BU YANGINI KİM SÖNDÜRECEK?

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

fatih_garcan_yuzakidergisi_ocak2016

Elinde valizi, sırtında sırt çantası ile yetişeceğim diye; terin, suyun içerisinde vardı havayolu kontuarına. Sıraya girdi ve beklemeye başladı. Henüz iki dakika geçmişti ki duyuru ekranında seyahat edeceği uçağın üç saatlik rötar yaptığını gördü. Yetişebildiğine olan sevinci kısa sürmüştü. «Hayırlısı…» dedi kendi kendine.

Biletini aldı ve bekleme salonuna geçti. Salon hemen hemen doluydu. «Nereye otursam? Nereye otursam?» diye bakınırken bir beyefendinin yanını boş gördü. Dikkat kesildiğinde, beyefendinin elindeki küçük bir Kur’ân-ı Kerîm’i büyük bir huşû ile okuduğunu fark etti. Hemen yanına gidip oturdu. Temiz yüzlü biri idi ve hafif bir sesle öyle tatlı okuyordu ki, Talha, uzunca bir süre usulca dinledi.

Cüz bitmişti. Talha yanındaki adamın kulağına eğildi:

–Allah kabul etsin.

–Allah râzı olsun.

–Çok akıcı okuyamam; ama fırsat buldukça dinlemeyi çok severim, siz çok güzel okuyordunuz. Yanınıza oturmak için izin alacaktım; fakat dünya ile bağlantınızı kesmiş gibi idiniz.

–Estağfirullah. Buralar, hepimizin hizmetine sunulmuş, ne izni?

–Hoca mısınız?

–Hayır da niye sordunuz?

–Hiç zorlanmadan, çok rahat okudunuz da merakımdan sordum.

–Keşke olabilse idik. Nasibimiz itfaiye erliğinden yana imiş.

–İtfaiye erliği de güzel bir şey, niye öyle dediniz ki?

–Şikâyet etmedim, ama bir hoca olup genç nesillere hizmet etmek hep hayalimdi.

–Genç nesle hizmet etmek için illâ hoca olmaya gerek yok! Bak, duruşun bile yetiyor mâşâallah. Meselâ, benim dikkatimi çektiniz ve az da olsa başka yer varken gelip sizin yanınıza oturdum… Kur’ân okurkenki hâliniz hakikaten mest edici idi. Yeni neslin belki de en büyük ihtiyacı, güzellikleri hayatın her karesine taşımış örnek insanlar. Söylemekle ve dinlemekle yetinmeyip, öğrendiği güzellikleri hayata tatbik eden o saygıdeğer insanlara öyle ihtiyaç var ki…

–Siz ne iş yapıyordunuz?

–Öğretmenim.

–Mâşâallah ne güzel bir hizmet!

–Bu arada başınız sağ olsun!

–Niye öyle dediniz hocam?

–Hani Kur’ân okuyordunuz ya, ondan! Kusura bakmayın.

–Ne kusuru? Yalnız Kur’ân-ı Kerim okumak için illâ birinin ölmesi mi gerekir hocam? Kur’ân sadece ölülerin arkasından okumak için mi indirildi? Dirilerin hiç ihtiyacı yok mu? Siz daha iyi bilirsiniz, haddimi aştıysam özür dilerim.

–Yok yok, bilâkis bir gerçeği ifade ettiniz. Ben bir an öyle düşünmüş bulundum. Bu dediğiniz, henüz birçoğumuzun yakalayamadığı bir bakış açısı.

Bu sırada etraftan;

“Hii! Eyvah! Cık cık cık…” gibi ifadeler duyuldu. Etraftakiler, ekrandaki habere odaklanmışlardı. Haberin detayı;

“Kızlı-erkekli bir grup genç; kiraladıkları araç ile bir müddet gezmişler, sonra da gecenin ilerleyen saatlerine kadar sahil kenarında alkol almışlardı. Dönüş yolunda da aldığı alkolün etkisi ile şoförlük yapan delikanlı direksiyon hâkimiyetini kaybetmiş ve acı bir kaza olmuştu. İçlerinden biri hariç diğerleri hayatını kaybetmişti.”

