BİR DİRHEM MUTLULUĞA HASRET…

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

–Haydi gençler. Selâmetle gidiniz. Ailelerinize çok çok selâm söyleyin!

–Aleyküm selâm Hasan Amca. Ver elini öpeyim. Şimdiden bayramın mübârek olsun.

–Estağfirullah aslanlar. Sizin de bayramınız mübârek olsun. Bu fakiri de duâlarınızda unutmayın.

–Hasan Amca ben gelirken senin sevdiğin turşudan getireceğim.

–Amca benim de annem yaprak basmış, ben de onu getireceğim. Sen bize şöyle güzel bir sarma yaparsın, afiyetle yeriz.

Bir tanesi aşçı Hasan’ın kulağına yaklaşarak:

–Hasan Amca aramızda kalsın, senin yemeklerin annemin yemeklerinden daha güzel!

Aşçı Hasan’ın gözleri dolu dolu oldu. «Çocukcağız ne bilsin; evdeki yokluktan, imkânsızlıktan haberi yok ki…» diye geçirdi gönlünden.

–Estağfirullah aslanım. Aynı malzeme annenin eline geçse, emin ol daha güzelini yapar. Devlet gönderiyor, biz de elimizle karıştırıp bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.

Aşçı Hasan Amcanın en büyük zevki, çocukların izin heyecanlarını paylaşmaktı. Elinden geldiğince de her seferinde hepsini uğurlar, hayır duâlarla yolcu ederdi.

Yine böyle bir gündü. Bölge yatılı okulunun öğrencilerinin bayram iznine çıkışı vardı. Her birini torunu gibi sever, gönüllerini alıcı hoş ifadelerini eksik etmezdi. Yine hayır duâlarla hepsini uğurlamaya çıkmıştı.

Yalnız bir şey dikkatini çekti. Gidenler arasında Kurukavaklı Ramazan’ı göremedi. Şöyle dikkatlice tekrar baktı:

–Gençler, Ramazan erken mi çıktı? Göremedim! Bana selâm vermeden gitmezdi…

Civarın tek bölge yatılı ortaokulu olduğu için, farklı köylerden birçok öğrencinin bulunduğu mütevâzı bir okuldu burası. O yüzden öğrenciler arasındaki ünsiyet normal okullara göre bir hayli ilerideydi. Aşçı Hasan da bu ünsiyetin vazgeçilmez parçalarından biriydi. Çocuklar onu dedeleri gibi, hanımı Safiye Teyzeyi de bir babaanneleri gibi severlerdi.

Aşçı Hasan’ın sorusu çocuklar arasında anlık bir sessizlik oluşturdu. Hepsi birbirine bakarak bilmediklerini söylediler. Aşçı Hasan bozuntuya vermedi:

–Belki müdürün haberi vardır; gerçi onun da hanımı hastalandı, âcil çıkmaları gerekti. Neyse ben bir şekilde öğrenirim. Haydi kalın sağlıcakla…

Çocukları gönderdikten sonra, kendilerini uzaktan seyreden hanımına seslendi:

–Hanım, bu Ramazan izne çıkmadı galiba. Yoksa asla benimle görüşmeden gitmezdi. Şu okulu güzelce bir arayalım…

–Neden böyle bir şey yapsın ki?

–Sorma! Derdi büyük garibimin… Anlatırım sonra. Hemence buluverelim…

Aşçı Hasan ve eşi Safiye Hanım seri hareketlerle üst kata çıktılar. Ramazan’ı ikinci kattaki büyük camın önüne oturmuş, izine giden arkadaşlarını seyreder vaziyette buldular. Gözyaşları içerisinde Hasan Amcası ve Safiye Teyzesine öylece bakıyordu. Boncuk boncuk gözlerinden dökülen iri gözyaşları Safiye Hanım’ı pek merak içinde bırakmıştı.

Ramazan, gözyaşlarını koluyla sildi:

–Doğru dedin Hasan Amca. Asla seninle görüşmeden gitmem!

–Hayırdır aslanım, sen neden izne gitmedin?

