BUNA DEĞER MİYDİ?

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

f_garcan-SAYI-141

–Efendim görüntüleri getirdim.

–Tamam. Başka gören veya durumdan işkillenen oldu mu?

–Hayır efendim.

–Tamam. Ne olursa olsun, kim olursa olsun! Şirketimde böyle bir olayın gündem olmasını kesinlikle istemiyorum!

–Baş üstüne Serhat Bey. Evet görüntülere baktığımızda; Erkan Beyin etrafı iyice kolladıktan sonra paraları alışı, cebine koyuşu… Sonrasında sizden izin alışı ve binadan çıkışı…

–«Bey» deme şuna! Şimdi nerede peki?

–En son bilgi memlekete doğru yola çıktığı.

–Hımm. Bak, onun bu kameradan haberi yok. Diğerlerini iyi kollamış; ama bir de bu işin ilâhî kameralardaki kaydı var. Aslında ben, böylesi bir olayın duyulmaması için bu paradan da vazgeçerim; ama bu ona kesinlikle iyilik olmaz! Hele ki çoluk çocuğuna yazık ederiz. Çocuklarını falan tanıyorum, insan bakmaya kıyamaz! Niye böyle bir şey yaptı hâlâ anlamış değilim; ama artık haddi aştı!

–Ne yapmamı istersiniz Serhat Bey?

–Şimdilik kimseye bir şey söyleme! İzin dönüşünü bekleyeceğiz. Geldiği gün bize müsait bir oda ayarla, orada usûlünce görüşelim. Olmadı babam da gelir. Onunla hukuku daha farklıdır; ne de olsa yaşça benden büyük. İtiraz edip farklı bir manevra çekebilir, dikkat etmemiz lâzım. Maksat rezil etmek değil, hatayı düzeltmek ve kazanmak. Çünkü buranın en eskilerinden, inşâallah hayırla sonuçlanır.

–İnşâallah. Vallâhi sabır ve duruşunuza hayranlığımı ifade etmek isterim. Bir başkası olsa şu görüntülerden sonra, hele ki çalınan paranın miktarına bakıldığında; direkt durumu emniyete taşır ve resmî kanallardan işini çözmeye bakardı.

–İşin oluru da öyle; ama Erkan Beyin personel içinde ayrı bir yeri oldu bugüne kadar. Sonrasını düşününce insan… Öyle işte… Neyse bir gelsin bakalım!

Yaşanan bu üzücü olay; Serhat Beyin babası Rasim Beye intikal etti. O da oğlunun bu olgun tavrından memnun olmuştu. Rasim Bey;

“İnşallah kıymetini anlar da yaptığı yanlıştan çabuk döner. İnkâra kalkarsa bu hem onun için hem de onu sevenler için hiç hoş bir hâtıra olmayacak!” diyerek üzüntüsünü ifade etmişti.

Aradan bir hafta geçmiş; Erkan Bey izinden dönmüş, iş başı yapmıştı. Serhat ve Rasim Beylerin plânı hazırdı. Daha önceden hazırlattıkları müsait bir odada mevzu açılacak, Erkan Beyin tavrına göre de farklı tavırlar ve metotlar uygulanacaktı.

Erkan Bey odaya çağırıldı. Rasim Bey ve Serhat Beyi uzun bir aradan sonra böyle görünce, yaptığı panik dikkatlerden kaçmadı.

–Ooo selâmün aleyküm Rasim başkanım, Serhat başkanım. Sizi böyle görmek ne kadar güzel! Neye borçluyuz bu nasibi?

Onun bu pişkinliği Rasim Beyi bir hayli huzursuz etmişti. Kendini zor tuttu. Bir; «Lâ havle…» çekip yüzünü pencereden tarafa döndü, gözlerini uzaklara çaktı. Serhat Bey, babasının durumunu fotoğraflamıştı.

–Aleyküm selâm, buyurun Erkan Bey. Şöyle oturun.

Erkan Bey ortamın soğukluğunu hissedince ne yapacağını bilemedi. Samimî ve şirin görünmeye çalışmanın pek yerinde olmayacağı âşikârdı. Koltuğa çakılı kaldı. İyice büyümüş gözleri, göz yuvasında fıldır fıldır dönüyordu. Onun bu hâli de Serhat Beyin dikkatinden kaçmadı.

Serhat Bey makamının gerektirdiği bir ses tonuyla:

–Bak ağabeyim, hiç eğip bükmeyeceğim! Açık ve dürüst olursan senin faydana olacaktır!

–Tabiî ki efendim. Hiç şüpheniz olmasın. Buyurun, mevzu nedir?

Birden Rasim Beyin elindeki tespihin ipi koptu ve taneleri teker teker etrafa dökülmeye başladı. Erkan Bey bir ok gibi fırlayıp taneleri toplamaya kalktı. Rasim Bey çok keskindi:

–Otur yerine!