Haberin devamında, arkadaşlarının başında gözyaşı döken delikanlının görüntüleri yer alıyordu. Bu pişmanlığın tarifi, bir hayli zor olsa gerek idi ki görüntüler, yorumsuz yayınlanıyordu.

Talha Hoca ellerini dizine vuruyor ve dudaklarını ısırıyordu:

–İşte güzel ağabeyciğim, tam da sizin üzerinde durduğunuz noktanın ardınca geldi. Biz bu gençlerin dirisine iki satır Kur’ân-ı Kerim öğretse idik, acaba durum böyle mi olurdu? Bu yavrularımızın şu perişan hâlde gittikleri yerden biraz olsun haberleri olsa idi, acaba onlar yine böyle davranır mıydı? Beraberce yaptıkları program; elde içki, sahil kenarı olur muydu yine?

–Haklısınız hocam, siz böyle acı acı konuşurken ben de kendime şöyle bir baktım da; “Kendim ne biliyorum ki evlâdıma ne verebileceğim?” dedim.

–Ama siz en azından Kur’ân okuyorsunuz. Çocuğunuzun sizi; Kur’ân okurken ve namaz kılarken görmesi, elinizde içki kadehi ile poker masasında görmesinden çok daha iyidir! Öyle değil mi?

–Peki, sizce yeterli mi hocam? Ben bu işi seçerken; “İnsanlara en ufak bir faydam olur mu? Birinin hayatını kurtarabilme bahtiyarlığına erebilir miyim? Bir hayır duâ alabilir miyim?” derdi ile seçmiştim. Şimdi şu soru bir kez daha gönlüme düştü: “Acaba asıl yangın hangisi?”

Nefse uyup işlenen günahlar neyse de… Asıl îmanlar kavruluyor… Ebedî hayatlar tutuşuyor… Kabirler cehennem çukurlarına dönüşüyor…

–Evet ağabey, haklısınız. Bu arada öyle bir daldık ki mevzulara, isminizi sormayı unuttum. Ben Talha.

–Ben de Bilâl, memnun oldum hocam.

–Ben de güzel ağabeyciğim. Asıl yangına gelince; işte hepimizin kendini avuttuğu veya öyle zannettiği alan. Oturduğumuz zaman mangalda kül bırakmıyoruz; modern eğitim metotları, pedagojiler, sosyal psikolojiler, seminerler, paneller… Buyurun, hangi birimiz yetişebildik bu çocuklara? Acaba hangi birimiz nikâhsız bir şekilde bir yabancı ile aynı araçta ölen kızcağızın ebeveyni olmayı kaldırabilir? Sormazlar mı; «Sen neredeydin?» diye.

–Aynen hocam! Hakikaten zor bir durum! Tahayyülüne bile yürek dayanmayan bu acı tabloyu, az önce izlemiş olduğumuza bile inanası gelmiyor insanın.

–Bu gerçeklerden hep kaçtık veya kaçmaya çalıştık. Yoksa bu durum böyle olur muydu? Dertlileri olarak(!) biraz olsun üstüne gitmeyi tercih etse idik, belki de biz şu an bu gençlerin ödül törenlerinden bir sahne izliyor olacaktık. Elîm acıları yerine, gurur verici başarılarını konuşacaktık. Daha güzel olmaz mıydı?