Ramazan’ın boğazına yumruk kadar bir şey oturmuşçasına yutkunmaya çalıştı; ama söyleyeceklerine yol veremedi. Başını Hasan Amcasının dizlerine koydu ve bir müddet öylece ağladı. Ne olduğuna henüz bir mânâ veremeyen Safiye Hanım da gözyaşları içerisinde olanlara şahitlik ediyordu.

Ağlamaktan iyice içi geçen delikanlı:

–Hasan Amca, ben bu bayram burada kalsam olmaz mı?

–Kuzum benim, gözyaşlarına kıyamam senin; ama benim buna yetkim yok! Hem ben seni burada bırakmam. Yalnız, müdür beye söylememiz lâzım. Onun bilgisi olmadan olmaz.

–Size yük olmak istemem! Ben burada kalırım, sen sadece kimseye çaktırma ne olur…

–Nasıl olacakmış bakalım o iş? Ne yiyip ne içeceksin? En az on gün!

–Ben onu ayarladım. Bu köydeki arkadaşlar var ya onlardan dört tanesi beni dört gün akşam yemeğine davet etti. Diğer günler de bakkal amcadan ekmek arası alacağım. Bursum yeni geldi. Harçlığım var… Şimdi müdür izin vermez. Hemen annemi babamı arar!

–Ah benim koca yürekli evlâdım! Kendince plânını yapmışsın; ama ben asla müdür beyden habersiz böyle bir şey yapamam! Gel seninle anlaşalım! Ben şimdi müdürü arayıp durumu anlatayım. O müsaade ederse sen de bu bayram bizim misafirimiz ol. Benim torunlarla kaynaşır, arkadaşlık edersin…

Ramazan iki elini birleştirdi ve omuzlarını öne doğru uzatıp başını göğsüne doğru indirdi. Bir müddet düşündü ve şöyle dedi:

–Ama size yük olduktan sonra kıymeti yok! Bunu kabul edemem. Eğer okulda kalamazsam eve giderim o zaman; sizin de planlarınız, gelen-gideniniz olacaktır.

Safiye Hanım çatlamak üzereydi. Kocası bir kaş-göz işareti ile biraz daha beklemesini tembihledi.

Aşçı Hasan, yavaşça doğruldu ve cep telefonundan müdür beyi aradı:

–Aloo müdürüm. Selâmün aleyküm. Kusura bakma biliyorum hastahânedesiniz, rahatsız ettim ya hakkını helâl et!

–Aleyküm selâm. Estağfirullah Hasan Ağabey, buyur!

–Yenge nasıl oldu?

–Durum biraz kritik. Sandığımızdan kötü. Bir müddet hastahânede yatması gerekiyormuş.

–Çocukları bize bıraksaydın biz bakardık. Sefil olmasınlar orada…

–Allah râzı olsun, bugün idare ederim. Yarın sabaha da babamlar memleketten gelecekler. İnşâallah hallediyoruz. İlgin için teşekkür ederim!

–Estağfirullah müdürüm. Ne demek? Senin de üzerimizde emeğin çok. Bize evlâtlarımızı aratmadın yıllarca. Müsaitsen bir durum var, onu söyleyecektim amma…

–Buyur! Buyur!

–Yahu bizim Ramazan var ya…

–Kurukavaklı!

–Evet. Bu yavrucak herkes izne giderken bir kenarda beklemiş, izne gitmek istemiyormuş. Okulda kalmak istiyormuş.

–Hımm… Anladım. Tahmin etmek çok zor değil. Yanındaysa telefona verir misin ağabey?

Aşçı Hasan, telefonu Ramazan’a uzattı:

–Alo hocam buyurun.

–Ramazan’ım nasılsın aslanım?

–İyiyim hocam.

–Ben annenle konuştum, seni o alacaktı. Gelir birazdan, bekle istersen. Hemen gönül koyma!

–Gelmeyecek hocam!

–Neden?

–Anneme; «bu bayram babamın yanında kalmak istediğimi» söyledim.

–O zaman babana haber verdin mi?

–Onu da aradım. Ona da; «annemin yanında kalmak istediğimi» söyledim.

–Peki, neden böyle bir şey yaptın?