Bir an öylece kaldı. Doğruldu ve ellerini bağladı.

–Başkanım bir kusurum mu olmuş? Bu hâliniz…

–Serhat’ın sorularına cevap ver.

Söz tekrar Serhat Beydeydi:

–Peygamber Efendimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîfinde yalanla îmânın asla bir arada bulunmayacağını söyler. Şimdi soracaklarıma verecek olduğunuz cevaplarda bu kriteri gözetmenizi istiyorum.

–Anlaşıldı.

–Malûm olan bir tarihte, sadece sizin sorumluluğunuzda ve alanınızda olan bir miktar paranın çalındığı tespit edilmiştir. Bu konuda…

–Bunu niye bana soruyorsunuz? Ben kaç gündür izindeyim. Gitmeden önce de hesap teslimimi yapmışım. Bilmiyor musunuz?

Rasim Bey, dayanamadı:

–Bana bak evlât! Elimde büyüdün, sana verdiğim emeği ömrüm boyunca sayılı adama verdim. Şimdi sağa-sola eğip bükmeye çalışma! Adam akıllı tavrını, duruşunu gözden geçir! Elimizde yeterli bilgi olmasa, sence böyle bir görüşme olur muydu? Ki sen bu çatı altında hiç şahit oldun mu böyle bir sahneye? Yıllardır işletiriz bu fabrikayı? Yalnız biri, bizi tedbirsiz zannedip ikinci kasadan ciddî bir miktarı çaldığını zannediyor. Şimdi senden…

–Vay haysiyetsiz, haramzâde! Sizin gibi bir adamın malına göz dikenin gözünü oyarım!

–Yavaş ol Erkan! Acele etme sözümü bitirmedim.

–Kusura bakmayın efendim.

–Artık iş, o safhayı geçti. O kusura beraber bakacağız.

–Nasıl yani? Ben para falan çalmadım! Yemin ederim! Hattâ; annemin, babamın, çoluk-çocuğumun üzerine yemin ederim ben öyle bir şey yapmadım!

–Dur oğlum öyle büyük yeminler etme! Elimizde bilgiler var diyorum, niye büyük yeminler ediyorsun?

–Ama efendim, ben yapmadım! Vallâhi-billâhi elimi sürmedim.

–Sussana be adam! Yediğin halt yetmezmiş gibi koca koca lâflar ediyorsun! Sen yapmadın madem…

Erkan Bey yine lâfa atladı:

–Kim yapacak? Ahmet yapmıştır tabiî ki de… Hem onun önceki iş yerinden ayrılışı da böyle olmadı mı?

–Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu be adam! Sen ne biçim konuşuyorsun? Nasıl iftira atarsın? Hem nereden biliyorsun Ahmet’in buraya nasıl geldiğini, niye geldiğini?

–Biliyorum işte! Önceki iş yerinden hırsızlıktan ötürü kovulmuş! Oradaki bir çalışandan öğrendim!

–İyi halt ettin! Serhat! Aç şu kamera kayıtlarını!

–Baş üstüne baba! Erkan Bey, yanıma gel!

Erkan Bey, kamera kayıtlarını izleyince artık bu işin sonuna gelindiğini anlamıştı. Şimdi bu çıkışının kendisi için neye mâl olacağının derdine düştü.

Rasim Bey, ağır adımlarla yaklaştı:

–Bak Erkan! Ahmet orada hırsızlık yapmadı! Ona iftira atıldı. Uzun bir süreçten sonra iftira da iftiracı da ortaya çıktı ve itiraflar silsilesi ile adam akladı kendini. Patronu benim arkadaşımdı. Bu mevzuda çok yara aldığı için ayrılmak istemiş. Arkadaş da sahip çıkmak adına benden rica etti. Ben de kabul ettim. Şimdi her şeyi anlat!

–Ne anlatayım efendim? Zaten her şey ortada!

–Yoook! Öyle değil işte! Bir, Ahmet hakkında o bilgiyi kimden aldın?

–Kayınbiraderim o şirkette çalışıyor. Ben ondan gelen bilgiyi test etme ihtiyacı hissetmedim. Şeytan aklıma girdi ve kendimce böyle bir plân yaptım. Paranın kaybolduğu ortaya çıkınca da tüm ilgileri ona odaklayıp işten sıyrılmayı düşünüyordum. Nasılsa hatırı sayılır bir bilgi vardı elimde… Lâkin şu an elinizdeki görüntüleri kaydeden kameradan haberim yoktu. Çünkü daha önce hangi kamera, nereyi kaydediyor bir vesile kontrol etmiştim. Onu hesap edemedim. Olay budur!