–Katılıyorum hocam. Vallâhi ben insanlığı maddî yangından kurtarmaya kendimi vakfettim; ama asıl bu nesli cehennem ateşinden koruyacak vakıf insanlara ihtiyaç var. Lise yıllarımdaki hocaları hep hürmetle yâd ederim. Her biri bir rehberlik uzmanından daha fazla ilgilenirdi bizimle. Her hoca, talebeleri hakkında hemen hemen her bilgiye sahipti. Bir keresinde bir hocamızın; yetim bir arkadaşımızın evinde kışlık odun keserken, küçük bir kaza ile kendini yaraladığını öğrenmiştik. Meğer o hoca; yıllardır o yetimin kışlık odununu hazır edermiş de, bizim haberimiz olmamış. O kaza da vesile olmasa herhâlde hiç haberimiz olmayacakmış. Evindeki oduna varıncaya kadar…

–Evet Bilâl Ağabey, o hocalar bugün yok değil; ama sayıları kaçtır bilinmez. Şimdi o okullarda ideoloji savaşları gibi çok meşgul oldukları bir uğraşları olduğu için, talebeyle ilgilenmeye pek vakit bulamayanlarla benim derdim!

–Vakit her zaman bulunur. Ben o hocamı örnek aldım. Elimden geldiğince mahallemin, sokağımın çocuklarına ulaşmaya çalışıyorum. İzin günlerimde, onlarla birçok faaliyet yapıyoruz. Maksat gönüllerinde îman nûrunu parıldatmak ve o ışığı devrin rüzgârlarından korumak…

Talha Hoca ile Bilal Bey arasındaki muhabbetin en koyulaştığı yerde, salona sekiz-on kişilik bir grup girdi. Hepsi, içlerinde tekerlekli sandalyede oturan bir kadını teselli etmeye çalışıyor gibiydi. İlk başta ne olduğunu kimse anlamadı, soramadı da. Akılları orada kalmış idi. Talha Hoca dedi ki:

–Ağabey ben çok merak ettim, gidip bir şekilde öğreneceğim.

–Peki hocam sen bilirsin.

Talha’nın gidişi ile gelişi beş-altı dakikayı geçmedi. Döndüğündeki hâli pek endişe verici idi.

Bilal dayanamadı:

–Hayırdır hocam ne olmuş? Çabuk geldiniz.

–Tekerlekli sandalyede oturan kadın…

–Evet!

–Hani haberlerde izlediğimiz bir grup genç vardı ya.

–Onlardan birinin annesi mi yoksa?

–Aynen öyle. Buraya düğüne gelmişler. Çocuk da; “Anne siz gidin, ben okulumdan geri kalmayayım.” diyerek aileyi göndermiş.

–Eee sonra.

–Sonrası bildiğimiz gibi. Daha fazla deşmek istemedim, sorduğum adam dayısı imiş.

–Vay be! Buyur buradan yak! İşte bu çocuklar, hep bizim çocuklarımız. Gördüklerine özeniyor çocuklar. İçkisiz, ihtirassız, şatafatsız bir şey yok ki ekranlarda. Biz de âyin gibi büyük bir tevekkülle ailecek izliyoruz onları. Müşteri bulmasalar onlar da düşmezdi bunların peşine. Peki, bu acı tabloyu kime mâl etmeli?

–Kime olacak? Kendimize! Şu diziler, filmler vs. kadar tesir bırakamadık ya bu genç dimağlarda, daha başka söze ne hâcet?

–Allah cümlemizi affetsin! Yarın hesabımız hiç de kolay olmayacak!

–Şu gençlerin ölümünden kendine hisse almayanlar, şu acılı annenin feryâdını duymayanlar veremeyecek o hesabı! Allah yardımcısı olsun, işte gidiyor o kadıncağız da…

–Aman hocam en azından kendi çapımızda da olsa samimî hizmet edelim de bir yavrucağı olsun kurtaralım şu girdaptan!

–İnşâallah ağabey. Bu iş kurban olma işi, istikrarlı bir sabır işi. Çekice sabredip altın ile tartılma işi… Cenâb-ı Hak şuuruna erdirsin inşâallah.

–Âmîn…