim.

Rauf Bey dâhilî telefondan birini aradı:

–Ahmet Yusuf Bey, müsaitseniz gelebilir misiniz?

Odaya genç, uzunca boylu bir beyefendi girdi:

–Buyurun Rauf Bey!

–Bekir Beyi hatırladınız mı?

–Evet hatırladım. Dün ofisine gitmiştik.

–Bekir Bey, dün haczin nasıl durdurulduğunu merak ediyor. Sizden duysun istedim.

Rauf Bey ile Ahmet Yusuf Bey arasındaki karşılıklı tebessüm ortamı bir anda ısıttı:

–Tekrar hoş geldiniz Bekir Bey.

–Hoş bulduk. Allah râzı olsun.

–Lâfı uzatmadan konuya geçeyim. Ben sizin verdiğiniz burslarla okudum. İsminizi biliyordum, ama sîmâen sizi hiç görmemiştim. Biz Ayşe Teyzeyi yakînen tanıyoruz. Allah râzı olsun sizden de Ayşe Teyzeden de. Eksik olmasın; her ay kapımıza kadar gelir, ne ihtiyacımız varsa görür, cebimize harçlığımızı verir giderdi. Elhamdülillâh Yetim Ahmet, sizin sayenizde okudu ve bugün şükürler olsun bir işin ucundan tuttu. Düne gelecek olursak; ben dünkü çalışmaya geç dâhil oldum. Çocuğum hasta idi. Dolayısıyla isminiz zikredilmiş olsa da ilk anda ben de çağrışım yapmadı. Ne zaman ki odanızda eşiniz ve çocuklarınızla olan fotoğrafınızı gördüm, o zaman bilebildim kim olduğunuzu. Sonra eşinizin bize olan desteklerinden bahsettim müdürümüze ve haczin ne olursa olsun durdurulması noktasında ricada bulundum. Tabiî bu, o kadar kolay bir şey değildi. Bazı istişâreler ve inisiyatifler sonucu haciz durdurulmuş oldu. Sağ olsun müdürüm mevzu ile de bizzat ilgilendi ve en azından size biraz süre kazandırmaya çalıştı. Biz biliyoruz ki siz, -Rabbim imkân verdiği sürece- yetime, fakir, fukaraya sahip çıkacaksınız. Siz, Allah için vermenin ne demek olduğunun sırrına varmış birisiniz. İnşâallah en kısa zamanda işleriniz daha da iyi hâle gelir. Elimizden gelen, şimdilik bu kadar. Keşke daha fazlasını yapabilseydik…

–Estağfirullah Ahmet Yusuf Bey. Allah râzı olsun sizden. İnanın bu mevzu ile alâkalı yaşadıklarımı anlatsam inanmazsınız.

–Elbet inanırım. Çünkü Ayşe Teyze her seferinde sizin için duâ etmemizi isterdi bizden. Yani şu ifade yanlış olmaz sanırım:

“Ardınızca duâ eden bir duâ ordusu var!” Siz minicik yüreklere umut ışığı serpen bir vesile oldunuz. Biz; “Herhâlde bu adam yemiyor, içmiyor, tüm kazancını bize harcıyor.” derdik. Sadece şu an aklıma gelen sizin vesilenizle bir yerlere gelmiş en az otuz, kırk kişi sayarım. Bunlar sadece benim devrelerim. Kim bilir daha başka kaç kişi vardır…

Bekir Bey çok acı bir tebessümle birlikte ağlamaya başladı. Onun için sözün bittiği yerdi. Rauf Bey bir mendil uzattı. Bekir Bey gözyaşları içinde mevzuyu nihayete erdirdi:

–Keşke sizin bildiğiniz ve iyi niyet gösterdiğiniz şekilde olsa idi. Aslında sizin övgülerinize lâyık olan kişi, eşim Ayşe Hanımdır. İnanın bana kendisine hiç lüks bir kıyafet alamadım, aldıramadım. Hiç mi heves etmezdi? Onca lüks ortamlarda, o birbirinden süslü kıyafetler giyen hanımlara hiç mi özenmezdi bilmiyorum. Ne zaman kendisine bir kıyafet almak istesem;

«Benim var çok şükür. Eğer bu rakamı gözden çıkardı isen, ver bir yetimi daha sevindirelim.» derdi. Evde yediği, köyde fakirlik günlerimizdeki menüyle hemen hemen aynıdır. Ben genelde dışarıda takıldığım için ara sıra kendimce lâf sokardım;

«Gün gelir fakir düşersek, alışması zor olmasın diye böyle yapıyorsun değil mi?» derdim. Tebessüm eder geçerdi. Ve geçen sene ben bu hayır kalemini bitirmek istediğimde çok acı bir tartışma yaşamıştık. O zaman onun bu konudaki samimiyetini lâyıkıyla anlayamamıştım. Velhâsıl Ahmet Yusuf Bey, işin aslı bu. Allah sizden râzı olsun. Allah sayılarınızı artırsın. Duâ edin ve şahit olun ki ben de bundan sonra hayır hasenatımdan asla ve asla vazgeçmeyeceğim. Bugüne kadar kendim verdiğimi zannediyordum… Veren de O alan da…