CAN… İNSAN… MÜSLÜMAN…

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

mustafa_asim_kucukasci_yuzakidergisi_agustos2016

Muhafazası zarurî beş esas:

➢ Can,

➢ Mal,

➢ Din,

➢ Nesil ve;

➢ Akıl…

Bütün ilâhî tâlimatlar, bu korunması zarurî esaslara hizmet eder.

Dînimizin ilk muhatap olduğu câhiliyye devrinin bâriz hususiyetlerinden biri, can güvenliğinin olmayışıydı. Ne bitkiler için, ne hayvanlar için ne de insanlar için.

CAN

Can aziz değildi, câhiliyyede. Ok atarken canlı kuşlara atarlardı. Can almak oyundu. (Günümüz câhiliyyelerinden İspanya’daki boğa güreşleri de boğaların zulmen öldürülmeleriyle oynanır. Horoz ve deve güreşleri de böyle zulümlerdir.)

Hayvanı boğazlamadan üzerinden et kesmek gibi zulümler de vardı.

İslâm geldi, bütün mahlûkata can güvenliği geldi. Sultanlar dahî; “Meyve ağaçlarına zarar veren karıncaya kıymak câiz midir?” diye endişeye düştü. Yılan-çıyan gibi mahlûkatı dahî öldürmek yerine, zararından uzak durmakla yetinildi.

İNSAN

Câhiliyyede; insanların canı da aziz ve muhterem değildi. Arapların geniş coğrafyasında birlik beraberlik sağlayabilecek bir idare yoktu, bir hükümdar da yoktu. Geriye akrabalık ve kabîle bağlarıyla kendini korumak ve başkasına saldırmak kalıyordu. Asabiyet devriydi… Aileler ve kabîleler arasında kan dâvâları vardı. Medine’nin iki Arap kabîlesi olan Evs ve Hazrec yüz seneden fazla bir iç savaş yaşamışlardı.

Peygamberimiz geldi ve insanları Hakk’ın dînine çağırdı. Îmân ile birlikte; hakka, adâlete, insafa, dürüstlüğe, doğruluğa, iffete ve kardeşliğe çağırdı. Küfür ve şirkten sakındırdığı gibi; zulümden, haksızlıktan, yalandan ve ahlâksızlıktan da uzaklaştırdı.

Peygamberimiz’in de canı tehlikede idi. Kendisine karşı çıkan, tahkir eden, tehdit eden ve saldıran kişilere karşı, sabretmekten başka bir şey yapmadan tebliğine devam etti. Ashâbından öldürülenler olduğu hâlde; asla çeteler kurmadı, sûikastler düzenlemedi. 13 yıl her türlü meşakkate ashâbıyla tahammül etti. Peygamberimiz; kendisine hakaret ettiği için Ebû Cehil’i döven amcası Hamza’ya dahî;

“Beni bu sevindirmez!” dedi. O’nun derdi intikam değildi. Hidâyet idi.

Hicretten sonra; devlet kurdu, harbe izin çıktı, kumandan oldu, seferler yaptı. Fakat yine cana kıymak en son çare idi. Harpler müdafaa içindi. Bedir, Ebû Cehil’in ısrarlı kampanyası olmasa gerçekleşmeyecekti. Uhud’da, Hendek’te saldıranlar Mekkeli müşrikler, müdafaada bulunanlar müslümanlardı. Mekke fethinin kansız olması için Efendimiz; büyük gayret sarf etmiş, sonunda da müthiş bir af bayramı ilân etmişti.

Yani kâfirin canı da değerliydi. Çünkü candı, insandı.

Çünkü;

“Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde bozgunculuk yapmamış (masum) olan bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.” (el-Mâide, 32)

“Allâh’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin.” (el-İsrâ, 33) buyuran Allah da din kaydı koymamıştı. Can demişti.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz; seferler esnasında yolda sahipsiz bir ceset görse, kimlik sormaz, din sormaz, insana hürmet ettirir, defnettirirdi. Yanından geçen bir yahudi cenazesine de hürmeten ayağa kalkmıştı.