Ramazan’ın gözlerinden dökülen yaşlar nohut tanesi kadar olmuştu. O titrek sesiyle şunları söyledi:

–Hocam! Ben son olanları size anlatmadım, sizi üzmek istemedim. Hanımınızın çok hasta olduğunu biliyordum. Sizi bir de kendi derdimle meşgul etmek istemedim…

–Olur mu öyle şey aslanım? Ne oldu hayırdır?

–Hocam! Annem bir başka adamla evlendi. Babam da bir başka kadınla evlendi. İkisini de anlamaya çalışıyorum. Birine gölge lâzım, diğerine de evi bir çekip çeviren… Ama ben artık iki eve de yabancıyım hocam. Kendimi ait hissettiğim tek yer, burası… İkisinin de evlendiği kişilerin başka çocukları var…

Müdür bey tarafında derin bir sessizlik hâkimdi:

–Peki aslanım, bu ne zamana kadar böyle gidebilecek?

–Hocam! Bu seneyi bir atlatayım, daha gerisini düşünmedim.

–Aslanım, ben bu dediğini bir şartla kabul ederim.

–Nedir şartınız?

–Okulda yalnız kalamazsın! Bayramın bir kısmını Hasan Amcanlarda diğer kısmını bizde geçireceksin!

Ramazan boynunu büktü:

–Tamam hocam, kabul ettim!

–O zaman telefonu Hasan Amcana ver bakalım!

–Alo Hasan Ağabey! Sana zahmet, bu delikanlı birkaç gün sizde kalsın. Bizimkiler memleketten gelince, geri kalan kısmını bizde geçirir! Sizin için bir problem olur mu?

–Ne problemi hocam! Başımız-gözümüz üstüne. Diğer bayramlar Allah Kerim, ölmez sağ kalırsam. Her bayram ağırlamak isterim.

–Allah râzı olsun ağabey. Çok teşekkür ederim. Keşke böyle şeyler olmasa, bu yavrucaklar böyle mahzun kalmasa… Ama gel gör ki geldiğimiz durum, maalesef içler acısı…

–Eskiden; «Kızım bu evden bir beyazla çıkar, öbür beyazla girersin!» derdi anası-babası. Şimdi ise; «Aman kızım kendini ezdirme! En ufak bir şey olursa hemen gel!» deyiveriyorlar. Kızlar gittikleri yerleri benimsemez, sahiplenmez oldular. Erkekler de; «Bir vurmaya duvara resim çıkarır; gözünün yaşına bakmaz…» oldular. Şimdi öyle elli-altmış yıllık evlilere millet hayranlıkla bakıp röportaj yapmaya başladılar. Neymiş! «Nasıl bu kadar evli kalabilmişlermiş?» Bunda şaşılacak ne var?

–Öyle deme Hasan Ağabey! Bugün hakikaten öyle uzun yıllar evli kalmak, ayrı bir meziyet oldu. Hakkını vermek lâzım.

–Müdürüm! Bu çocuk bana emânet. Sen ne zaman gelirsen artık, o zaman alırsın emânetini…

–Tamam ağabey arayacağım seni. Haydi kal sağlıcakla…

Safiye Hanımın hâli, pür-melâldi. Kocası, Ramazan’ın eşyalarını alıp gelinceye kadar zor toparladı kendini. Nasıl davranması gerektiğinin farkındaydı. Gece olup da Ramazan’ı yatırınca çocukcağızın yanı başında oturdu ve sabaha kadar duâlar etti:

–Yâ Rabbî! Ne olur, sen insanımıza akıl-fikir-iz‘an ver… Ne olur artık birbirinden güzel kuzucuklar koca bir hiç uğruna, incir çekirdeğini doldurmayacak sebepler uğruna anasından-babasından ayrı kalmasın. Sen ümmet-i Muhammed’in yuvalarına ünsiyet ver, muhabbet ver, dâreyn saâdeti nasip eyle… Yarınlarımızı emânet edeceğimiz nesillerimizi huzurlu aile yuvalarında yetiştirmeyi nasip eyle… Bizi bir an olsun şeytan ve nefis ile baş başa bırakma… Onların dolduruşuna gelerek, dönüşü ve pişmanlığı olmayan büyük sözler ettirme… Çocuklarımızı Peygamber Efendimiz’in yüzü suyu hürmetine yuvalarımıza bağışla yâ Rabbî… Âmîn…