BİR CENNET YASAĞI

YAZAR : Sami GÖKSÜN

s_goksun_yuzakidergisi_mayis2016

İki insanın arasını bozmak için, sözü birinden alıp diğerine götüren kimselere nemmam veya koğucu denir. Bu davranışı yapanlar, insanları birbirine düşman ederler. Toplumun huzurunu temelden sarsan bu tür hareketlerden uzak durmak lâzım. Oysaki, İslâm dîni sevgi, saygı ve insanlar arasındaki muhabbeti çok önemli görür.

Cenâb-ı Hakk’ın yasakladığı koğuculuk ve nemmamlık ise; insanlar arasındaki, sevgi, saygı ve muhabbet bağlarını koparıp, nefret, kin ve intikam duygularını kabartmış olur. Bu tip insanlar, toplumun düzen ve huzurunu bozarlar. Ailelerin dağılıp perişan olmasına sebebiyet vermiş olurlar. Bu sebeple dînimiz İslâm; lâf taşımayı, koğuculuk yapmayı şiddetle yasaklamış ve haram kılmıştır.

Hucurât Sûresi’nin 6. âyetinde Cenâb-ı Hak bu mevzuda bizlere şu tâlimâtı vermektedir:

“Ey îmân edenler! Eğer fâsık (yoldan çıkmış) bir kimse size bir haber getirirse, onun doğruluk derecesini araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”

Yüce Rabbimiz’in bu tâlimâtından, biz mü’minler olarak şunu anlamalıyız; «Ben müslümanım!» diyen insanın vazifesi, insanların arasını bozmak değil, onların aralarını bulmak, dargınlık ve küskünlüklerini ıslah eylemek ve kişileri birbirine Allah için kardeş yapmak olmalıdır. Kardeşliğe hizmet etmeyen, dirliğimizi ve düzenimizi baltalayacak olan her şey, dînimizde yasaklanmış ve haram kılınmıştır.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz de bu mevzuda bizlere şöyle ikazda bulunmaktadır:

“Nemmam olan (koğuculuk yapan) kişi cennete giremez.” (Buhârî, Edeb, 49, 50)

Ayrıca bu meyanda başka bir hadîs-i şeriflerinde de şöyle buyurmaktadır:

“Ashâbımdan hiçbiri, diğeri hakkında hoşlanmayacağım bir şeyi bana ulaştırmasın. Çünkü ben, sâlim bir kalp ile yanınıza gelmeyi isterim.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 28)

Koğucular; kendilerinden söz taşıdıkları insanlara karşı duydukları sebepsiz kin, buğz ve düşmanlık hislerini tatmin için bu haramı işlerler. Lâf taşıdıkları kimselere karşı da göstermelik bir sevgi, sadâkat ve dostluk gösterisi içindedirler. Her iki hâlde de çirkin arzularını tatminden başka bir arzu taşımazlar.

Koğucular bu haramı irtikâb ederlerken, aynı zamanda şu üç günahı da beraberinde işlerler. Bunlar: Yalan, haset ve nifaktır.

Ayrıca koğuculuk, onun-bunun gizli sırrını yaymak anlamına da gelir. Ortaya çıkarılması çirkin görülen bir şeyi; gerek işaretle, gerek yazı ile ve gerekse de remz ile (el, kol, kaş, göz ağız, burun işaretleri ile) açığa vurmak, bu işi bir fesat çıkarmak maksadı ile yapmak. Ayrıca ona-buna söz getirip götürmek de bu cümledendir.

Adamın biri Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne gelerek bir başkası hakkında şöyle şöyle diye koğuculuk yapar. Hasan-ı Basrî Hazretleri;

“–O kişinin yanında sen ne yapıyordun?” diye sorar. O adam da;

“–Onun yanında misafir idim.” diye cevap verir. Hasan-ı Basrî;

“–Misafir olduğun o adamın yanında hangi çeşit yemekleri yedin?” deyince, adam; yirmiye yakın yemek ismi sayar. Bunun üzerine Hasan-ı Basrî Hazretleri;

“–Be hey fâsık! Yirmi çeşit yemeği yedin, hazmettin de bir tek sözü mü hazmedemedin?!.” der ve huzûrundan o adamı uzaklaştırır.

Bu cihetle, nemmam insanlar fâsık insanlardır. Fâsık insanların sözlerine itibar etmemeliyiz. Onların bozuk oyunlarına gelmemeliyiz. Birbirimize onların yüzünden düşman olmamalıyız. Birlik ve beraberliğimizi bozmalarına fırsat vermemeliyiz.

