Birinci Akabe Biatı’nda Verilen Söz

YAZAR : Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Hayatlarında ilk defa bir peygamber gören ve O’ndan da Kur’ân dinleyip müslüman olan Medine’nin ilk müslümanları, Kur’ân ile yeniden inşa olmuşlardı âdeta. Bir yıl boyunca Kur’ân, Rasûl ve İslâm üzerinde konuşmuşlar ve bunu da her tarafa yaymışlardı. Üstelik sayıları sadece 6 kişiydi.

Şimdi de 12 kişi olarak gelmişlerdi. Peygamberimiz -aleyhisselâm- ile Mekke’de Akabe mevkiinde buluşup müslüman olanların hepsi de Hazrec kabîlesinden idiler. Şimdi gelen 12 kişinin 2’si Evs kabîlesindendi. 100 yıldan fazla süren ve son misalini Buas Savaşları ile gösteren Evs-Hazrec düşmanlığı, İslâm ile sona erecekti inşâallah. Aralarında uzun yıllara yayılan kan ve kin dâvâları vardı! Evs ve Hazrec kabîlelerinin bir araya gelmesini hayal etmek bile hayal iken, şimdi bu gerçek oluyordu…

İlk görüşmelerinde sadece 6 kişi iken, şimdi 12 kişi olarak gelmişlerdi. Üstelik bunlar sadece buraya kadar gelebilenlerdi. Medine’de çok müslüman vardı çünkü.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- ile yeniden buluşmanın heyecanı doruktaydı. Ama hem bölge ve hem de durum çok hassastı. Zaman da, çok önemli olduğu gibi çok da kısaydı. Bu yüzden her zaman ve her yerde zamanı en iyi ve en güzel bir şekilde değerlendiren Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu 12 güzîde müslümana yine Kur’ân okudu. İslâm esaslarını öz bir şekilde anlattı. Yapmaları gerekenleri de yine öz bir şekilde ifade etti.

Sonra da şöyle buyurdu:

–Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinâ etmemek, çocuklarınızı açlık korkusuyla öldürmemek, yalan-dolanlarla hiç kimseye iftirada bulunmamak, hiçbir hayırlı işte bana muhalefet etmemek üzere bana biat ediniz!

İçinizden sözünde duranlar, mükâfat olarak cennete gireceklerdir.

Kim -insanlık hâli- bunlardan birini yapar da dünyada cezalandırılırsa, bu, ona keffâret olur.

Yine kim -insanlık hâli- bunlardan birini yapar da Cenâb-ı Hak bunu gizlerse, onun işi Allâh’a kalır. Allah; dilerse bağışlar, dilerse azaba uğratır! 1

Medine’nin güzîde 12 müslümanı büyük bir coşkuyla atıldılar:

–Evet ey Allâh’ın Rasûlü! Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmayacağız. Hırsızlık etmeyeceğiz. Çocuklarımızı açlık korkusuyla öldürmeyeceğiz. Yalan-dolan uydurarak hiç kimseye iftirada bulunmayacağız. Hiçbir hayırlı işte Sana muhalefet etmeyeceğiz!2

Nasıl bir söz verdiklerini çok iyi bilen Medine müslümanları, iş olsun diye konuşmamışlardı. Mecbur kaldıkları için söz vermemişlerdi. Bütün içtenlik ve samimiyetleri ile söz verip biat ettiler. Ve ettikleri biata da bağlı kaldılar. Verdikleri sözü yerine getirdiler.

Bunun ne mânâya geldiğini çok iyi biliyorlardı. Bu sözleşme ile; bütün Arabistan’da hüküm süren şirkin, küfrün, zulmün ve her türlü kötü âdet ve alışkanlıkların ortadan kaldırılması prensip olarak kabul edilmiş oluyordu. Yani büyük bir aydınlanma süreci içinde yerlerini alıyorlardı…

Allâh’ın Rasûlü’nün yanındaydılar. Rasûlullah -aleyhisselâm- kendilerini fazîlete çağırıyordu. Bugüne kadar ne çekmişlerse, câhiliyye kurallarından çekmişlerdi. Şimdi ise; Allah Rasûlü’nün fazîlet davetine icâbet ederek, arzu ettikleri kaliteyi yakalama fırsatı vardı önlerinde.