–Peki o delikanlının bir ailesi, çoluk-çocuğu var! Onları hiç mi düşünmedin? Ya plânın tutsa idi, vicdanın hiç mi titremedi be oğlum?

–Efendim, şeytan insanın kanına girince gözü görmüyor işte…

–Peki şu an şeytanınla mı konuşuyorsun? Yoksa bir kenara attın mı?

–Tabiî ki de attım efendim. İçinde bulunduğum rezilliğin tarifi mümkün mü?

–Öyleyse… İki… Bu kaçıncı?

–Nasıl yani? Kaçıncı derken…

–Evet. Bu ilk değil!

–Ne demek istediğinizi anlamıyorum!

–Bu ilk değil!

Erkan Bey, başını ellerinin arasına aldı ve ağlamaya başladı:

–Kusura bakmayın efendim. Kendimce kusursuz bir işleyişti. Ve sizden de en ufak bir renk, bir yansıma görmeyince; plânın tuttuğunu düşündüm.

–Evet doğru söyledin. Peki kaç kere oldu bu?

–Birkaç defa oldu galiba. Tam sayısını hatırlamıyorum.

–Hatırlamazsın tabiî! Yol yaptın yol! Eğer Ahmet’e iftira atmaya kalkmasa idin, tavrım daha farklı olacaktı. Ahmet’e iftira atmanı hazmedemedim!

­–Haklısınız efendim! Peki nasıl anladınız?

–Sana ne! Nasıl anladıysam anladım! Sen hâlâ o kameraya nasıl yakalandığının hesabındasın! İlâhî kameralar var oğlum! İlâhî kameralar! Senin-benim göremediğim daha milyonla kamera var. Sen o hesabı düşün, diye ben seni adam gibi karşıma aldım. Çoluk-çocuğuna acıdığım için seni karşıma aldım. Çocuklarına; «Hırsızın oğlu!» denmesin diye karşıma aldım! Hanımın ileride boynu bükük kalmasın diye karşıma aldım! Sen ise hâlâ çakalca kuyruğu nasıl dik tutarım, diye uğraşıyorsun seviyesiz herif seni! Madem merak ettin; bir prensip kurtardı bu mevzuyu oğlum. Bir güzel prensip:

Hazret-i Ömer’in halîfeliği zamanında bir hırsız cellâda teslim edilmişti. Hırsız;

“–Ey mü’minlerin emîri, beni cezalandırma, bu ilk suçum!” dedi.

Hazret-i Ömer;

“–Hâşâ! Allah ilk suçta hemen gazaba gelip ceza vermez! Lutfu anlaşılsın diye defalarca örter de günahta ısrar edilince adâletini göstermek için ceza verir. Böylece lutfunun müjdeci, kahrının korkutucu olmasını diler. Eğer bu ilk suçun olsaydı yakalanmazdın!” deyince genç boynunu büker.

Sen bu lutfu, farklı yorumlayıp cesaret kazandın! Bu hâdiseyi hayatımda köşe taşı bir prensip olarak bildim. Bugüne kadar çok farklı durumlarda onca ismi kurtarmaya vesile oldu. Lâkin sen arkadaşına iftiraya atmaya kalkınca, kendi biletini kendin kestin evlât! Sen içindeki cevheri öldürmüş, bize yapacak bir şey bırakmamışsın! Serhat!

–Baş üstüne baba!

–Nasıl yani? Şimdi ne yapacaksınız bana?

–Sana müstehak olan: Bu görüntülerle birlikte emniyete verip ele-güne rezil etmek! Ama öyle yapmayacağım! Benden çaldığın bütün paraları geri getirmek için süren başladı!

–Tamam! Paranın çoğu bende. Az bir şeyini harcadım. Hemen getireyim; ama ne olur aileme bir şey yansıtmayın. Ben geri kalanını da maaşımdan öderim!

–Hangi maaş?

–Evet haklısınız! Ne olur çoluk-çocuğuma acıyın!

–Sen acıdın mı?

–Binlerce kez haklısınız, büyük eşeklik ettim. Ne iş verirseniz yaparım!

–Madem öyle; hemen tevbe ipine sarıl. Rabbine istiğfar et! Yalnız hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak! Sen benim ana ofiste olacaksın. Borcunu ödeyince tekrar karşıma alacağım seni. Son sözümü o zaman söyleyeceğim! Vazifenden azledildin!

–Allah sizden râzı olsun. Bana bu şansı verdiğiniz için. Göreceksiniz çok farklı biri olacağım.

–Çıkabilirsin.

Rasim Bey, Erkan’ın arkasından uzun uzun baktı ve;

“–İnşâallah evlât! İnşâallah dediğin gibi olur. Zira ben de Allâh’a vereceğim hesabın derdindeyim… Seni kovmak en kolayı idi…” dedi.