Bütün canlara, bütün insanlara getirdiği can emniyetini; tesis ettiği İslâm toplumunda müslümanlar arasında ise en yüksek ölçülere getirdi.

MÜSLÜMAN

İslâm, müntesiplerini kan kardeşliğinden daha kuvvetli bir îman kardeşliğiyle birleştirmişti. Yekvücut bir hisar hâline getirmişti. Birbirine menfî duygular beslemek men edilmiş; muhabbet, merhamet, cömertlik, diğergâmlık ve tevâzu şiar olmuştu.

Hâl böyleyken;

Müslümanın müslümanı öldürmesi kabul edilemez, âdeta tasavvur edilemez bir şeydir:

“Bir mü’minin bir mü’mini öldürmesi olacak şey değildir…” (en-Nisâ, 92)

Hatâen öldürene dahî ağır müeyyideler getirdi.

Mü’minin kanını helâl görmeyi küfür saydı:

“Kim bir mü’mini kasten öldürürse; onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.” (en-Nisâ, 93)

Kātil; kısas veya diyetle kefâretini öder, îman tazeler ve tevbe ederse; ancak bu cezanın ebedî faslından kurtulması mevzubahis olabilirdi. Aynı zamanda kul hakkı için âhirette çetin bir hesabı bekleyecekti.

Hadîs-i şerifler cinayetin Cenâb-ı Hakk’ın gazabını ne kadar çektiğini ifade etmekte:

“Eğer gök ve yer sakinleri bir mü’minin kanının akıtılmasına (öldürülmesine) katılsalar, Allah mutlaka onları cehenneme yüzü üzere sürer.” (Tirmizî, Diyât, 8)

“Mü’minin öldürülmesi Allah katında, bütün dünyanın yok olup gitmesinden daha büyüktür, (ağırdır.)” (Nesâi, Tahrim, 1)

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Vedâ Hutbesi’ndeki son îkazlarının da mühim bir kısmı; «Cana Kıymamak» üzerine oldu.

Âhirzaman hakkındaki îkazlarının da mühim bir kısmı; cana kıymanın basitleşeceği, İslâm toplumlarının; «öldürenin niye öldürdüğünü, ölenin niye öldüğünü bilmediği» hercümerçlere düşecekleri istikametindeydi.

Bugün bu îkazları dünden çok daha iyi idrak ediyoruz.

İnsanoğluna Kābil’den beri bir virüs gibi bulaşan «kan dökme, fesat çıkarma» hastalığı günümüzde «terör» olarak karşımızda.

Rahmet mevsimi Ramazân-ı şerif; birçok İslâm beldesinde ve hattâ maalesef Medîne-i Münevvere’de, intihar saldırılarıyla hüzün ve acılarla kundaklandı. Fâil IŞİD…

Öncesinde ve sonrasında, aynı fâil tarafından batı ülkelerinde de birbiri ardına terör saldırıları yapıldı. Batıda zaten yükselen İslamofobi, İslâm’a karşı savaşa doğru körüklenmeye başlandı.

En son 15 Temmuz’da da, güya dînî bir hareketin sızması hâinler; bir darbe kalkışması yaparak müslüman halkına silâh doğrulttu, ateş etti, bomba attı, tankla çiğnedi, 200 küsur can aldı. İşin garip tarafı; bu hareket, Ilımlı İslâm Modeli olarak arz ediliyordu!

Her iki cânî harekette de ortak nokta:

1. Yabancılarla içli dışlı olmak, dış kaynaklı ve destekli olmak.

2. Düşmanı gördüğü müslümanı kolayca ötekileştirmek, tekfir etmek ve hücum etmek.

Meselâ IŞİD; kendisini desteklemeyen herkesi mürted (dinden çıkmış) ilân ederek, kâfir görüyor ve öldürmeyi mubah sayıyor.