Gönüller Sultanı’nı gönülden dinleyen bu gönül ehli güzîde ve özel topluluk, artan bir coşku ile biat ve sözlerini yenilediler:

–Gerek bolluk ve gerekse darlıkta, gerek sağlık ve gerekse hastalıkta, gerek rahatlık ve gerekse sıkıntıda, gerek sevinç ve gerekse üzüntüde, hangi hâl ve durumda olursak olalım; Sana her hâl ü kârda itaat edeceğimize dair söz veriyoruz. Sen de her zaman ve her yerde bizim üstümüzde bir tercihe sahip olacaksın, yani Sana her zaman öncelik verecek ve Sen’i her zaman dinleyeceğiz! Hiçbir şekilde Sana itaatsizlik etmeyecek, sürekli itaat hâlinde olacağız!3

Birinci Akabe Biatı’nda verilen söz buydu. Medine’nin bu güzîde ve özel şahsiyetlerinin verdikleri söz dikkate şâyandır. Çünkü onların söz verdikleri hususlar, huzurlu bir cemiyet hayatının temelini teşkil eden unsurlardı.

Bütün insanlığı ciddî mânâda huzur ve saâdete kavuşturmak ve cemiyet hayatını âsâyiş temeli üzerine oturtmak için gelen İslâm, elbette ki bu hususları vazgeçilmez birer esas olarak belirleyecek ve bu hususta müntesiplerinden kesin söz alacaktı. Öyle de oldu…

Her biri ayrı ayrı söz vermiş ve nihayet ayrılık vakti gelmişti…

Peygamber Efendimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem-; bu güzîde müslümanların nur yüzlerine bakarak, yüreklerine işleyen bir cümle kullandı:

–Bana burada anlatma fırsatı vermiyorlar! Ben de sizinle gelsem, kendi canlarınızı ve çoluk-çocuğunuzu koruyup gözettiğiniz gibi, beni de koruyup gözetir misiniz? Bu şartla ben de sizinle geleyim!4

Verdikleri söz çok açık ve netti. Bunun karşılığında Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın bu isteği de çok açık ve çok netti. Bir anda oldukları yere çakılan bu 12 güzîde müslüman, ne diyeceklerini bilemediler. İçlerinden gelmesini istiyorlardı, ama Yesrib tekin bir yer değildi. Rasûlullah -aleyhisselâm- için çok tehlikeliydi. Böylesine güzel bir teklif karşısında; «Hayır!» da diyemezlerdi. Çaresizlik içinde çırpınırlarken yine Hazret-i Es‘ad bin Zürâre -radıyallâhu anh- öne çıktı.

–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah şahit ki, biz Allah ve Rasûlü’ne îmân ederken her şeyi göze alarak inandık. Sen’inle beraber olmak bizim için şereflerin en büyüğüdür. Fakat gel gör ki, Yesrib Sen’in için emîn bir yer değil. Müşriklerin yanında, Sana çok şiddetli düşman olan yahudiler de var. Bize izin ver. Dönüp gereğince çalışalım. Bu güzel dînimizi, Allah ve Rasûlü’nü anlatalım. Uygun görürsen yine sabret! Seneye burada tekrar buluşalım. Gelişmelere göre durum değerlendirmesini yaparız. Şimdilik bize izin ver yâ Rasûlâllah!5

–Haklısınız, öyle yapalım; seneye burada buluşalım!6

–Annemiz-babamız, çoluk-çocuğumuz, canımız-kanımız Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!

–Söz yâ Rasûlâllah, söz!

Bu söz de yürekten söylenmişti yine. Yürekten çıkmış, yürekten söylenmiş ve yüreğe işlenmişti. Şimdi sıra, bu sözü taşımadaydı.

Medine müslümanları; gecenin karanlığında, Nurlar Nûru Peygamber’den nur meş‘alesi alarak aydınlanmışlardı! Yepyeni bir yapıyla dönüp, memleketlerinden başlamak üzere, önce yakın çevrelerini, sonra da bütün dünyayı aydınlatmak üzere; yine gizlice giderek, geldikleri kalabalık topluluğa katıldılar.

Bir süre sonra da Peygamberler ve Gönüller Sultanı’nı gönüllerine almış olarak, kafileleri ile beraber Medine’ye döndüler.

Birinci Akabe Biatı’nda verilen söz, harfi harfine tutulacak ve Peygamber Efendimiz de bundan çok memnun olacaktı.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

____________________________________

1 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Kitâbu’l-Îmân, 10-11; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 5, s. 323.

2 Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 217-218.

3 İbn-i İshâk-İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 70-73.

4 Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve ve Ma‘rifetu Ahvâli Sâhibi’ş-Şerîa, c. 2, s. 245.

5 Ebû Nuaym İsfehânî, Delâîlü’n-Nübüvve, s. 222.

6 Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 245-246.