Yukarıda mevzumuzla alâkalı Hucurât Sûresi’ndeki 6. âyetin nüzûlü, şöyle bir hâdise üzerine vukû bulmuştur:

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Velid bin Ukbe’yi zekât toplamak üzere Benî Mustalik kabîlesine göndermişti. Velid bin Ukbe ile o kabîle arasında, câhiliyye döneminden kalma bir düşmanlık vardı. Benî Mustalik kabîlesi halkı, Velid’i Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in gönderdiği özel bir memur diye karşılamaya çıktılar. Karşılamaya çıkan kalabalık halkı gören Velid; «Bunlar beni öldürmeye geliyorlar.» zannıyla hemen geri döndü ve Peygamber Efendimiz’in huzûruna çıkarak;

“Benî Mustalik kabîlesi mürted (dinden çıkmış) olmuşlar, zekât vermediler.” dedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlarla harp etmek üzere hazırlığa başlarken, bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

Bu defa Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, durumu yeniden incelemek için Halid bin Velid -radıyallâhu anh-’ı gönderdi ve şöyle buyurdu:

“Îmanlarına delâlet eden bir işaret görürsen zekâtlarını al, gel. Görmezsen (yani onlar gerçekten dinden çıkmışlarsa) kâfirlere yapılan muameleyi onlara da yap.”

Hazret-i Halid, Benî Mustalik kabîlesine gittiğinde; akşam ve yatsı ezanlarının okunduğuna şahit olunca, zekâtlarını alıp verilen tâlimat gereği geri döndü. Onların dinden çıkmadıklarını, müslüman olarak dinlerine bağlı kaldıklarını haber verince; daha önce gönderilen Velid bin Ukbe’nin hatası ortaya çıkmış oldu.

Demek ki; nemmam kişi fâsık olduğundan, getirdiği sözü hemen tasdik etmemeliyiz. İnsan her söze inanır ve değer verirse boş yere başı sıkıntıya girer. Koğucuların zaten yegâne istedikleri de budur.

Bir de bu hususun şöyle bir boyutu vardır:

İşin özünde nemîmenin hakikati; bir sırrı açıklamak, açıklanması hoşa gitmeyen bir şeyden örtüyü kaldırmaktır. Bir insanın vazifesi, insanların hâllerinden gördüğü hoşa gitmeyen bir şeye sükût etmesidir. Ancak anlatılmasında bir müslüman için fayda varsa veya bir günahı, hatayı veya kusuru önleyecekse bu takdirde susmaması gerekir. Meselâ; bir kimse eğer hata, kusur gibi bir yanlış yapması ve işlemesi durumunda, uğrayacağı dînî bir sıkıntının önüne geçmek adına, bir başkasının o hata ve kusurunu ilgili makama götürüp söylemesi yanlış olmaz. Çünkü burada hâinlik, kötü niyetlilik ve nifak çıkarmak düşüncesi yoktur. Sorumluya iletilen bir başkası ile alâkalı mevzu, netice itibarıyla hakka ve hayra yönelikse dile getirilmesinde bir beis yoktur. Bunun ne koğuculukla ne de jurnalcilikle bir alâkası yoktur.

Şu yaşanmış hâdiseyi konunun daha iyi anlaşılması için sizlerle paylaşmak isterim:

İsrail oğullarında şiddetli bir kıtlık ve kuraklık olmuş, yağmur yağmamıştı. Bunun üzerine Hazret-i Musa -aleyhisselâm- kavmi ile üç defa yağmur duâsına çıkmış, yine yağmur yağmamıştı. Hazret-i Musa ellerini kaldırmış tazarrû ve niyaz ederek;

“–Yâ Rabbî! Kulların üç defa duâ ettiler, yağmur istediler, duâlarına icâbet buyurmadın…” diye hallerini arz etti. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak;

“–Yâ Musa, içinizde nemmam (koğucu) olduğundan duânızı kabul etmedim.” buyurdu. Hazret-i Musa -aleyhisselâm-;

“–Yâ Rabbî! Nemmamın kim olduğunu söyle de, aramızdan çıkaralım!” deyince, Cenâb-ı Hak;

“–Yâ Musa! Ben sizi nemmamlıktan men ediyorum, onun kim olduğunu size söylemekle nemmam mı olayım?” buyurdu.

Bu durum üzerine Hazret-i Musa’nın kavminin hepsi nemmamlıktan tevbe ettiler, sonra tekrar yağmur duâsına çıkıp duâ ettiler, duâlarını Allah -celle celâlühû- kabul buyurdu ve yağmur yağdı.

Cenâb-ı Hak hepimizi; nemmamlıktan, koğuculuktan, jurnalcilikten, başkalarının huzurunu bozacak her türlü hareket ve davranışları yapmaktan muhafaza buyursun. Âmîn…