Darbeci PDY’nin başı da, kendi şenaatlerine destek olmayan müslümanlara; “Evlerine ateşler salsın…” diye başlayan bedduâlarda bulunuyor. Aynı çizgi…

Hâlbuki; dînimizde tekfirden, mü’min kardeşini kâfir saymaktan şiddetle sakındırılmıştır. Dînimiz, din tespitinde sadece «beyan»ı esas alır. Îman kalptedir; fakat kimse kalbi yarıp bakamayacağı için, zâhirle hükmedecektir. Günahlar kimseyi dinden çıkarmadığı için, burada fiiller de ölçü alınamaz. Şahâdet ehli ve kıble ehli, tekfir edilemez.

Kaldı ki; IŞİD’in ve PDY’nin terör faaliyetleriyle, sivil gayr-i müslimleri öldürmek de asla İslâm ile bağdaştırılamaz. Çünkü yukarıda ifade ettiğimiz üzere, asr-ı saâdette bu tarz terör faaliyetine kesinlikle başvurulmadı. Hatâen yahut câhiliyye alışkanlıklarıyla sergilenen aşırılıklara Efendimiz; şiddetle karşı çıktı. Savaşlar ancak zaruret hâlini alınca, müesses ordular arasında oldu.

IŞİD’in yaptığına misal aranacaksa, ancak müşriklerin yaptığı Bi’r-i Maûne ve Recî gibi terör hâdiseleri gösterilebilir. Bu hâdiselerde Kur’ân öğretmeye giden müslümanlar, pusuya düşürülmüş ve katledilmişti.

Bir başka açıdan bakalım:

Dîne mesafeli insanlar, bu manzara karşısında suçu yine de İslâm’a hattâ bütünüyle dîne fatura edebiliyor.

Hâlbuki takip edenler biliyorlar ki, bu uzun yıllardır sürdürülen bir plânın parçası:

İslâm düşmanları, yıllardır dînimizi şiddetle, cinayetle ve terörle boğma çalışmasındalar.

➢ Tarihin Sonu ve Medeniyetler Çatışması tezleri (1990’lar);

➢ 11 Eylül (2001);

➢ Bu bahaneyle Afganistan ve Irak’ın işgali… Fakat o işgal edilen yerlerde, yine batılı kurguya hizmet eden Tâliban’ın güçlenmesi, IŞİD’in zuhuru… Aynı esnada tahrik unsuru olarak İran milislerinin, istikrarsız bırakılan Sünnî coğrafyalarda cirit atması…

➢ Arap Baharı (2010-…): Darbeler (Mısır, Tunus); istikrarsızlaştırma gayretleri (Irak, Suudî Arabistan, Bahreyn); iç savaşlar (Suriye, Libya, Yemen, Lübnan)…

Müslüman toplumları tahrik ve gayrimüslim toplumları alıştırma bakımından;

➢ Efendimiz’i bombalarla resmetme küstahlığı gösteren karikatür krizleri (Danimarka 2005-Fransa 2015);

➢ Papa’nın; «İslâm kılıçla yayıldı!» iftirası (2006)…

Ezcümle;

İslâm’ı; vahşet, şiddet ve cinayetle yaftalayabilmek, bu iftirayı vesile ederek de müslümanları baskı altında tutabilmek için sürdürülen çeyrek asırlık bir proje bu.

Fakat bize düşen; insanımızın ve çocuklarımızın bir daha bu tür tekfir edici ve dış bağlantılı, gizli-kapaklı, şiddet veya taviz temâyüllü akımlara kapılmasına mâni olmak. Bunun yolu da, onlara; hür, şeffaf, sahih ve müstakîm bir dînî öğretim ve eğitimi verebilmektir. İslâm kardeşliğini kazandırabilmektir. İstiklâl, millet ve vatan aşkını kazandırabilmektir. En mühimi;

Şefkat ve selâmet dîni olan İslâm’ın; müslümana, insana, hattâ her cana nasıl bir emniyet bahşettiğini öğretebilmemizdir. Yeniden asr-ı saâdetteki gibi cihana rahmet olup yağmaktır.